'Çarpık kapitalizmin' dahi arandığı koşullarda işsizlik ve yoksulluk sorunu üzerine düşünmek… (1)

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

Bu yazımda yoksulluk ve işsizlik sorunu üzerine düşüneceğim. Belki de bu bir tür düşünce eksersizi deneyimi olacak.

Kapitalist üretim olayına dünya ölçeğinde baktığımızda, pandemi koşullarında dahi, ağırlaşmakta olan aşırı kapasite hali devam ediyor. Bunun Türkiye açısından ekonomik anlamı dış pazarların eskiye göre daha bir sınırlanmasıdır. Sınırlı pazarlar üzerinde ülkeler çok daha fazla rekabet etmektedir. Bu bakımdan tekstil kayda değer bir rekabet alanı olmaktadır. Bu çerçevede Türkiye Avrupa pazarlarında giderek daha fazla rekabetle karşı karşıya kaldı. Rakip ülkelerde ücretler görece düşük olduğundan Türkiye’nin zorlandığı da biliniyor. Tekstil patronlarının durumunu şimdilik Suriyeliler, Afganlılar, Iraklılar kurtarıyor gibi ama bu pazarların da artan ölçüde daraldığı bir gerçek.

Hal böyleyken ücretler bir ölçüde yükseleceğinden dolayı tekstil işvereninin demokratikleşmeden yana olması ne kadar mümkün? (Tekstil alanı görüşlerimin anlatımını kolaylaştırmak için seçtim.)

Peki bu durumda Türkiye’de yoksulluk ve işsizlik sorununun nispi çözümü yok mu?

Kanımca kısa, hatta orta vadede yok.   Öncelikle bunu görmek, kabul etmek ve gelecek yaşam tasarımını ve siyasi tercihleri buna göre düşünmek bir zorunluluk…

Bir de şöyle bakalım. Aslında her şey bir derece meselesidir. Acaba işsizlik ve yoksulluk sorununu biraz olsun hafifletebilmek de mi mümkün değil?


Yapılabilecek bir şeyler olmalı…

Büyük sermayenin görünür sözcüleri sürekli olarak belirsizliğin ortadan kalkması gerektiğinden, Merkez Bankası’nın gerçek manada bağımsız olmasından, hukuktan ve bu çerçevede demokrasiden söz ediyorlar. Bunların gereği yapılırsa yatırımlarda düzelme olacağından söz ediyorlar.

Yabancı sermaye de benzeri şeyler söylüyor.

Bilinen bir gerçektir: ne kadar çok üretim temelli yatırım yapılırsa işsizlik ve yoksulluk göreceli olarak o ölçüde azalır.  

Kapitalist toplumda kilit kavram yatırımlardır.

Yatırımları yapacak olan da iç ve dış sermayedir.

Öncelikle belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyor. Çünkü sermayenin yatırım yapabilmesi için önünü görmesi, geleceğe doğru yol haritası yapabilmesinin koşullarının oluşturulması gerekiyor.  Bunun için de döviz kurunu, enflasyon oranını, yarın ne olacağını, sermayesinin güvencede olup olmadığını bilmesi gerekiyor. Şimdilerde olduğu gibi döviz kurunun, enflasyon oranının, yarın ne olacağının, Yarın hangi konuda hangi kanunun çıkacağı belli olmadığı ortamlarda sermaye yatırım yapma konusunda oldukça çekingen davranıyor. Bunlar hemen tüm burjuva iktisatçıların bildiği ve yapılmasını gerekli gördüğü şeylerdir.

Burada bir ara başlık açmak istiyorum. Türkiye'nin şu anda Suriye'de Irak’ta, Libya’da savaş, çatışma, masada olma politikaları   üzerinden elde etmek istediği sonuçlar var. Sermayenin bu tür işlerden çıkar sağlayabilecek kesimleri savaş ve çatışma ister, hatta bunu körükler. Ancak kendi içinde sorunlarını önemli ölçüde çözmüş ileri kapitalist-emperyalist ülkelerin sermayesi için bu geçerlidir. Türkiye’de ise kapitalist sermayenin koşulları farklıdır.

Mesela, TÜSİAD’ın tamamen olmasa bile genel olarak şimdilerde gerilim, çatışma, savaş gibi musibetleri pek çıkarlarına uygun görmediğini söyleyebiliriz. Çünkü bunlar da belirsizliği artırıyor.

Öte yandan Türkiye'nin son yıllarda askeri sanayide önemli adımlar attığı, bunu ağırlıkla Cumhurcu iktidarın İHA vb. silahların üretimi için seçilmiş iş insanları üzerinden gerçekleştirdiği, kimi TÜSİAD üyesi büyük sermayedarların da akrep vb. silahların üretiminde payı olduğu biliniyor.

Bu durum bir yanıyla sermayenin bölünmüş olduğuna, TÜSİAD’ın da eskisi gibi güçlü olmadığına işaret ediyor.

Sonuç olarak:

Ülke ekonomisine hâkim olan belirsizlik ortamı aşağıya çekilebilirse, hukuk ve demokrasi ortamı sağlanabilirse yabancı sermayenin girişi artabilir, iç yatırımlar da başlayabilir. Yatırımlardaki canlanma sonucunda ekonominin büyüme hızı artarsa orta vadede hükümetlerin eli bir ölçüde rahatlayabilir ve bunun sonucunda kamu harcamaları, özellikle de altyapı yatırımları artabilir. Bu da işsizliği ve yoksulluğu nispi olarak azaltabilir, ülkenin ve ekonominin ihtiyacı olan altyapıyı sağlayabilir ve bazı durumlarda sermayenin bu temel üzerinde yatırım yapmasını özendirebilir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU