İsrail'in kuruluşu esnasındaki şartlar ve o dönemde atılan/atılamayan adımlar bugünün ortaya çıkmasına en büyük etkendir.
Tarih bize çok önemli ipuçları verir.
Gelin şimdi ilk Arap-İsrail Savaşı dönemini (1948-1949) mercek altına alalım.
Okuyacağınız bu makalede önemli ölçüde "durum" verilecektir.
Okuduklarınız her ne kadar bu işin başlangıcı, kuruluş aşaması ve ilk savaşın sebep ve sonuçları ise de sizler bugünkü durumla karşılaştırabilecek türden önemli örnekleri bulabileceksiniz.
Genel ortam
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sona ermişti, ancak dünyaya denge gelmemişti.
Rusya'da 1917 Bolşevik Devrimi gerçekleşmişti.
Bu süreç bir iç savaş şeklinde cereyan etti.
Bu iç savaş (1918-1920) ve Rus-Polonya Savaşı (1919-1920) zamanında çok sayıda Rus Yahudi'si yer değiştirdi.
Filistin'e göç edenlerin sayısının 37 bin kadar olduğu bildirildi.
Bu kez II. Dünya Savaşı (1938-1945) dünyayı kasıp kavurmuştu.
II. Dünya Savaşı'nda Hitler Almanya'sı Yahudilere soykırım yaptı.
Birçok Yahudi soykırıma maruz kaldı ve birçoğu da kendine yaşayacak bir yer (yurt) bulma yoluna gitti.
Avrupa'da Yahudiler Filistin'e göç ettiler.
Filistin bölgesindeki Yahudi popülasyon 230 bin civarındaydı.
Sonrasında iki kutuplu dünya diye bir süreç ortaya çıkmış, Soğuk Savaş başlamış, SSCB'nin başını çektiği Doğu dünyası ile ABD'nin başını çektiği Batı dünyası büyük bir rekabete girişmişti.
İngilizlerin hâkim olduğu dünya diyebileceğimiz zamanın sonlarında, 1920'de, Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam) kurulmuştu.
Manda dönemi (bu kapsamdakilere ait karar alınması ve uygulamaya başlanması) Milletler Cemiyeti'ne denk gelmişti.
Bundan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin geliştiği ve uluslararası politikada öne çıktığı dönem başladı.
Bu kez 1945'te, bugün de varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler kuruldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türkiye'ye de bakalım.
Yapabileceğiniz zihni kıyaslamalar için yararlı olabilir.
I. Dünya Savaşı'nı Almanya kaybedince onun yanında saf tutan Osmanlı da yenilmiş oldu.
Yenik Osmanlı Devleti 1920'de Sevr Anlaşması imzaladı.
Değil Ortadoğu coğrafyası, Anadolu bile paylaşılmıştı.
Galip devletler: İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Amerikalılar, vs.
Sonra Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 1919-1922 arasında Kurtuluş Savaşı yapıldı.
İngilizlerin de desteklediği işgalci Yunanlılar mağlup edildi ve 1922'de Mudanya Mütarekesi, 1923'te de Lozan Anlaşması imzalandı.
İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri 1923'te ülkeyi terk etti.
Son Padişah Vahdettin ise bir İngiliz zırhlısıyla 1922'de Malta'ya gitti.
Artık Türkiye'de I. Dünya Savaşı'nın yaraları sarılıyordu.
1938'de Atatürk vefat etmiş, 1945'lerden itibaren ülkede çok partili hayata geçilmişti.
Türk hükümeti, II. Dünya Savaşı'na fiilen girmemek adına büyük çaba sarf etmişti.
II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB açıkça Türkiye'den, Doğu illerinden belli bir parça ve Boğazlar'da egemenlik hakkı istemişti.
Türkiye 1952'de NATO'ya girdi.
Böylelikle Türkiye tam olarak Batı Bloğu içindeydi.
Bu genel durumu ana hatlarıyla belirttim ki İsrail-Filistin arasındaki gelişmeleri doğru okuyabilelim.
İsrail'in kuruluşu
Theodor Herzl ile beraber Avrupa'daki Yahudiler ilk önemli adımlarını attılar.
1897'de Basel'de Birinci Dünya Siyonist Kongresi toplandı.
O tarihlerde İsrail diye bir ülkenin kuruluşu düşünülürken akıllarda iki aday yer vardı, Arjantin veya Filistin (o dönem bölgenin adı buydu).
Osmanlı'nın elindeyken Filistin, Suriye'nin bir parçasıydı ve bölgede huzur ve sükûn vardı.
Savaş, İngilizlerin bölgede siyaseti değiştirmesi, Şerif Hüseyin olayı, huzursuzlukların başlaması demek oldu.
Tabi enerji politikaları bölgeyi hiç bırakmadı.
İngiliz Lloyd George hükümetinde Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour, 1917'de Dünya Siyonist Hareketi'nin başındaki Lord Rothschild'e bir mektup gönderdi.
Balfour, bu mektubunda, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması konusunda İngiliz hükümetinin destek vereceğini bildirdi.
Buna Balfour Deklarasyonu (Bildirgesi) dendi.
I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin coğrafyası İngilizlerin elinde kaldı.
San Remo Konferansı (1920) ile Filistin bölgesi İngilizlere verildi.
Dolayısıyla Filistin, 1922-1948 arasında bir İngiliz Mandası oldu.
Bu zamanın başlangıcında (1922) Filistin bölgesinde Yahudi/Arap nüfus oranı şöyleydi: Yüzde 11 Yahudi vardı, süreç ilerledi, 1946'da bu oran yüzde 31 oldu.
Manda döneminde bölgedeki Yahudilere İngilizler biraz daha imtiyazlı davrandılar.
İngiltere, Manda döneminde istikrarı sağlayamadı ve doğru bir politika da geliştiremedi.
Arap ayaklanmaları oldu, çatışmalar yaşandı, bunlarla baş edemedi veya sorunun gelişmesine dönük sonuçlar üretti.
Londra bir komisyon kurdu ve bir rapor hazırlandı (1939 Beyaz Kâğıdı).
Bu raporda, Kraliyet hükümetinin politikasının bir Yahudi devleti kurulmasıyla ilgili olmadığı yazılı idi.
Ayrıca, Hitlerin zulmünden kaçan Yahudiler de vardı.
Hepsi birleşince, İngilizlere karşı Yahudiler de isyan etmeye başladılar.
Silahlı Yahudi gruplar oluştu ve terör eylemleri yapmaya başladılar (King David oteli saldırısı).
1945'te Yahudi silahlı örgütler şunlardı: Haganah, Irgun ve Leh.
Yahudiler, İngilizlerin zayıflığını görünce Siyonist örgüt faaliyetlerini ABD'ye taşıdı.
Zaten Rothschild'ler de daha çok ABD'de güçlüydü.
I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde 1913'te Rothschild'ler servetlerini Londra'dan New York'a taşımışlardı, hatta aynı tarihe dikkat çekmem gerekir, Federal Reserve'nin (FED) kuruluşu da bu tarihtir.
Bu karmaşa sürerken İngilizler, Filistin İdaresi Meselesi'ni yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e taşıdılar.
Bu konu BM dahil uluslararası alanda "Filistin meselesi" olarak ifade edildi.
Filistin meselesi esasen o dönem; Mandacı İngiltere, Araplar, Yahudiler, Kudüs (3 dinin merkezi) olarak açıklanmaktadır.
Bugün dahi bazı yazarlar "Filistin'in meselesi yok, asıl mesele İsrail" demektedir.
Ancak "mesele" sözcüğünün tarifi, bölgesel isimle ve idaresiyle alakalıdır, halkalarla değildir.
Hatta ileride açıklayacağım, savaş sonrasında ortaya çıkan durum da böyle tarifleri kullanmaktadır.
Önemli olan bu değil.
Ortada büyük bir sorun var ve çözüm arayışı içinde çok çalışmak gerekir.
1947'de BM Filistin Özel Komisyonu (UNSCOP) kuruldu.
Komisyon bir rapor hazırladı.
İki öneri vardı: Çoğunluk ve Azınlık Planı.
- "Çoğunluk Planı"na göre Filistin üç bölge (Arap, Yahudi ve bağımsız Kudüs) önerilmekteydi.
- "Azınlık Planı"na göre Filistin başkenti Kudüs olan bir federal devlet olacak ve içinde Araplar ile Yahudiler paylaşımcı olacaklar.
Yahudiler "Çoğunluk Planı"nı, Araplar ise "Azınlık Planı"nı istediler.
BM Genel Kurulu 1947'de oylama yaptı ve Çoğunluk Planı (181-A) kabul edildi.
İngiltere 1948'de Filistin bölgesinden askerini çekeceğini ilan etti ve çekti, Manda idaresi sona erdi.
Ancak bahsedilen manada Filistin meselesi devam etti.
İngiltere asker çektikten bir gün sonra, 14 Mayıs 1948'de, Tel Aviv'de, David Ben Guryon başkanlığındaki Yahudi Ulusal Konseyi İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti.
İsrail'i 14 Mayıs 1948'de ilk tanıyan ABD oldu, hemen peşinden ikinci olarak SSCB tanıdı.
Esasen SSCB, Arap-İsrail Savaşı 15 Mayıs'ta başlayınca, 2 gün sonra, 17 Mayıs'ta İsrail'i tanıdı.
Durum tespiti
Yahudiler: İsrail Devleti kuruldu.
Ülke, ulus, devlet üçlüsü tamamlandı ve egemenlik hakları gereği ülkesindeki imar ve kurumsal faaliyetlerini başlattı, anayasasını yazdı, kanunlarını çıkarmaya ve başka ülkelerle/devletlerle karşılıklı anlaşmalar yapmaya başladı.
Uluslararası sistemin tanıyacağı bir ülke sınırları ("Çoğunluk Planı" ile belirtildiği şekilde) belli; Yahudi halkı mevcut nüfusu ile bir ulus oldu; devlet ilan edildi ve idaresi hemen göreve başladı.
Araplar: Filistin (veya Filistin Arap Devleti gibi başka bir isimle) devlet kurulmadı.
Uluslararası sistemin tanıyacağı bir ülke, ulus, devlet üçlüsü tamamlanmadı ve egemenlik hakları gereği ülkesindeki imar ve kurumsal faaliyetlerini başlatması söz konusu olmadı.
Ülke sınırları (Çoğunluk Planı ile belirtildiği şekilde) belli idi, ancak bölgenin tümünü Filistin ülkesi olarak kabul etmekteydiler.
Bu ise BM kararı ile artık ortadan kalkmıştı. Filistin halkı mevcut nüfusu ile bir ulus tanımına dahil değildi, Arap topluluklar olarak anılıyordu.
Devlet ilan edilmedi ve Arapların idaresi başka ülkelerin (Mısır, Ürdün, Irak, Lübnan, Suriye ve Suudi Arabistan) kontrolündeydi.
Birinci Arap-İsrail Savaşı ve sonuçları
Aslında kendi iradeleriyle Araplar bu tanımlı Filistin meselesinin bir yola konmasını sonraya bıraktılar, yani önce savaşıp İsraillileri alt edeceklerdi ve sonra kendi isteklerine göre süreci belirleyeceklerdi.
Aslında Araplar, Filistin Araplarına neyi sorup sormadıklarını, onların iradesi neydi, bunu da açıklamadılar.
"Biz, Arap Birliği olarak böyle istiyoruz" dediler.
Araplar bu durumu kabul etmediler ve İsrail ile savaş yapmak için harekete geçtiler.
15 Mayıs 1948'de "Birinci Arap-İsrail Savaşı" başlamış oldu.
"Arap Birliği" olarak isimlendirilen ülkelerin askeri güçleri, yaklaşık 1 yıl süren bu savaşı sonuçta kaybettiler.
O tarihte ABD böyle bir savaşı reddetmişti.
ABD ile İngiltere, savaş çıkar çıkmaz, Doğu Akdeniz'de, Filistin bölgesi kıyılarında, ablukaya başladılar.
Bu ablukanın amacı savaşan her iki tarafa da silah yardımının gelmemesiydi.
5 ülkeden harekete geçirilen birliklerden müteşekkil Arap ordusu koordinasyon ve iş birliğinden yoksundu.
Buna karşılık kısa sürede 75 bin askerini hazır eden İsrail savaşa daha fazla hazırdı.
Devlet ilanı öncesinde çeşitli silahlı Yahudi grupları boş durmamışlardı, zaman içinde nizami bir ordu olmaya da çalışmışlardı.
Savaş başladığında asıl hazır taraf İsrail ordusuydu.
Bu arada özellikle Sovyetlerden destek almışlardı.
SSCB ise kendine avantaj elde edebileceğini hesap etti ve İsrail'i tanıma yolunu seçerek Arapların karşısında yer almış gibi göründü.
SSCB, Çekoslovakya'da İsrail'e hava köprüsü kurdu, makineli tüfek, top, mühimmat, gibi askeri yardım yapmaya başladı.
Şunu da unutmayalım, SSCB ve özellikle Moskova'da Rus Yahudileri de bir hayli önemliydi. (Bugün de buna yakın.)
Savaş başlar başlamaz BM sürekli olarak bir ateşkes yapılmasını istedi ve diplomatik çaba içinde bulundu.
Ne zaman ki Araplar savaşı kaybetti, o zaman ateşkes söz konusu oldu.
Bunun için ayrı ayrı; İsrail ile Mısır, Lübnan, Ürdün, Suriye ateşkesleri yapıldı.
Irak ile ateşkes yapılmasına gerek duyulmadı.
Bu ateşkeslerin her birinde İsrail topraklarını genişletecek şekilde (fiili) sınırlarını yeniden işaretledi.
İlk BM kararı ile kendine tanınan toprakların üzerine yeni yerler aldı.
Savaş sonundaki tabloya bakılırsa, BM'nin taksim kararına göre:
- Toplam Filistin bölgesinin dörtte üçünü İsrail ele geçirmiş oldu,
- Kudüs kenti bütünüyle uluslararası statüde olacağı halde, yarısı İsrail'in eline geçti, yarısı da Ürdün'de kaldı. Hatta 1967 Savaşı sonrasında İsrail, Kudüs'ün tamamına sahip oldu, bu yarı parçayı Ürdün'den aldı.
Aslında bu imkânı İsrail'e savaş yoluyla da olsa Araplar verdi.
Ama Filistinli Araplar yine sahnede değildi. İsrail'e meydan okuyan diğer ülkelerin Arapları kaybettikçe, Filistin'dekilerin kaybı olmaktaydı.
Başka sonuçlar neler oldu?
- ABD ve İngiltere sürecin başından itibaren bu duruma hakimiz diye düşünmüşlerdi, ancak öyle olmadı. İsrail, bu ülkelere rağmen kendi ulusal çıkarları için savaş yaptı, SSCB ile gizli faaliyetler içine girdi. ABD ve İngiltere kadar Araplar da bu yeni durumu göremedi. Araplar kaybetti, ama ABD ve İngiltere neyi kaybetmeye başladıklarını düşünerek, imkân buldukça telafi politikalarına başladılar. Özellikle de bölgede petrol ile ilgili konuları kontrol etmeye başladılar. Buna dair Körfez'de ülkeler kurdurdular, uluslararası kurumları işlettiler, rejimleri tekrar kendi yanlarına çekmeye başladılar. Tabii bütün bunlar süreç içinde oldu. Aynı zamanda İsrail'e daha fazla yaklaşıldı, Yahudi lobileriyle ilişkiler güçlendirildi, yeni Yahudi-Amerikan ortak şirketleri kurulmaya başlandı. Soğuk Savaş'ın Ortadoğu bölgesine olan etkisi yönetildi.
- ABD, İngiltere ve Fransa, tüm Ortadoğu için silah ambargolarını daha yaygınlaştırdı. Bunun için 1950'de bir deklarasyon yayımladılar. Özellikle Arap ülkeleri ile askeri-güvenlik ilişkileri çok hassas yürütülmeye başlandı. Başlarda böyleydi. Ancak SSCB bunu da kendine avantaj olarak çevirdi, ülkeleri silahlandırma yolunu seçti. Ucuz silahı ele geçirenler hem kendi ülke içinde hem de bir başkasına karşı istikrarsızlık sürecini başlattı. İsrail ise bu süreci, kendi silahlanma yollarını açık tutacak politikaları olarak, Soğuk Savaş'ın rekabetine bakarak kullandı. En sonunda da ABD İsrail'e silah ve teknoloji yığmaya başladı, Fransa nükleer teknolojiyi aktardı.
- Yaklaşık 1 milyon (500 bin ila 940 bin arasında ifade edenler var) Filistinli Arap'ın yerinden edilmesi, yani mülteci sorunu oldu. BM bu mülteciler meselesini, "Filistin meselesi" olarak dokümanlarına kaydetti. Hatta bu tür mülteci hareketi olunca BM'de "bağımsız bir Filistin devleti olmalı mı olmamalı mı" sorusu ortaya çıktı, buna da "Filistin meselesi" dendi.
- Mısır Kralı Faruk devrildi. Yerine 1952'deki darbeyle, o zaman kadar gizli bir teşkilat olan Hür Subaylar Komitesi'nin başındaki Yarbay Cemal Abdülnasır Hüseyin (kısaca Nasır olarak bilinir) geldi. Bunun yansımaları başka ülkelere de oldu. Nasır'ın politikaları Ortadoğu'da "Arap milliyetçiliği" kavramının gelişmesine sahne oldu.
- Bu darbeyle, Ortadoğu'nun başka ülkelerinde, "Arap monarşilerine" karşılık, ilerici "Sosyalist-Cumhuriyetçi" rejimler kurmak için bazı hareketlerin önü açılmış oldu. Başka deyişle savaş sonrasında Ortadoğu'da SSCB kendi nüfuz alanını yaratmaya başladı, Arap ülkelerine sosyalizmi, Rus silahlarını ve para birimi rubleyi yaymaya başladı. Mısır'dan sonra, Irak, Suriye gibi ülkelerde yönetimler uzunca süre nasıl oldu, hatırlayın. Bu durum ancak Soğuk Savaş'tan sonra SSCB yıkılınca, 1991'den itibaren ABD bölgeye müdahale edince değişmeye başladı.
- Bu ilk savaş ateşkeslerle sonuçlandı. Ancak bir barış anlaşması yapılmadığı için mevcut şartlar devam etti. Aslında bunun devamında gelecek savaşlar, 1948-1949 savaşının tam sonlandırılmaması haliyle açıklanabilirdi. Konu çok karıştı. Bir taraftan da Soğuk Savaş'ın karmaşası burayı etkiledi. "İntikam" sözcüğü Ortadoğu'ya yerleşti. Filistinliler bundan sonraki mücadelelerinde güç bakımından geride kaldılar, dengeler giderek olumsuz gelişince, bu kez mücadele tarzlarını değiştirdiler. Örneğin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) "terörizm" yoluyla hak arama yolunu seçti. İntifada (ayaklanma) hareketleri hep sürdü gitti.
- İsrail tarafından planlı bir şekilde her dönemin önemli konuları (savaş, barış, görüşme, anlaşma, vs.) "muğlak" veya "çözümsüz" bırakıldı. "Muğlaklık üzerinde politika geliştirilmek" İsrail tarafından bugün de iyi kullanılan bir yöntemdir.
Sonuç
Burada sadece bir dönemi, 1948-1949 savaşının hemen öncesini ve savaşın sonuçları itibariyle oluşan durumu gözden geçirdik.
Benim önemsediğim husus, bir "devletin tanınması" kadar, "ülkenin sınırlarının varlığı ve egemenlik" tanımıdır.
Filistinli Araplar, bir dönem (ki burada zikredildi) kendi egemenlikleri nokrasında diğer ülkelerdeki Arapların insafına ve başarı şanslarına tabidir.
Millet (ulus) olmak ne demek, bunun iyi açıklanması gerekir.
Oslo sürecini (1993) bir daha inceleyin, bu önemsediğim hususları bunun içinde görebileceksiniz.
Malum o dönem, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'un himayesinde, Yaser Arafat'ın müzakerecisi Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından, "Geçici Özyönetim Düzenlemelerine İlişkin İlkeler Bildirgesi" imzalanmış idi.
Bugün çözüm önerisi olarak sunulan Oslo acaba yeterli mi, tartışmanızı isterim.
İsrail ve ABD nerede duruyor?
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, tarihsel olarak Filistin'in devletleşmesine karşı çıkan Likud Partisi'nden geliyor.
Netanyahu, 7 Ekim 2023'teki Hamas'ın saldırısını (Aksa Tufanı), 8 Ekim'de bir savaşa dönüştürdü.
ABD, İsrail'e tam destek verdi. Bugün İsrail, Gazze'yi Gideon'un Savaş Arabaları II Operasyonu ile işgal etmekte. ABD yine destek vermekte.
25 Eylül 2025'te BM Genel Kurulu var.
Durum bir hayli karışık.
Hamas'ın elindeki rehineler teslim edilecek ve birtakım Hamas militanına sığınacakları güvenli (!) yer bulunacak gibi…
Gazze'de sefalet içinde 2 milyonu bulan Filistinli Arap var.
Değil bugün; 1948'den bugüne geçen tarihi süreçte bu zulmü yaşamış insanlar şimdi ne olacak, şimdi geri planda bunlar konuşuluyor.
Arap ülkeleri nerede?
Bugüne kadarki süreçlerde birinci derecede sorumlu ülkeler Araplar!..
Ama tekrar soruyorum:
Temel sorun neydi?
Başlangıçta, kuruluş ve ilk savaşta neredeydik?
Araplar nerede durdular?
Bugüne nasıl gelindi?
Son noktada bu yekûnu kime yükleyecekler?
Eğer bugün bir ülke yok sayılıyor ise bunun kökenini iyi tespit etmek gerekir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish