Avrupa ülkelerinin Filistin'i tanıma süreci pek çoklarına göre insan hakları ve "iki devletli çözüm" adına atılmış cesur bir adım.
Ancak hikâye bu kadar basit değil ve başka bir okuma şart.
Bu hamleler kısa vadede sempati kazanırken uzun vadede Filistin'in fiili hükümranlığını ve toprak haklarını daha da zayıflatacak bir diplomatik örtü görevi de görebilir.
Çünkü Avrupa'nın son dönemdeki tanıma kararları İsrail'in ilerideki işgallerini, nüfus hareketlerini ve nihai olarak "topraksız ve halksız" bir Filistin fikrini meşrulaştıracak bir zemin hazırlıyor.
Sembolik tanıma ile gerçek yetki arasındaki tehlikeli boşluk
Diplomasi dilinde "tanıma" sembolik açıklamalardan statü değişikliklerine kadar pek çok form almaktadır.
Sembolik tanımalar uluslararası sahnede moral ve destek görüntüsü verir ancak sahadaki güç dengelerini değiştirmez.
Eğer tanıma süreci Filistin'in gerçek sınırlarına, toprak bütünlüğüne ve halkının dönüş hakkına eşlik etmiyorsa -yani somut koruma ve uygulama mekanizmalarıyla desteklenmiyorsa- bu tanımaların sonucu sembolik olmaktan öteye gitmez.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu durumda ne olur?
Tanıma, Filistin'i uluslararası hukukta bir statüye kavuşturuyormuş görüntüsü verirken pratikte İsrail'in sahadaki yerleşim, soykırım, kontrol ve güvenlik politikaları devam eder.
Avrupa ise "tanıdık" demiş olur fakat tanımanın içerdiği koruyucu tedbirleri uygulamak yerine normalleşme ve ilişki kanallarını açık tutmayı seçerse sahadaki işgal ve yerleşim gerçekliği devam eder.
Yani, tanıma fiili durumu değiştirmek yerine onu meşrulaştıran bir işlev görebilir.
Diplomatik tanıma için en tehlikeli senaryo normalleşmenin İsrail tarafında "zaman kazanma" stratejisini kolaylaştırmasıdır.
Uluslararası toplumun bazı üyeleri Filistin'i resmen tanıdığını açıklarken sahada olan biteni yeterince sıkı denetlemiyorsa bu durumda işgal uygulamalarının yasal ve meşru olduğu yönünde bir algı güçlenebilir.
Bu da ileride yapılacak toprak ilhakları ve zorla göç gibi politikalar için uygun zemini oluşturur.
Küresel Güney'in sessiz ama derin eleştirisi
Bu noktada yazının merkezine oturması gereken bir gerçeklik daha var.
Küresel Güney yani Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki pek çok ülke Avrupa'nın tanıma hamlelerini "göstermelik" ve "geç kalmış" olarak değerlendiriyor.
Küresel Güney, Filistin'i yıllardır sadece sözle değil fiilen destekleyen ülkeler olmuştur.
BM'de Filistin'in statüsünü yükselten girişimler İsrail'in işgal politikalarını sürekli kınayan açıklamalar ve uluslararası forumlarda Filistin halkının yanında yer almak bu ülkelerin diplomatik yaklaşımlarının temel taşlarını oluşturmuştur.
Bu ülkelerin çoğu Filistin'i zaten 1980'li yıllardan itibaren tanıdı.
Güney Afrika, Hindistan, Brezilya, Çin, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İran, Etiyopya, Endonezya, Nikaragua, Cezayir gibi ülkeler Filistin'in bağımsızlığını hem diplomatik düzeyde tanıdı hem de pratikte destekledi.
Filistin Devleti en hızlı tanımayı Küresel Güney'den gördü.
Bugün ise bu ülkelerin önemli bir bölümü Avrupa'ya şu örtük soruyu yöneltiyor:
Tanımak için yüz binlerce sivilin ölmesini mi beklediniz?
Küresel Güney'in önemli entelektüelleri, diplomatları ve sivil toplum kuruluşları Avrupa'nın bu geç tanıma sürecini bir tür "vicdani makyaj" olarak görüyor.
Üstelik bu makyaj İsrail ile askeri, ekonomik ve teknolojik ilişkiler devam ederken yapılmışsa sahadaki işgali daha da görünmez bir hale getirebilir.
Avrupa'nın tanıma kararları bu ülkelerce politik jestler olarak görülmekle beraber özellikle İsrail'in askeri operasyonları devam ederken atılmış sembolik adımlar olarak değerlendiriliyor.
Bazı Ortadoğu liderleri bu kararların Filistin halkının acılarını dindirmeye yetmeyeceğini hatta İsrail'i cesaretlendirebileceğini belirtiyor.
Küresel Güney ülkeleri Filistin meselesinin çözümünün sadece sembolik diplomatik tanımalarla sağlanamayacağını çok iyi biliyor.
Onlar için bu mesele; toprak, özgürlük, adalet ve ekonomik bağımsızlık gibi somut hakların korunması demek.
Avrupa'nın tanıma kararları bu hakların korunmasına yönelik somut adımlarla desteklenmediği sürece sadece göstermelik adımlardan ibaret kalıyor.
Tarihten ders: Siyasi tanımalar ve sahadaki hak kaybı
Tarihte diplomatik tanımaların sahada yaşayan halkların haklarını güvence altına almadığı örnekler vardır.
Bir devlet statüsünün uluslararası tanınması o devletin vatandaşlarının yaşam koşulları, toprak mülkiyeti veya temel haklarının korunacağı anlamına gelmez.
Bunun için etkili denetim, hukuki mekanizmalar ve gerektiğinde uluslararası yaptırım gücü gerekir.
Avrupa'nın tanıma kararları eğer bu tür uygulayıcı mekanizmalarla desteklenmezse tutsak bir devlet statüsüne yol açabilir.
Yani uluslararası kâğıt üzerinde tanınan ama sahada özerkliği kısıtlanmış bir Filistin.
Buna ek olarak savaş sonrası düzenlemelerde sıklıkla görülen nüfus mühendisliği ve ekonomik yeniden yapılanma planları yerinden edilmiş insanların dönüşünü engelleyebilecek yapılandırmalara dönüşebilir.
Eğer uluslararası güçler Filistin halkının dönüş hakkını etkin biçimde korumadan diplomatik tanımayı tek başına bir çözüm olarak sunarsa sonuç felaket olabilir.
Söz ve eylem arasındaki uyumsuzluğa dikkat etmek gerekiyor.
Önce uluslararası takdir sağlanır (tanıma) sonra sahadaki İsrail'in askeri, idari ve yerleşim kontrolü devam ediyorsa bu ikili yapı Filistin için fiili sınırları bulanıklaştırır.
Aynı şekilde ekonomik şartlı yardımlar, idari özerklik sınırlamaları veya güvenlik odaklı anlaşmalar Filistin toplumunun iç dinamiklerini zayıflatır.
Zamanla Filistin'in kendi toprakları ve nüfusu üzerindeki etkin kudreti erozyona uğrar geriye uluslararası hukuka göre "devlet" tanımı kalır ama gerçekte yaşayan bir halk ve sürdürülebilir toprak bütünlüğü yok olur.
Bu gerçekleşmesi oldukça mümkün olan en tehlikeli senaryonun Avrupa'nın tanıma kararlarını verirken sağlam koruyucu mekanizmaları devreye koymaması halinde istenmeyen sonuçlar çıkacağı kesindir.
Ne yapılmalı? Uyarı ve somut talepler
Eğer Filistin'in gerçekten egemen, meşru, özgür, toprak bütünlüğüne sahip ve nüfusu korunan bir devlet olarak dünya sahnesine çıkması isteniyorsa diplomatik tanıma tek başına yetmez.
Avrupa ve diğer uluslararası aktörler için birkaç somut tavsiye:
- Tanıma kararları; geri dönüş hakkının korunması, yerleşimler ve sınır yapılandırmalarına ilişkin bağlayıcı hukuki taahhütler ve denetim mekanizmalarıyla desteklenmelidir.
- İnsan hakları ihlallerine karışan İsrail'e yönelik uyumlu ve net yaptırım politikaları oluşturulmalıdır.
- Filistin'in iç siyasetinde demokratik vaziyetlerin güçlendirilmesi ve yerel toplumların karar alma süreçlerine etkin katılımı sağlanmalıdır.
- Tanıma süreci şeffaf olmalı; bölgesel aktörlerle koordinasyon ve uzun vadeli bir barış planının parçası olarak açıkça ortaya konmalıdır.
"Görünmez hedef": Topraksız ve halksız Filistin
Avrupa'nın Filistin'i tanıma hamlesi iyi niyetli olabilir.
Lakin iyi niyet yeterli değildir.
Diplomasi, sembolizm ve uygulama arasında güçlü bir köprü kurmazsa bu tanıma kararları yalnızca geçici vicdan rahatlatmaları olarak kalır ve daha tehlikelisi sahadaki gerçekliği meşrulaştırarak Filistin halkının hak kaybını hızlandırabilir.
Gerçek bir adalet arayışı sadece "tanımak"la bitmez.
Çünkü tanımanın arkasında duran koruyucu, bağlayıcı ve denetlenebilir adımlar gerektirir.
Aksi takdirde görünmeyen hedefler yavaş yavaş görünür olacak: topraksız ve halksız bir Filistin tablosu.
Küresel Güney perspektifinden bakıldığında Avrupa'nın yapması gereken sadece tanımak değildir.
Bunun yanında Filistinlilerin haklarını sahada güvence altına almak, işgalleri durdurmak, ekonomik ve insani yardımlarda koşulsuz destek sunmak ve İsrail'e karşı net yaptırımlar uygulamak.
Filistin davası sadece diplomatik yazışmalarla değil gerçek politik irade ile çözülebilir.
Bu yüzden Filistin meselesi uluslararası toplumun vicdan ve adalet sınavıdır.
Avrupa bu sınavda kalıcı ve gerçekçi bir rol oynamak istiyorsa daha fazlasını yapmalı daha cesur adımlar atmalı ve Küresel Güney'in yıllardır dile getirdiği talepleri ciddiye almalıdır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish