Göçmenler ve mültecilerin trajedisi

Prof. Dr. Nadir Devlet Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Göçler, sürgünler ve ilticalar insanlık tarihinde önemli yer tutar.

Bunlardan belki de bilinen en eskisi olan Kavimler Göçü, Asya’dan Avrupa’ya 4'ncü yüzyıldan başlayarak süren, genelde Türk boylarının neden olduğu büyük nüfus hareketleridir.

Bize Orta Asya’da deniz kurudu, o yüzden göçler başladı diye öğretmişlerdi. Sonradan bunun mantıksız olduğu kanaatine varıldı.

Ancak 2016 yılında Çinli arkeologlar Taklamakan Çölü’nün altında Hazar Denizi’nin üç katı büyüklüğünde bir göl bulduklarını ilan etti.  

Böylece belki de eski teorimize dönmemiz gerekecek. 

İşte insanlar genellikle ekonomik, güvenlik, askeri, siyasi veya dini baskılar nedeni ile anayurtlarını ve ülkelerini terk etmişlerdir.

Her ne kadar Türkiye’den bilhassa ekonomik nedenlerden Avrupa ülkelerine göçenler mevcutsa da güvenlik ve ekonomik nedenlerle Türkiye’ye göçenlerin sayısı da azımsanamayacak kadar çoktur.

Türkiye’yi bu konuda ufak bir ABD olarak da görebiliriz. ABD’ye gidemeyenler için belki de ikinci kutsal kapı Anadolu’dur.

Güncel örnek 3,6 milyon Suriyeli mülteci ise de bu statüye girmeyen Iraklı Türkmen, Arap’tan tutun da Afganlı vb. ülkelerden Türkiye’de sığınma arayan bir hayli ülke vatandaşı bulunuyor.

Hatay’a komşu Suriye’nin İdlib eyaletinde ve Halep’te yaşayan Suriyeliler, Suriye rejimin askerleri ve Rus savaş uçaklarının saldırılarından dolayı Türkiye sınırına yığılmaya başladı.

BM’nin verilerine göre, bunların sayısı 800 bin civarında ve yüzde 60’ını çocuklar teşkil ediyor. Yani Kuzey Suriye’de yeni bir trajedi sahnelenmeye başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda Ruslara baskısı sonuç vermiyor. Ankara bölgeye daha fazla askeri araç ve asker yollayarak sorunu çözeceğini düşünüyor.

Ülkede mevcut 3 milyon 600 bin Suriyeliye 800 bin daha eklenirse Türkiye’nin sıkıntıları katmerlenerek artacak.

Avrupa Birliği'nin yardımlarını artırma ihtimali ise uzun soluklu görüşmelere bağlı olacak.

Çünkü nasıl Rusya için göçmen konusu önemsiz ise, Batı tedbirlerini aldığı için AB için de fazla önem taşımıyor. 

Türkiye’ye göçenlerin bir kısmına peyderpey T.C. vatandaşlığı da veriliyor.

Buna göre, TKGM, 2017'den bugüne kadar, belirlenen rakamlarda taşınmaz edinen 101 ülkeden toplam 6 bin 694 yabancı ülke vatandaşına, Türk vatandaşlığı için uygunluk belgesi düzenlendi.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı için taşınmaz edinimi şartını yerine getiren yabancılar arasında ilk sırayı 1.475 kişiyle İran vatandaşları aldı.

 842 kişiyle Iraklılar ikinci, 812 kişiyle Afganistanlılar üçüncü sırayı alırken bu ülkeyi 658 kişiyle Yemen, 390 ile Filistin, 365 ile Ürdün, 291 ile Libya, 268 ile Çin, 229 ile Mısır ve 139 ile Pakistan vatandaşları takip ediyor.  

Bu uygulamayı hemen her ülke yapar oldu. Böylece ülkeye dışarıdan sermaye getirilmesi sağlanıyor. Eskiden bu pek yaygın değildi. 

Osmanlı, topraklarını kaybettikçe, bu bölgelerden sığınmalar da çok artmıştı. 1860’larda Kırım Hanlığından başlayan göçler sonucunda 1 milyon 800 bin kişi Anadolu’ya iskân edildi.

Aynı şekilde Kafkasya halkları, Tatar-Başkurtların 2,5 milyona yakın bir nüfusu değişik bölgelere dağıtıldı.

1893’te Bulgaristan’dan başlayan göçler tarihin değişik dönemlerinde 1989’a kadar devam etti.

Yunanistan’la akdedilen antlaşma gereği 200 bin Ortodoks’a karşılık 355 bin Müslüman mübadele edildi.

Bunun dışında Yugoslavya ve Arnavutluk’tan 400 bini aşan bir nüfus da Türkiye’ye göçmüşlerdi. 

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, 1923-2007 yılları arasında Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve diğer ülkelerden Türkiye’ye göçenlerin toplam sayısı 1 milyon 650 bin civarında olup, “diğerleri” hanesinde ancak 20 bin kişi bulunuyor. 

Şimdi ise göçmen denilince 3 milyon 600 bin Suriyeli aklımıza geliyor. Onları ucuz iş gücü olarak kullanıyoruz.

Türkmen, Özbek gibi Orta Asyalılar, Azeri, Gürcü gibi Kafkasyalılar veya Ukraynalılar, Moldovyalı gibi Doğu Avrupalılar, ev içi hizmet veya başka iş kollarında kullandığımız yabancılar olarak karşımıza çıkıyorlar.  

Şimdi ise ucuz işgücü olarak Suriyelileri görüyoruz. Örnek vermek gerekirse tekstil endüstrisinde hemen hemen hiç Türk işçi kalmamış, yerini yabancılar almış.    

TÜİK’in 2019 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre, ülkede 83 milyon 154 bin 997 birey yaşıyor. Ancak bu rakam içinde kaç göçmen ve etnik gurup belirtilmiyor.

Dolayısıyla en azından 4 milyon, henüz T.C. vatandaşı olmamış insanın ülkede yaşadığını varsayabiliriz. 

Bu saydıklarımız kuru rakamlar. Göçmen veya mülteci statüsünde olan insanların maddi ve manevi durumlarını açıklamıyor.

Bir ülkeden diğerine göçmenin ne kadar zor olduğunu bu süreci yaşayanlar daha iyi bilir.

Bu insanlar en başta dil sorunları, resmi makamlarla anlaşamama, geçim, çocukları için eğitim gibi sorunları ile karşılaşırlar.

Türk toplumuna entegre olma kabiliyeti gösteremeyenler ise hoşgörü ile karşılaşmayacaklardır. 

Aslında yabancıya, bilinmeyene şüphe ile bakmak çok yaygın bir fenomendir. Yurt dışındaki vatandaşlarımız, yaşadıkları ülkenin dilini, geleneklerini iyice özümsemediklerinde, sıkça bu gibi sorunlardan bahsederler.

ABD’de yaşayan soydaşlarımız, bilhassa 11 Eylül’den sonra kimliklerini gizlemeye, tınısı İngilizce olan adlar kullanmaya başladılar.

Peki bunun çözümü var mı? Tabii ki yok.

Çünkü dünyada savaşlar bitmeyecek, ekonomik sıkıntılar sona ermeyecek.

Mülteci ve göçmenler geçmişte olduğu gibi her dönemde olacak. 


Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Şurası (UNHRC) verilerine göre, dünyada göçe zorlanan 70,8 milyon insan bulunuyor.

Bunun 41,3 milyonu kendi ülkesinde değişik bir bölgeye sürülmüş, 26 milyon civarında insan mülteci durumunda, 3,5 milyonu sığınmacı olmuş, 3,9 milyon ise değişik ülkelerde vatansız (haymatlos) statüsüne sahip.  

Sığınmacıların bulundukları ülke veya toplum tarafından kabul edilmeleri hiç de garanti değil.  

Mültecilerin yüzde 80’i komşudaki değişik ülkelere sığınmış bulunuyor.

En fazla göçmen veren üç ülke mevcut. Filistinlerin dışında 6,7 milyon Suriyeli, 2,7 milyon Afganistanlı ve 2,3 milyon Güney Sudanlı göçmen olarak kamplarda yaşıyorlar.

Bunlara ek olarak Afrika ve Güney Amerika ülkelerinden kaçan mültecilerin dramlarından örnekleri hemen her gün basında görüyoruz. 

Peki bunun çözümü var mı? Hem var hem de yok. 

Olaya kötümser gözle baktığımızda dünyada savaşlar bitmeyecek, ekonomik sıkıntılar sona ermeyecek.

Mülteci ve göçmenler geçmişte olduğu gibi her dönemde olacaktır. 

Ülke yöneticilerinin genellikle tarihten kaynaklanan ihtirasları komşu ülkeleri ele geçirmek şeklinde kendini gösteriyor.

Rusya’nın Gürcistan’ın iki özerk bölgesini ele geçirmesi, Ukrayna’da iç savaşın patlak vermesini sağlayarak ülkenin bir kısmını kendi kontrolü altına alması, hatta Belorusya’yı Rusya’ya katma teşebbüsleri, Sovyetler Birliği'nin dağılmasını hazmedememe olarak algılanabilir. 

Bu ihtirasları nasıl dizginleyebiliriz? 

BM, NATO gibi uluslararası kuruluşların katkısına baş vurmak akla gelebilir.

Ancak bu kurumlardaki üye sayısı çok fazla olduğundan hem hantal hem de ciddi bir tepki gösterme gücüne sahip değiller. 

İyimser perspektiften baktığımızda insan haysiyetini korumayı hedef alan sivil toplum örgütlerinin kamu kurumlarına bu konuda tepki göstermeleri, mülteciler lehine bazı yardım ve desteklerin sağlamasına neden olacaktır.

Bunun örneklerini bilhassa II. Dünya Savaşı Almanya’sında gördük.

Aynı şekilde Türkiye de milyonlarca insanı iç savaştan kurtardı.

Anlaşılan siyasetçiler de bu konuda önemli aktörler olabiliyorlar.

Fakat aynı siyasetçiler güvenlik gerekçesi ile silahlı çatışmaların, savaşların da müsebbibi oluyor.

Sıradan vatandaşların, tek tek buna karşı çıkma imkanı neredeyse sıfır.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU