Latin Amerika'da halk kamplaşma ve kaosa karşı, çıkar ve iktidar ilişkilerinden arınmış bir çıkış arıyor

Özgür Uyanık, Independent Türkçe için yazdı

İhtiyacın olduğu yerde hak doğar ve hakkını arayan halk daima haklıdır

Küresel aktörlerin birbirlerine karşı zayıflık ve üstünlüklerini dengeleyememeleri sonucunda kaotik bir dünya ortaya çıktı.

Ulusal çıkarları tekellerine alan yerel egemenlerin ölçüsüzce giriştiği bölgesel pay kavgaları denetlenemez bir hal aldı. 

Bu; halkların, ulusların ekonomik ve demokratik haklarını geri plana iterken, dar grupların çıkarları için tüm toplumu kargaşaya sürükleyecek çatışmaları yaymalarına zemin sağlıyor.

Darbe, savaş ve işgallerden kurtulmuş Latin Amerika ülkeleri bir süredir kendi sosyal gücüne dayanarak kurumsal demokrasisini ve ekonomisini istikrarlı hale getirme mücadelesi veriyor.

Venezuela’da çatışma azalmış, Kolombiya barış süreciyle biraz sakinleşmişti. Ekvador örneğinde olduğu gibi Güney Amerika’da ayaklanmalar darbelerle değil, hükümetlerle yapılan anlaşmalarla sonuçlanmıştı.

Bolivya’daki gibi bir "darbe kazası" serbest seçimlerin gerçekleştirilmesiyle boşa çıkarıldı.

Şimdi Şili’de halk ayaklanması anayasal bir restorasyon süreci ile tamamlanıyor.

Tam bu umut veren gelişmeler yaşanırken bir anda nehrin sularını bulandıran olaylar patlak verdi.

2.jpg

Halk sefaletten kurtulmak gençler ise iyi bir gelecek arıyor.

 

Güney ve Kuzey Amerika arasında Karayipler’in ortasında zaten pimi çekilmiş bomba gibi bekleyen Haiti’de devlet başkanı Jovenel Moise öldürüldü.

Haiti suikasti, siyasal içeriği olmayan, salt yerel güç odaklarının çıkar çatışmalarının mükemmel bir örneğiydi. Ve günümüz dünyasında en önemsiz görünen kargaşanın bile bölgesel ve küresel sonuçlara yol açabileceğini kanıtladı.

Bu yüzden sürmekte olan kamplaşmayı anlamak için suikastın anatomisi üzerinden durmakta fayda var.

Bu suikast geçmişte alıştığımız kalıpların aksine doğrudan emperyalist devletlerin müdahale izini taşımıyor. Bunun yerine Irak ve Afganistan’da misyonunu tamamlamış özel güvenlik şirketlerine bağlı Kolombiyalı paramiliterler gibi alt taşeronları işaret ediyor.

Suikast öylesine disiplinsiz biçimde yapıldı ki 26 Kolombiyalı paralı askerden 18’i ertesi sabah gün aydınlandığında yakalandı.

Bu arada iki Haiti asıllı ABD vatandaşı ele geçirildi. Bu ikisi görevlerinin sadece tercümanlık olduğunu ve başkanın öldürüleceğinden haberdar olmadıklarını söylediler.

3.jpg
Haiti suikastına katılan eski Kolombiyalı askerlerden biri Francisco Eladio Uribe (sol baştan üçüncü) sivil yurttaşların öldürülüp gerilla kıyafeti giydirilerek kaydedildiği bir dosyadan yargılanıyor. Kolombiya’da on yıllık süreçte 7 bin sivilin bu biçimde ordu tarafından öldürüldüğü resmen kabul edildi

 

Yakalananların hepsinin  "CTU Security" isimli bir özel güvenlik şirketiyle kontrat yaptığı anlaşıldı. Şirketin sahibi Antonio Itriago adında bir Venezuelalıydı. İlerleyen günlerde, şirketi ve paralı askerleri azmettirenin yıllardır Miami’de yaşayan Christian Emmanuel Sanon adlı Haitili bir doktor olduğu açıklandı.

Suikasttan sonra Claude Joseph başbakan sıfatıyla devlet başkanlığını üstlendi ve yerine de İçişleri Bakanı Ariel Henry'yi atadı.

Fakat Senato bu kararı tanımadı ve içlerinden bir senatör olan Joseph Lambert’i devlet başkanı ilan etti.

Henüz kim başkan kim değil belli değil ama işin gerçeği ne merhum başkan Jovenel Moise ne de diğerleri işgal ettikleri makamlarda yasal gerekliliğe uygun biçimde bulunmuyordu.

Jovenel Moise 2016’da 600 bin oyla devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Zira 11 milyonluk ülkede sadece 2 milyon Haitili oy kullanmıştı. Ve görev süresi geçen yıl 7 Şubat da dolduğu halde seçimler yapılamadığı gerekçesiyle ülkeyi kararnamelerle yönetmeye devam etti.

İktidarını de facto uzatan Moise, öldürülmeden bir hafta önce Claude Joseph’i başbakan olarak atamıştı. Ve anayasaya göre bu atama meclis tarafından onaylanmalıydı.

Bu arada Kolombiya medyasında Claude Joseph’in adının, suikastın ardındaki isimlerden biri olarak geçtiğini ekleyeyim.

Her neyse ortada bir meclis yok. Çünkü milletvekilleri görev süresi dolduğu için meclis düşmüş durumda. Normalde 30 koltuklu senatoda ise aktif sadece 10 senatör var.

Yani ne başkan, ne başbakan, ne de meclis ve senato anayasal dayanağa sahip.

Haiti’de gücünü sokaktan alan tek örgütlenme yüz binlerin yaşadığı mahallelere egemen olan silahlı çeteler.

Her gün onlarca kişinin ateşli silahlarla öldürüldüğü, hastalıktan ya da açlıktan kaç kişinin öldüğünü bilmediğimiz koşullarda bu suikast beklenmedik değil.

Suikastı gerçekleştirenlerin ise Kolombiyalı olması şaşırtıcı değil. Zira Kolombiya’nın en önemli iki ihraç ürünü var; biri "paralı askerler", diğeri de malum kokain.

4.jpeg

Haiti’de hiç kimse öldürülen başkanın ardından gözyaşı dökmedi. Çünkü halkın realitesi ile Moise suikasti arasında hiçbir rasyonel bağ bulunmuyor

 

ABD "11 Eylül saldırıları" sonrasında bu ülkeyi askeri üslerle donatmıştı. Kolombiya Planı’yla içeride gerillaya karşı savaşı koordine ederken, aynı zamanda burayı Irak ve Afganistan’a gönderilen paralı askerlerin eğitim yeri haline getirmişti.

Süreç tamamlanınca işsiz kalan paralı askerler, dünyanın her yerinde mafya hesaplaşmalarında ve siyasi suikastlarda kullanılmaya başlandı.

Biz Black Water gibi büyük şirketleri tanıyoruz. Fakat 11 Eylül’den bu yana geçen 20 yıl boyunca özelleştirilmiş savaş piyasası öylesine genişledi ki dünyanın her yanında, Haiti’deki suikastta kullanılan gibi -duymamıza imkan olmayan- irili ufaklı yüz binlerce özel güvenlik şirketi faaliyete geçti.  

Sonuç olarak tetikçiler yakalandı ama onlarla kontrat yapan "CTU Security"nin sahibi Venezuelalı ortada yok.

Bir doktor, bir senatör, bir Adalet Bakanlığı bürokratı azmettirici olarak tutuklu.

Ayrıca Haiti güvenlik birimlerine göre suikastın ardında komşu Dominik Cumhuriyeti var.

Geçmişte ABD filanca ülkede darbe yaptı, falanca devlet başkanını öldürttü diyebiliyorduk. Bugün Haiti sahnesindeki çatışmada adı geçen aktörlerin kendi hesaplarına mı yoksa belli bir emperyal merkez adına mı hareket ettikleri konusunda bilgi sahibi olmamız neredeyse imkansız.

Mesela 2019’da Bolivya darbesinde birbirine karşıt küresel güçler uzlaşmıştı. Zira önemli bir hammadde ihracatçısı olan Bolivya her ne kadar ABD’nin arka bahçesi de olsa Çin ve Rusya’nın da bölgede çok güçlü ticari bağları var.

Üstelik Bolivya’da uzun süreli siyasal mücadele süreçlerine dayanan belirgin bir sınıf ve yerli hareketi var. Buna rağmen Morales’in devrildiği birkaç ay içinde sosyal hareket geriye çekildiğinde, salt çıkar ilişkilerine dayanan bir "politik" ortama tanık olduk.

Haiti örneğinde ne kurumsal ne sınıfsal siyasetin aktörleri bu çatışmanın bir tarafında görünmüyor.

5.jpg
Peru halkı 6 Haziranda yapılan seçimlerde bir köy öğretmenini devlet başkanı seçti. Peru’nun yeni başkanı Pedro Castillo’nun bir siyasi geçmişi olmaması halk tarafından tercih edilmesinde en önemli etken oldu.​​​​​​

 

Şimdi Küba’ya bakalım.

Haiti nasıl ki Latin Amerika’nın en istikrarsız ve en gözden çıkarılmış toprak parçasıysa, Küba tam tersine Latin Amerika’nın en istikrarlı siyasal sistemine sahip.

Burada Küba’nın sosyal ve ekonomik haklar, güvenlik, eğitim, sağlık gibi başlıklarda Latin Amerika’nın ne kadar ilerisinde olduğunu tekrar anlatmaya gerek duymuyorum. Kartellerden, mafyadan arınmış, polisin sokakta arama bahanesiyle insanların cebinden parasını almadığı tek Latin Amerika ülkesi Küba’dır.

Yakın komşusu Meksika’da yılda on binlerce kişi öldürülüp, binlercesi kaybedilirken Küba birçok Avrupa ülkesinden güvenlidir. Tek partili rejimin sınırlamaları bir yana bırakılırsa siyasal baskının da en az olduğu ülkelerden biridir. Örneğin bu ülkede, Meksika ya da Orta Amerika ülkeleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde az sayıda politik tutuklu bulunmaktadır.

ABD’nin ambargo politikasıyla finansal açıdan dünyayla bağlarını kestiği Küba, diplomatik açıdan da birçok ülkeyle sınırlı ilişkilere sahip. Zira Küba, Amerikan Devletleri Örgütü’nde –OEA- , temsil edilmeyen tek Amerikan devleti.

Haiti suikastı sonrasında Küba’da patlak veren protestolara bu perspektiften bakılabilir ve "emperyalizmin kışkırtması" denilebilir.

Bu protestolar, salt ekonomik krizin bir sonucu olarak da görülebilir.

Ya da rejimin baskısından bunalmış halkın "komünist diktatörlükten" kurtuluş mücadelesi olarak değerlendirilebilir.

Sosyal olaylar hiçbir zaman tek bir gerekçeye indirgenemez. Ancak ekonomik sorunların sosyal patlamalardaki rolü asla göz ardı edilemez.

Ayrıca yukarıdaki nedenlerin tümü ya da bir kısmı geçerli olabilir. Fakat dünya öyle bir kutuplaşma içinde ki biz bu önemli toplumsal ve siyasal hadisenin içeriğini tartışamıyoruz.

Bir tarafta "emperyalist" düşman diğer tarafta "komünist diktatörlük" diyenler yer alıyor.

Bu karşılıklı suçlamalar; sosyal, tarihsel, sınıfsal ve ideolojik açıdan içeriksiz, salt siyasal gruplar, medya ya da entelektüeller arasındaki kastların pozisyonunu yansıtıyor.

Bugün Kübalıların %35’i hiçbir gelire sahip değil ve hayatta kalabilmek için ellerinde ne varsa satıyorlar.

Kübalılar "Periodo especial" denilen 1990’ların açlık döneminde bile devletin bu kadar etkisiz olduğuna tanık olmadılar.

Resmi istatistikler bile Küba’da sanayinin son 32 yılın en düşük seviyesinde olduğunu gösteriyor. Sektörün tamamının yatırım ve pazar düzenlemesine ihtiyacı var. Fakat Küba sınırlı kaynağa sahip.

İşte bu noktada gerçek siyasi tartışma, emperyalizm ya da komünizm karşıtlığında değil, yoksulluğun çözümünü nerede aradığımızda düğümleniyor.

Küba’da nereye ne kadar yatırım yapılacağına "serbest piyasacılar" mı "komünist parti" mi karar vermeli?

Dikkat edilirse iki kesim de yoksulların gerçek anlamda yetkilendirilmesinden bahsetmiyor.

Bu yıl 1 Ocak da yürürlüğe giren "ordenamiento" adıyla anılan ekonomik program altı ay içinde halkı sokağa döktü. Ne yazık ki bu yanlış ekonomik politikanın tartışmasını bile yürütemeyeceğimiz kadar sağır bir kutuplaşma var.

6.jpg
Elisa Loncon; Şili’de yeni anayasayı yapacak meclisin başkanı bir kadın ve yerli “Mapuche”

 

Fakat bu özünde sağ-sol, komünist- kapitalist, emperyalizm-bağımsızlık türünden bir kutuplaşma değil.

İktidarın ilişki ve imkanlarına bağımlı kesimlerin elde ettikleri ayrıcalıkları koruma refleksi.

Bürokratik veya sermaye kastları etrafına, küçük çıkar ağlarıyla örülmüş ilişkiler.

Siyaset yeteneğinden yoksun marjinal grupların komploya bağımlılığı.

Ve dışlanmış entelektüellerin intikamı.

İşte Latin Amerika’da halk siyaset alanını, kısır çıkar ve komplekslerle sınırlayan bu kutuplaşma dışında gerçek bir çıkış arıyor.

Kast siyaseti; bürokrasiye, köhne devlet mekanizmalarına, gerçek siyasi çıkış ise halk hareketlerine dayanıyor.

2019’dan 2021’e Güney Amerika’da Bolivya’dan Ekvador’a, Şili’den Kolombiya’ya tüm halk hareketleri geleneksel siyasal aktörleri dışladı.

Ekvador’da halk ayaklanması ve seçimlere "21.yüzyıl sosyalizmi"nin popüler genç liderlerinden Rafael Correa’ya yönelik karşıtlık damgasını vurdu. Halk Correa karşısında üç kez kaybetmiş iş insanı Gillermo Lazzo’yu seçti.

Bolivya’da Morales’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan darbeye partisinin destekçileri bile itiraz etmedi. O gittikten sonra darbecileri seçime zorlayıp aynı partiyi Morales’siz biçimde iktidara taşıdı.

Şili’de yeni anayasayı yapacak kurucu meclisin üçte ikisi bağımsız adaylardan kuruldu ve bir Mapuche kadın başkan seçildi.

Kolombiya’da gerilla-paramiliter dengesine dayalı çatışma siyaseti halk tarafından reddedildi. Kitleler bu yarım asırlık çatışma siyasetinin yerine gerçek sosyal ve sınıfsal sorunlarını masaya koydu.

Arjantin’de sol iktidar olmasına karşın geçtiğimiz hafta 4 büyük sosyal hareket sokağa çıktı.

Tüm bu toplumsal hareketler "serbest piyasacı" ya da "bürokratik devletçi" ideolojilerin somut ve maddi gerçeklerle ilgisiz ve halkın ihtiyaçlarından uzak olduğunu söylüyor.

Sosyal hareketin dayandığı en önemli rasyonalite "İhtiyacın olduğu yerde hak doğar"dır.

Öyleyse halk daima haklıdır.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU