Gülümse biraz

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Alman filozof Nietzsche, "İnsanoğlu, bütün canlılar arasında en fazla acı çeken canlı olduğu için, gülmeyi bir tek o icat etmiştir" der.

Hakikaten de gülmek sadece insana vergi bir durumdur.

Genellikle bizim toplumumuzda ciddi olmakla robot olmak; esprili olmakla şaklaban olmak birbirine karıştırılıyor.

Oysa espri Fransızca ruh kelimesinden gelmektedir. Yani espri; sözün ruhu, canıdır.

"Sözün canı vardır" diye bir söz vardır. Sözü öyle söylemelisin ki anlama can katmalı...

Sözün doğru ve güzel olmalı ve bir meltem esintisi gibi okşamalı ruhları...

Dili anlamsız seslerden ayıran zaten bu değil mi?

Yunus Emre, yüzyıllar öncesinden ne güzel uyarmış bizi: 

Söz ola kestire başı
Söz ola kese savaşı 
Söz ola ağulu aşı 1
Yağ ile bal ede bir söz


Hakikaten de söz, oka benzer; bir kere ağızdan çıktı mı onu geri alma imkanı yoktur.

Geri gelmesi mümkün olmayan kesin kesin iki şey vardır: Birisi söylenen söz, birisi geçen ömür.

O halde öyle bir söylemelisin ki geri almana gerek kalmasın. 


Bilgelik kitaplarının birinde okumuştum, şöyle diyordu: 

Genç bir kız bir gün bir yolda tanımadığı bir ihtiyara nazikçe gülümsedi. Adam öyle mutlu oldu ki, çok eski bir arkadaşına mektup yazdı hemen. Arkadaşı mektubu aldığında lokantadaydı. O da çok mutlu oldu. Çıkarken o sevinçle garsona yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson da çok mutlu oldu. Çıkarken bahşişin önemli bir kısmını dilenciye sadaka olarak verdi. Dilenci de böyle cömert bir bağışa alışık değildi. O yüzden çok mutlu oldu; parasıyla aldığı yiyeceği bir sokak köpeğiyle bölüştü, sonrada köpeği alıp kendi barınağına götürdü. Derme çatma sobasını  yakıp uyumaya başladı. O sırada sobadan çıkan kıvılcımlardan barınakta yangın çıktı. Köpek dumandan rahatsız olup havlayınca adam uyandı ve yanmaktan kurtuldu.

Bütün bunların, yani mutlulukların ve kurtulan hayatların tek sebebi o genç kızın samimi samimi ve nazik gülümsemesinden başka neydi ki? 

Genç kız elbette ki gülümsemenin bu kadar hayırlı sonuçlar doğuracağını bilemezdi.

Ama o kendisine düşeni yapmış, insana vergi olan yeteneğini kullanmış, onun su dalgaları gibi yayılacağını düşünmemişti.


Bir Çin atasözünde şöyle denmiştir:

Gülmeyi bilmiyorsan, dükkan açma...

Gerçekten de iş dünyasında da hizmet alanlarında da sizi gülümsemeyle karşılayan bir kişiden fazla sizi ne mutlu edebilir ki? 

Hatta rivayet edilmiştir ki, insanları güldürmekle tanınan bir adamla; acıklı hikayeler anlatarak ağlatan birisi bir yerde karşılaşırlar.

Ağlatıcı adam, güldürene döner şöyle der; 

- Dostum güldürmek kolaydır; önemli olan insanları ağlatabilmek...

Güldüren adam, tebessümü yüzünden eksik etmeden muhattabına döner ve şöyle der:

Dostum elbette ki her fiilin bir zamanı vardır. Gülünmesi gerektiği yerde gülmek, ağlanası yerde ağlamak gerek. Ama bil ki, güldürmek daha zordur, ağlamak için bir baş soğan doğramak bile yeter.


Siz hiç, çocuğunu ağlatmaya çalışan bir anne ya da baba gördünüz mü?

Çocuklarımızın bizi mutlu eden ilk anları gülümsemeye başladıkları bebeklikleri değil mi?

Çocuğunu güldürmek için bu kadar gayret gösteren ebeveynler; hayatını acıları içinde gülmenin ne kadar zor olduğunu unutmuş gibi, ilerleyen zamanlarda çocukların gülümsemesini engellemek gayretine düşerler.

Bu ne yaman çelişki...

Gülümse hadi gülümse  
Bulutlar gitsin


Hayatın bir emanet ve onu korumanın da gülümsemek olduğunu unutmamamız dileğiyle...

 


1 Ağu: Eski Türkçe’de zehir anlamında bir sözcüktür.


​​​​​​​*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU