İsrailli strateji uzmanı Shay Gal, geçen ay Fransa merkezli Africa Report için dikkat çekici bir analiz kaleme aldı.
Analizin odağında, Türkiye'nin Afrika'da adım adım inşa ettiği, yazarın deyimiyle "görünmez" bir güç mimarisi var.
Gal'in, Türkiye'nin kıtadaki sağlam ve derin bir stratejiyle yükselişini içine sindiremediği her satırından belli.
Nitekim analizin amacı, Ankara'nın faaliyetlerini "yumuşak sömürgecilik" gibi suçlayıcı terimlerle itibarsızlaştırmak.
Ancak anlatmak zorunda kaldığı gerçekler o kadar somut ve güçlü ki, kalemi istemeden de olsa Türkiye'nin çok yönlü başarı hikâyesini yazmış oldu.
Öyle ki, bu tabloyu Türkiye'ye sempatiyle bakan bir analist bile bu denli çarpıcı anlatamazdı.
Gal'in en dikkat çekici tespiti, analizinin hemen girişinde yer alıyor:
Türkiye'nin Afrika'daki etkisi artık sadece İHA'lar ve askerî anlaşmalarla sınırlı değil.
Asıl belirleyici olan, "egemenliği sessizce yeniden şekillendiren" kurumlar, standartlar ve semboller.
Batılı çevrelerde yaygın olan "Fransa'nın nüfuz kaybını Rus paralı askerlerine bağlama" yaklaşımının yetersiz olduğunu vurgulayan Gal, asıl rakibin çok daha belirsiz ve bu nedenle Batı için daha tedirgin edici olduğunu söylüyor:
Türkiye'nin "görünmez gücü."
Zira, metin boyunca somut örnekler üzerinden defalarca belirttiği üzere kıta genelinde, Fransız vesayetinin ve kültürel kodlarının izleri, son derece kararlı bir şekilde Türk kurum ve sembolleriyle yer değiştiriyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gal, bu değişimin somut bir model olarak Somali'de nasıl işlediğini detaylandırıyor:
Binlerce askeri eğitebilen bir askeri üs; uzun süreli imtiyazlarla işletilen bir liman ve havaalanı; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adını taşıyan bir ulusal hastane ve yarım asır sonra ülkede açılan ilk yabancı banka şubesi...
İsrailli analist, tüm bu adımları, "Türk kimlik belirleyicilerinin kademeli olarak içselleştirilmesi" olarak tanımlıyor.
Somali'deki bu model, kıtanın başka köşelerinde de benzer bir stratejiyle tekrarlanıyor.
Aynı şekilde Senegal'de de Türk firmalarının birer birer Fransız firmalarının yerine geçtiği ve altyapı projelerinde öne çıktığı görülüyor.
Kıta genelindeki limanlar, havaalanları, hastaneler ve kamu kuruluşları artık Türk imzası taşıyor.
Gal'in vurguladığı üzere, bu anlaşmalar sadece ticari kazanç kapısı değil, Ankara'yı bu ülkelerin ulusal kimlik ve egemenlik dokusuna işleyen stratejik adımlar.
Türkiye'nin nüfuz mimarisi, fiziki yatırımların da ötesine geçerek kurumsal standartlar alanında şekilleniyor.
Gal, 2017'de kurulan Helal Akreditasyon Kurumu'nu buna örnek olarak gösteriyor.
Türkiye'nin, İslam İş Birliği Teşkilatı aracılığıyla bu kriterleri Afrika pazarlarında yaygınlaştırmasının, trilyonlarca dolarlık gıda ve ilaç tedarik zincirlerini doğrudan şekillendirmek anlamına geldiğini vurguluyor.
Bu sayede Türkiye, silahların veya kısa vadeli kredilerin sağlayabileceğinden çok daha kalıcı ve derin bir etki yaratıyor.
İsrailli stratejist, Türkiye'nin Afrika politikasında eğitim ve din unsurunun nasıl bir başka kritik katman oluşturduğunu da ayrıntılarıyla ele alıyor.
2016'da kurulan Maarif Vakfı'nın, 20'den fazla Afrika ülkesinde Türk müfredatı ve dilini öğreten okullar işlettiğini belirtiyor.
Devlet burslarıyla on binlerce Afrikalı öğrencinin Türk üniversitelerinde okumasını ise, "Paris'ten çok İstanbul'a bağlı nesillerin yetişmesi" olarak yorumluyor.
İşte İsrail'i ve diğer Batı ülkelerini endişelendiren en önemli meselelerden biri de tam olarak bu:
Türkiye'de yetişen bu gençlerin ülkelerine döndüklerinde kültürel elçilere dönüşmeleri ve zamanla stratejik pozisyonlara gelerek ilişkilerde belirleyici rol üstlenmeleri.
Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ve Diyanet Vakfı'nın çalışmaları da analizde geniş bir yer buluyor. Kıta genelinde inşa edilen camiler, açılan su kuyuları, kurulan güneş panelleri gibi projelerde hep ay-yıldızlı bayrağın dalgalandığını söylüyor.
Yazıda Türkiye'nin medya ve ulaşım alanındaki ilerleyişi de atlanmıyor.
Shay Gal, 2023'te yayın hayatına başlayan TRT Afrika'nın, Fransızca, İngilizce, Hausa ve Svahili dillerinde yayın yaparak kıtada güçlü bir ses hâline geldiğini; Anadolu Ajansı'nın ise Afrikalı gazetecileri Türk fakültelerinde yetiştirerek, haberin diline ve perspektifine yön verdiğini yazıyor.
Türk Hava Yolları'nın 50'den fazla Afrika noktasına, bilhassa zorlu Sahel bölgesinin başkentlerine direkt uçuş yapan tek hava yolu şirketi olmasının, sadece ulaşım değil aynı zamanda bir etki köprüsü kurduğunu da belirtiyor.
Ve Shay Gal, Batı'nın Afrika'daki geleneksel stratejisini özetlerken çok anlamlı bir cümle kuruyor:
Yolları ve dili kontrol eden kişi, olayların algılanışını şekillendirir.
Sözün özü, bu defa yolları, dili, haberi ve eğitimi şekillendirecek olan gücün Türkiye olması, tüm Batı ülkelerini ve diğer küresel güçleri bir hayli endişelendiriyor.
Türk silahlarının, özellikle de Bayraktar TB2 SİHA'ların kıtada kazandığı itibar ve sembolik değer için yazar, "Burkina Faso, Mali ve Nijer'e Bayraktar TB2'lerin teslimatı, yeniden kazanılan egemenliğin törenleri olarak sahneleniyor, fotoğraflar çekiliyor ve sosyal ağlar üzerinden paylaşılıyor" diyor ve ekliyor:
Liderler Türk yöneticileri ödüllendiriyor ve insansız hava aracı, Paris'ten bağımsızlığın belgesi haline geliyor.
Bir zamanlar sadece Avrupa ülkelerine bağlı olan limanlara ve hava üslerine artık Türkiye de erişirken, bir yandan da anlaşmazlığa düşen Afrika ülkeleri arasında ara buluculuk yaparak "güvenilir ortak" imajını pekiştiriyor.
Tarih boyunca ilk kez, Afrika'nın kaderini Batı değil, Afrika halklarıyla yan yana yürüyen başka bir güç şekillendiriyor.
Gal, küresel güçlerin Afrika'daki stratejilerini özetlerken şu çarpıcı formülü sunuyor:
Eğitim sadakat yaratır; din meşruiyet sağlar; altyapı görünürlük yaratır; finans bağımlılık oluşturur; üsler rejimleri korur; medya ise algıyı yeniden şekillendirir.
Bu nedenle Türkiye'nin adımlarını, "hayırseverlik" değil, "yumuşak kontrol" olarak yorumluyor.
Türkiye'nin başarısını, Afrika'nın sömürgeciliğin geride bıraktığı şikâyetlerden ve Batı'ya duyulan hayal kırıklığından ustaca faydalanmasına bağlıyor.
Afrika'da Batı'nın kibirli söyleminin yerini Türkiye'nin sıcak ve eşitlikçi anlatısının aldığını ise şu sözlerle ifade ediyor:
Erdoğan, Müslüman onuru, tarihsel adalet ve koşulsuz kalkınma sunuyor.
İsrailli Gal, Türkiye'nin Afrika'daki varlığına dair kibirli bir üstten bakış, sömürgeci tek taraflı anlaşmalar ya da insan hakları ihlalleri gibi klasik eleştiri başlıkları bulamayınca, klasik bir köşeye sıkışma refleksiyle ideolojik ve tarihsel suçlamalara başvuruyor:
"Ermeni soykırımını inkâr eden, Kürtleri baskı altında tutan ve Kuzey Kıbrıs'ı işgaline devam eden Türkiye'nin kendini gerçek bir sömürgecilik karşıtı ses olarak sunmasının bir paradoks olduğunu" belirtiyor.
Sonuç olarak şunu belirtmek mümkün, metnin genelinde hissedilen atmosfer, bir strateji değerlendirmesinden çok daha fazlası: Batı için kaybedilen bir dünyanın ağıtı.
Zira yüzyıllarca Avrupa merkezli kaleme alınan Afrika hikâyesi, bugün sessizce başka bir aktöre geçiyor ve Batı bu yeni tabloya bakmanın sızısını yaşıyor.
Yazının nihai tespiti bu durumu özetliyor:
Türkiye'nin başarısı, büyük ölçüde Fransa'ya ve genel olarak Batı'ya duyulan derin hayal kırıklığının bir ürünüdür. Türkiye, Avrupa'nın kendi üstünlük anlatısına olan güvenini kaybettiği tarihî anı çok iyi değerlendirdi ve Afrika'ya daha cazip, daha gurur verici yeni bir hikâye sundu.
Bu yenilgiyi kabullenişin ardından, İsrailli stratejistin yapabildiği tek şey, çözümü Fransa'yı yeniden eski gücüne kavuşması için Afrika'nın güvenini kazanmaya davet etmekte bulmak oluyor.
Oysa Afrika'da mimarlar değişiyor. Batı'nın ısrarla sürdürmeye çalıştığı sömürgeci sistemine, Çin'in borç bağımlılığına ve maden tekelciliğine, Rusya'nın Wagner üzerinden kurduğu yasadışı ağlara ya da Körfez ülkelerinin sert müdahaleciliğine karşı; sömürgeci geçmişten bağımsız, kendi kültürel ve dinî kodlarına saygılı, istikrarlı, kapsayıcı ve kazan-kazan eksenli bir ortaklık modeli yükseliyor.
Türkiye, sadece inşa ettiği fiziki yapılarla değil, sahici ve samimi bir ortaklık diliyle de Afrika'nın yükselen geleceğine kendi imzasını bırakıyor.
Bu mimarinin kalıcılığı ise Türkiye'nin bugün kurduğu bağları kurumlaştırmasına, yerelleştirmesine ve tutarlı bir vizyonla geleceğe taşımasına bağlı.
Doğru yönetildiğinde, Türkiye'nin Afrika'daki varlığı yalnızca bir politikanın değil, (tarihte örneği olduğu gibi) bir dönemin adı olabilir.
*Shay Gal, İsrail'in güvenlik ve Afrika politikaları üzerine çalışan strateji uzmanı ve İsrail gazetelerinde sıkça yazan bir araştırmacıdır. Söz konusu analizin tamamı: https://www.theafricareport.com/396552/how-turkiye-built-an-invisible-architecture-of-power-in-africa/
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish