Eylül ayında Columbia University Press'ten çıkan Securing Peace in Europe: Strobe Talbott, NATO and Russia after the Cold War başlıklı kitap, Washington'un dış politika çevrelerinde hararetli tartışmalara yol açtı.
Amerikan-Alman Enstitüsü araştırmacılarından tarihçi Stefan Kieninger imzalı bu çalışma, 1990'ların kritik figürlerinden Strobe Talbott'un diplomatik rolüne odaklanıyor.
Talbott, hem Clinton'ın Oxford yıllarından arkadaşı hem de Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin Avrupa ve Rusya politikalarının perde arkasındaki başlıca isimlerinden biriydi.
Kitabı henüz okuma fırsatım olmadı. Ancak kitap üzerine yapılan mülakatları dinledim.
Bu mülakatlardan ve yazarın anlattıklarından çıkardıklarıma göre kitap, özellikle bugün Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle yeniden gündeme gelen bir tartışmayı merkezine alıyor:
NATO genişlemesi, Rusya'yı Batı'dan kopmaya mı itti, yoksa Moskova'nın hiçbir zaman benimsemediği bir güvenlik düzeninde kaçınılmaz bir çatışmanın mı işaretiydi?
Talbott'un yükselişi ve Clinton dönemi
1970'lerde gazeteci olarak Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa üzerine uzmanlaşan Talbott, 1993'te Bill Clinton'ın başkanlığıyla birlikte devlet kademelerine adım attı.
Clinton, dış politikada en çok onun görüşlerine başvuruyordu.
Yazarın aktardığına göre, Talbott'un gündeminde iki kritik dosya öne çıktı:
- Rusya'nın yeni döneme entegrasyonu: Boris Yeltsin ile yakın ilişki kuruldu, Moskova'ya ekonomik ve diplomatik destek sağlandı.
- NATO genişlemesi: Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ittifaka katılma talebine yanıt verilmesi gerekiyordu.
Bu iki hattı bir arada yürütmek zordu.
Clinton yönetimi hem Polonya, Macaristan ve Çekya gibi ülkelerin güvenlik taleplerine yanıt vermeye hem de Rusya'yı dışlamadan sisteme entegre etmeye çalıştı.
1997 tarihli NATO–Rusya Kurucu Senedi, Moskova'yı yatıştırma çabalarının simgesiydi: NATO yeni üyelerde nükleer silah konuşlandırmama, sürekli askeri üsler kurmama taahhüdünde bulundu.
"Maksimum pozitif, minimum negatif" stratejisi
Kieninger'in kitabında aktarılan belgelere göre, Bill Clinton Rusya politikasını şu sözlerle özetlemişti:
Pozitifi maksimize etmek, negatifi minimize etmek.
Bu formül, 1990'ların Amerikan diplomasisinin ruhunu yansıtıyor.
ABD, Rusya'yı G7'ye dahil etti, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü'ne entegrasyonunu destekledi.
Yazarın bulgularına göre, Washington zafer sarhoşluğuyla hareket etmedi; aksine Moskova'yı Batı sistemine çekmeye çalıştı.
Ancak Rusya hiçbir zaman bu düzeni tam anlamıyla kabullenmedi.
Rusya'nın NATO genişlemesine karşı tutumu
Kieninger'in araştırmasında ortaya çıkan belgelere göre, Rusya'nın NATO genişlemesine yaklaşımı başından beri sorunluydu.
Moskova, NATO'nun iç karar alma süreçlerinde söz sahibi olmak istiyordu.
Yazarın aktardığına göre, Ruslar "eşitlik" dediklerinde aslında Avrupalıların kafasının üstünden doğrudan ABD ile anlaşma yapmayı kastediyorlardı.
Bu tutumun somut örnekleri transkriptlerde yer alıyor:
- 1997'de Yeltsin'in teklifi: Clinton'a Baltık ülkelerini NATO dışında tutmak için öneride bulunmuş, Clinton bunu NATO'nun açık kapı ilkesini savunarak reddetmişti.
- Karar alma süreci tartışması: Ruslar NATO'nun kendileriyle önce istişare etmesini, sonra karar vermesini istiyordu. Bu, ittifakın özerk yapısıyla çelişiyordu.
- Konsensüs sorunu: Yazarın belirttiğine göre, post-Soğuk Savaş güvenlik sisteminin altında yatan normlar ve kurallar konusunda hiçbir zaman gerçek bir konsensüs yoktu.
Kieninger'in tespitine göre, Rusya bu yeni düzeni hiçbir zaman içselleştirmedi.
NATO genişlemesini geçici olarak kabullense de asla meşru görmedi.
NATO genişlemesinin gerçek karakteri
Yazarın bulgularına göre, NATO genişlemesi hiçbir zaman Rusya'ya karşı saldırgan bir hamle değildi.
Tersine, Washington bu süreci mümkün olduğunca Rusya dostu hale getirmeye çalışmıştı:
Verilen tavizler:
- NATO, yeni üye ülkelerde nükleer silah konuşlandırmama taahhüdü verdi.
- Doğu Avrupa'da kalıcı savaş birlikleri yerleştirmeme sözü verildi.
- Askeri altyapı yatırımları minimum düzeyde tutuldu.
Sürecin karakteri:
- Kieninger'in aktardığına göre, genişleme girişimi Washington'dan değil, Doğu Avrupa ülkelerinden geldi.
- Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa, Çek lideri Václav Havel gibi figürler baskı yaptı.
- Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra ilk genişleme 10 yıl sürdü - bu da kademeli bir yaklaşımı gösteriyor.
Kosova ve kırılma noktaları
1999'daki Kosova savaşı, ABD–Rusya ilişkilerinde başka bir dönüm noktası oldu.
NATO'nun Yugoslavya'ya karşı yürüttüğü operasyon Moskova'da büyük tepki topladı.
Yazarın aktardığına göre, Talbott Rusya'yı çözümün bir parçası haline getirmek için yoğun diplomasi yürüttü; sonuçta NATO–Rusya ortak barış gücü (KFOR) modeli ortaya çıktı.
Ancak transkriptlerde belgelenen durum şuydu:
Kosova krizi sırasında Rusya'nın tutumu, gelecekteki sorunların işaretini veriyordu.
Moskova, NATO'yu giderek kendi sınırlarına yaklaşan ve etki alanını daraltan bir tehdit olarak algılamaya başladı.
Putin'in yükselişi ve erken uyarılar
Kieninger'in belgelerinde ortaya çıkan en çarpıcı bulgulardan biri, Talbott'un Putin hakkındaki erken değerlendirmeleri.
Yazarın aktardığına göre, ilk karşılaşmada bile Putin'in güvenilmez ve sınırları test eden bir lider olacağını sezmişti.
- İlk karşılaşma: Haziran 1999'da Putin, Kosova havaalanının Rus birlikleri tarafından işgali konusunda Talbott'a yalan söylemiş. Bir gün sonra gerçekten de Rus birlikleri harekete geçmişti. Bu olay, Amerikalı diplomatın Putin'i "güvenilmez" olarak nitelendirmesine yol açtı.
- Erken tespitler: Transkriptlerde yer alan bilgilere göre, Talbott Putin'i "çakal gibi" olarak tanımlamış ve Clinton'a mesafeli durmasını tavsiye etmişti. Bu tavsiyelerin arkasında, Putin'in hala "KGB subayı" zihniyetiyle hareket ettiği değerlendirmesi yatıyordu.
- Avrupa'nın farklı yaklaşımı: Yazarın bulgularına göre, Avrupalı liderler (özellikle Tony Blair ve Gerhard Schröder) Putin'i ekonomik modernleşme için bir ortak olarak görmeye daha meyilliydi. Bu durum, Talbott'un 2000 yılında Clinton yönetiminin G8 içinde yalnız kalma tehlikesine dikkat çekmesine neden olmuştu.
ABD'nin tutarlı duruşu
Kieninger'in araştırmasına göre, ABD hiçbir zaman NATO genişlememe sözü vermedi. Yazarın belgelerinde net olarak ortaya çıkıyor ki:
- Açık kapı politikası: Clinton yönetimi, NATO'nun prensip olarak tüm Avrupa ülkelerine açık olduğunu sürekli dile getirdi
- Gradüel yaklaşım: Genişleme 10 yıllık bir süreçte, kademeli olarak gerçekleşti
- Entegrasyon çabası: Her adımda Rusya'yı sisteme entegre etme çabaları sürdürüldü
Transkriptlerde yer alan bilgilere göre, "bir inç doğuya genişlememe" sözü Almanya'nın doğu sınırları bağlamında konuşulmuş, diğer ülkeler için böyle bir taahhüt hiç verilmemişti.
Post-Soğuk Savaş döneminin gerçek karakteri
Kieninger'in tespitine göre, post-Soğuk Savaş dönemi sanıldığı gibi istikrarlı değildi.
Yazarın bulgularında şu çatışmalar dikkat çekiyor:
- Bosna Savaşı (1992-1995)
- Kosova Krizi (1999)
- Çeçenistan'daki çatışmalar
- Gürcistan'daki erken gerginlikler
Bu veriler, "Batı Rusya'ya söz verdi ama tutmadı" anlatısının aksine, dönemin başından beri sorunlu olduğunu gösteriyor.
Bugüne yansımalar
Kieninger'in çalışması, günümüz tartışmalarına 3 önemli ders sunuyor:
- Sistemik sorun: Rusya hiçbir zaman yeni güvenlik düzenini içselleştirmedi. NATO genişlemesini geçici olarak kabullense de asla meşru görmedi.
- İstikrarsızlık sürekliliği: Post-Soğuk Savaş dönemi sanıldığı gibi barışçıl değildi. Bosna, Kosova, Çeçenistan ve Gürcistan gibi krizler bunun göstergesiydi.
- "Aldatıldık" söyleminin zayıflığı: NATO hiçbir zaman genişlememe sözü vermedi; aksine Rusya'yı entegre etmeye dönük somut tavizler verdi.
Transkriptlerde yer alan bulgulara göre, bugün Ukrayna'daki savaş 1990'larda yarım kalan tartışmaların devamı olarak okunabilir.
Putin'in "NATO bizi kuşattı" söylemi, Rusya'nın kendi emperyal güvenlik algısını yansıtan stratejik bir anlatıdan ibaret.
Açık sorular
Kieninger'in araştırması tarihi kayıtları netleştirse de bazı temel sorular tartışmaya açık kalıyor:
- Rusya ile kalıcı bir barış hiç mümkün müydü, yoksa bugünkü çatışma kültürel ve sistemik nedenlerle kaçınılmaz mıydı?
- 1990'lardaki "kayıp fırsat" argümanı gerçekten geçerli mi, yoksa Putin'in yükselişi Rus siyasi kültürünün doğal sonucu muydu?
- Farklı bir Amerikan yaklaşımı -daha yumuşak ya da daha sert- Putin'in yörüngesini değiştirebilir miydi?
- Avrupalıların Putin'e yaklaşımı gerçekten bir "modernleşme şansı" mıydı, yoksa stratejik bir yanılsama mıydı?
Washington'da süren bu tartışmalar, yalnızca tarihçileri ilgilendirmiyor.
Ukrayna savaşının geleceği ve Rusya ile nasıl bir ilişki kurulacağı konusunda alınacak kararlar, 1990'ların deneyimlerinden çıkarılacak derslerle şekillenecek.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish