Geçen hafta başında ABD Başkanı Donald Trump, Venezuela'dan geldiğini iddia ettiği uyuşturucu taşıyan bir botu imha ettiklerini duyurdu.
Bu 2 Eylülden beri ABD Güney Ordusuna bağlı kuvvetlerin Karayip bölgesinde imha ettiği üçüncü bot oldu.
Trump, önceki operasyonlarda olduğu gibi, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'yu "ABD'ye uyuşturucu ve suçlu" göndermekle itham etti.
Zira Nicolas Maduro hakkında ABD tarafından "Cartel de los Soles" adı verilen uyuşturucu kartelini yönettiği iddiasıyla ve "küresel terörist" sıfatıyla yayınlanmış bir yakalama emri var.
Ancak bu nasıl bir kartelse şu ana kadar örneğin koka tarlası gibi bir uyuşturucu üretim alanı ve laboratuarı yakalanmadı.
ABD'ye en çok uyuşturucuyu sokan kartel olarak sınıflandırılıyor ama her nasılsa ABD içinde uyuşturucu sattığına dair herhangi bir kanıt yok.
Dahası kartelin para trafiğine ilişkin şu ana kadar hiçbir mali operasyon yapılmamış.
Kolombiya devlet başkanı Gustavo Petro, 25 Ağustosta X hesabından açıkça böyle bir kartelin var olmadığını yazdı.
Petro'ya göre bu kartel hükümetleri devirmek için aşırı sağın uydurduğu bir bahane.
7 Ağustosta güncellenen ABD Dışişlerinin resmi sitesinde Maduro'nun yakalanmasına yol açacak bilgi için 50 milyon USD ödül verileceği yazıyor.
Bu rakam 2020 Martında 15, Trump'ın tekrar başkan olduğu 2025 Ocak ayında 25 milyondu.
Oysa aradan geçen bu 5 yılda Maduro ile Washington arasında onlarca tutuklu değişimi, seçimlerin ortak planlanması, muhalefete aracılık gibi sayısız diplomatik temas gerçekleşti.
Hatta Maduro'nun 2022 Kasımında Şarm El-Şeyh'deki "COP27" konferansında Biden'in özel temsilcisi John Kerry ile herkesin önünde gerçekleşen bir buluşması var.
Daha bu yıl Ocak ayında Trump, özel temsilcisi Richard Grenell'i Maduro'ya gönderdi.
Bu görüşme neticesinde varılan anlaşmayla, ABD'den her hafta 2 uçak dolusu Venezuela vatandaşı göçmen Caracas'a getirilerek "deport" ediliyor.
Maduro'nun yeniden hedefe konduğu Temmuz ayından bu yana ABD Güney Ordusu Venezuela açıklarına 8 savaş gemisi, birkaç P-8 gözetleme uçağı ve bir saldırı denizaltısı konuşlandırdı.
4 büyük savaş gemisi, 4500 asker, 2200 deniz piyadesi, AV-8B Harrier saldırı uçakları, iki güdümlü füze destroyeri de Güney Karayiplerde bulunuyor.
Ayrıca Trump, Porto Rico'ya 10 F35 savaş uçağının da konuşlanmasını emretti.
Geçen hafta konuyla ilgili senatoya verilen bilgide Trump'un emrinin tam kapsamı açıklanmadı zira emir "gizli" tutuluyor.
Açıklandığı kadarıyla tüm bu yığınak uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele adına yapılıyor.
Fakat eğer amaç buysa askerler yanlış yerde bulunuyor çünkü ABD'ye giren uyuşturucunun çok azı Karayip denizinden ilerliyor.
Asıl yığınak yapılması gereken yer tam tersine Pasifik denizi olmalı zira Güney Amerika kökenli kokainin yüzde 70'i buradan Meksika'ya ulaşıyor.
Yüzde 20 kadar uyuşturucu Orta Amerika Koridorundan geçiyor. Toplam uyuşturucunun yüzde 90'ı Meksika sınırından geçerek ABD'ye ulaşıyor.
Uyuşturucunun çok az bir kısmının Haiti, Bahamalar, Jamaika'dan Avrupa ve ABD'ye gittiği biliniyor ama burasının da Güney Ordusunun yığınak yaptığı Karayip deniziyle ilgisi yok.
Kaldı ki Venezuela'dan ABD'ye uyuşturucu taşımak neredeyse imkansız.
Bu ülke zaten uyuşturucu üreticisi değil ama büyük petrol rezervlerine sahip.
2000'de Chavéz'in iktidara gelmesiyle bu ülkeye yönelen ABD tehdidi, Bolivarcı yönetimin petrolü Washington'a karşı stratejik bir silah olarak kullanmaktaki ısrarının bir sonucu.
Trump'ın ilk başkanlık döneminde (2017-21) ortada hiçbir uyuşturucu suçlaması yokken de ABD'nin Venezuela'da rejimi yıkma planları bir sır değildi.
Aksine Venezuela'ya askeri istila, açıkça dillendiriliyordu.
Dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ayrıldıktan sonra yayımladığı kitabında, Trump'ın Venezuela'yı işgal etmenin "harika" olacağını çünkü "aslında Amerika Birleşik Devletleri'nin bir parçası" olduğunu söylediğini yazdı.
Nihayetinde Trump ilk döneminde, Maduro hükümetine karşı bir dizi ağır ekonomik yaptırım uygulamış ve o zamanki muhalefet lideri Juan Guaidó'yu ülkenin meşru lideri olarak tanımıştı.
Burnunun dibine gelen askeri tehdide karşı neredeyse savunmasız bekleyen Maduro, 6 Eylülde son bir çare olarak Trump'a mektup yazdı ve uyuşturucu iddialarıyla ne kendisinin ne de ülkesinin ilgisi olmadığını anlattı.
Herkesin dikkati Maduro'nun akıbetine yöneldiği sırada beklenmedik bir şey oldu.
Trump, Venezuela'nın komşusu ve ABD'nin stratejik ortağı Kolombiya'yı uyuşturucuyla mücadele konusunda yeterince iş birliği yapmamakla suçlayıp ülkeyi "sertifika dışı" (decertification) ilan etti.
Kolombiya'daki ABD Büyükelçiliği, Dışişleri bakanı Rubio'nun açıklamalarıyla eş zamanlı olarak Petro hükümetini hedef alan bir bildiri yayınladı.
Decertification kararı önemli bir politika değişikliğini ifade ediyor.
Petro yönetimi geçmiş hükümetlerin yaptığı gibi havadan zehir bombaları atmıyor ya da koka ekildiği iddiasıyla ormanları yakmıyor.
Bu kararla Washington, Kolombiya'yı yeniden bir iç çatışma dönemine doğru itiyor.
İkincisi, Petro ABD'nin Venezuela'ya olası bir askeri müdahalesine de şiddetle karşı çıkıyor.
Petro, bir ABD müdahalesinin Kolombiya'yı Venezuela ile beraber "Suriye" senaryosuna sürükleyebileceği uyarısında bulunuyor.
ABD Büyükelçiliğinin açıklamasında Petro suçlanırken Kolombiya ordusunun övülmesi, yukarıdaki iki başlıkta, önümüzdeki dönem Kolombiya Silahlı kuvvetlerine biçilen misyon işareti olarak değerlendirilebilir.
Askeri tarihçiler şu anda ABD'nin Karayiplerde savaş gemileriyle kurduğu baskıyı "Gambot Diplomasisi" olarak adlandırıyor.
Geçen yüzyılın başında ABD bölgede, İngiliz ve Fransızlarla beraber benzer bir denizden kuşatma uygulamıştı.
1902'de Venezuela borçlarını ödemediğinde denizden top atışına tutulmuş ve başkan düşürülmüştü. 1911'de aynı şey Honduras için geçerli oldu.
ABD sonra bir adım ileri giderek Nikaragua'yı 1912'de, Haiti'yi 1915'te ve Dominik'i 1916'da işgal etti.
Yalnız bu operasyonlar gelişi güzel biçimde gerçekleşmedi. Belli stratejik hedeflere uygun yapıldı.
Örneğin 1878'de Küba'ya yapılan müdahalenin bir gizli amacı da ilerde Panama'ya yapılacak olan operasyona zemin sağlamaktı.
1855'ten itibaren İngiliz ve ABD şirketleri, iki okyanusu birbirine demiryoluyla bağlamıştı.
Bir kanal inşa edilmesi fikri o zamanlardan beri vardı, ama Panama diye bir devlet mevcut değildi.
Panama Kanalı'nın bulunduğu topraklar Kolombiya'ya aitti. Kolombiya senatosu ABD'nin ayrı bir devlet yaratma niyetinin farkına vararak kanal projesini yasadışı saydı.
Bunun üzerine 1904'te ABD donanması bölgeyi işgal ederek Panama'nın ilk fiili sınırlarını çizdi ve Panama Kanalı'nı 1999 yılına kadar işgal altında tuttu.
Kağıt üstünde Panama bağımsızdı. Gerçekte ise kanal boyunca sağlı sollu 8'er kilometre ülkeyi bölen sınır vardı.
Buraya Panamalılar giremiyor, bayrakları dalgalanmıyordu.
Trump muhafazakarlığı, "eskiden ABD'nin olan"ın yeniden ele geçirilmesi üzerine kurgulanan bir tür fetihçilik.
ABD -1977 varılan Torrijos-Carter anlaşmasıyla- Panama Kanalındaki açık işgali 1999'da kaldırdı.
Anlaşma imzalandıktan 12 yıl sonra 1989'da yine uyuşturucu trafiği bahanesiyle bu ülkeyi işgal etti ve fiili başkan durumundaki General Noriega'yı tutuklayıp hapsetti.
ABD'yi kanalın egemenliğini iade etmeye zorlayan Panama lideri General Torrijos da 1981'de uçağı düşürülerek öldürüldü.
Ne tesadüftür ki, ABD Güney Ordusunun Venezuela açıklarına konuşlandığı sırada 11 Ağustosta Birleşmiş Milletlerde ABD, Çin'in Panama Kanalındaki etkinliğinin küresel ticareti ve güvenliği tehdit ettiğini iddia etti.
Çin ise ABD'nin suçlamalarını kanalı ele geçirmek için bahane olarak nitelendirdi.
Trump, geçen yıl seçimleri kazanmadan önce ABD'nin Panama Kanalı'nı geri almayı düşünmesi gerektiğini söylemiş ve Panama'yı Çin'e nüfuzunu devretmekle suçlamıştı.
Trump'ın sürekli Panama'yı hedef göstermesi hızla sonuç verdi ve bu ülke yönetimi ABD askeri gemilerine geçiş ücretlerinin geri ödenmesini ve ABD askeri personelinin Panama üslerine dönüşümlü olarak konuşlandırılmasının kabul etti.
Dahası Panama, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'nden çekildiğini duyurdu ve kanalın Atlantik ve Pasifik çıkışlarında Çinli firmaların işlettiği iki limanın sözleşmelerinin usulsüz olduğunu söyleyerek iptal yolunu açtı.
Trump kanaldan geçen ABD konteyner trafiğinin yüzde 40'ını oluşturan gemilerin ücret ödemeyeceği söylese de henüz o kadarını başaramadı.
Trump'ın baskıları neticesinde geri adım atan Panama hükümetine yönelik öfke giderek büyüyor.
2023'te protestolarla sarsılan bu ülkede ekonomik sorunlarla mücadele ile ABD karşıtlığı paralel biçimde gelişiyor.
Zira kanal, Panama'nın siyasi ve ekonomik bağımsızlığının yegane sembolü.
Trump'ın Karayipleri denizden kuşatması; bazı ülkeleri istila, bazılarında da rejim devirme tehdidiyle yarattığı istikrarsız ortam kısa vadede ABD lehine olabilir.
Ama Trump'ın oynadığı kumar, uzun vadede ABD'nin kendi kıtasında yalıtılmasına yol açacak sonuçlar doğurabilir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish