Türklerin bin yılı

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Tarih bilinci ve siyaset arasındaki hassas çizgiyi iyi bilmek gerekir.

Türkler, coğrafi olarak Avrasya'nın hâkimi bir kültürdür ve büyük bir medeniyettir.

On binlerce yıllık tarihe sahip olduğumuzun bilincindeyiz.

Burada size Türk tarihinden sadece bir dilimi, "bin yılı" açıklayacak, daha sonra da bugüne ışık tutacak mahiyette belli noktalarda değerlendirmeler yapacağım.

Tarih, beka, politika ve strateji arasında nasıl bir etkileşim var?

Aslen burada bu etkileşimin yansımasını ele alacağız.

İşleyeceğimiz üzere, uzun zaman dilimleri bize kısa vadeli yaklaşımların incelenmesinden daha başka sonuçlar sunmaktadır.

Proto-Türkleri (Bkz: "Ön-Türkler"1) daha önce yazdım, hem bugüne kadar hiç ele alınmayan yönleriyle.

Bu kez, MS 500'lerden başlamak suretiyle, 1500'lere kadarlık bölümünü, "bin yıl" olarak ifade ederek inceleyeceğim. 

Bu bin yıl içinde Türklerin kurduğu devletleri Arap/Fars ve Doğu Roma ile mukayeseli gördüğümüzde neleri düşünebiliriz?

Şimdi ilk bakış açımızın merkezinde bu husus olsun.

Öncelikle ifade etmeliyim, Türkler deyince, diğerleri gibi bir Altaylı kavim olan Moğolların, bu bin yılda kurdukları devletleri Moğol-Türk hanesine yazmaktayım.

Oğuz-Türk grubu ise malumdur.
 

Türkler
Türkler

 

Yukarıdaki tabloya göz atalım. 

Bu tabloda adına yer verdiğim gibi Oğuz Boyu olan Hunların kurduğu devlet Avrasya coğrafyası üzerinde temeldir.

Avrasya, Asya ve Avrupa… 

Avrupa üzerindeki Hun etkisi Avrupa kültürünün ve daha sonra siyasi coğrafyanın belirleyicisi olmuştur.

Kavimler göçü Atilla'nın etkisiyle gerçekleşmiştir.

Mesela, bugünkü Macaristan (Hungaria) bir Avrupa Hun Devleti devamı kabul edilebilir.

Yine Avrupa'da (tabloda adı görülen/görülmeyen) İskitler, Avarlar, Kıpçaklar, Tatarlar hep etkili olmuşlar, Avrupa kültürünün şekillenmesine katkı sağlamışlardır. 

Bundan sonraki Oğuz-Türk devletleri ile hükümdarların liderlik ettiği devletler tabloda görülmektedir.

Milattan sonra 567'den başlayarak Osmanlı'nın yıkılışı XX. yüzyıla kadar olan sürede Türklerin birçok devlet ve teşekkülü tarih sahnesinde yer almıştır.

Yine coğrafya Avrasya'dır.

Doğu Türkistan ve Anadolu merkezli olduğu nedenle, tarih anlatımlarında daha ziyade Selçuklu ve Osmanlı Devletleri üzerinde durulmaktadır.

Özellikle Osmanlı, Anadolu üzerinden Avrupa'ya geçerek, bu kıtada da önemli bir Türk etkisi yaratmıştır.

Buradan hareketle, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletleri önemli ölçüde Avrupalıdır.

Osmanlı İmparatorluğu, Hazar'ın batısında, Karadeniz'in kuzeyinden ve güneyinden Avrupa'ya doğru ilerleyen uzun süreli hükümranlığı yanı sıra, buradaki kültürün gelişmesindeki etkisi yönüyle temel bir etkendir.

Bu ana çerçeve arasına yerleştirebileceğim tablodaki diğer Oğuz-Türk devletleri, tarih perspektifinde kısa (bir-iki asır) ve orta (üç-beş asır) diyebileceğimiz dönemleri kapsar şekilde, Avrasya'da ama daha ziyade Asya'da hüküm sürmüşler, kültürel gelişim içerisinde belirleyici olmuşlardır. 

Türklerin Müslüman olmaları sadece Talas (Taraz) savaşı ile gerçekleşmemiştir.

Talas savaşı (751) bir Arap-Çin savaşıdır ve burada Karluk Türkleri Arap ordusu yanında yer almıştır.

Karlukların bu savaştaki amaçları kendilerine tehdit olan Çinlileri durdurabilmektir.

Türklerin Müslüman olmalarını tek bu savaşa bağlayanlar çıkmaktadır.

Tam olarak durum böyle değildir.

Türklerin bir kısmının Müslüman olmaları en az 6 yüzyıldan başlayan bir süreye yayılır.

Hatta bazı Türk devletleri içinde Müslümanlık ya hükümdarın veya sarayın içinde geçerli olmuş ya da halkın bir kısmının inancı olmuştur.

Karahanlı, Harzemşah, Gazneli, Altınorda, gibi örnekler bizi hemen hemen aynı dönemlerde, Selçuklu varken ve Osmanlı yeni gelişiyorken, bahsettiğim gibi Müslüman inancıyla ilgili alanlara dahil etmektedir. 

Bütün bu hususlara bakınca şunu belirtmek gerekir, Türklük esastır.

Moğol-Türk devletlerinden biri olan Cengiz İmparatorluğu gerçekten dünya jeopolitiği ve çok güçlü yönleriyle ele alınabilecek bir örnektir.

Bunun dışında İlhanlı ve Timurlu devletlerinin de zamanlarında önemli etkileri olmuştur.

Bunlar, özelleştirilmiş tarih anlatımlarında "Moğol devleti" veya "Moğol istilası" gibi tehditkâr, bozguncu ve düşman sıfatlı tarifleri içerir.

İlhanlı devleti, Selçuklu'nun dağılması zamanlarında, Timurlu devleti ise Osmanlı kurulduktan sonra, Anadolu ve bugünkü Irak eksenli sahalarda çeşitli savaşlarda karşı tarafta yer almışlardır. 

Bir tarih profesörü ve aynı zamanda diplomat olan Özbekistanlı önemli bir isim bana şöyle söylemişti:

Eğer Timur ile Osmanlı anlaşabilseydi cihan devleti olabilirlerdi. Belki Avrupa ve Slav siyasi haritaları bugün bu şekilde olmazlardı.


Bu bahsettiğim Moğol-Türk devletlerinin içinde de Müslümanlık vardır.

Ama özellikle Timurlulara değinecek olursak, Timur ve ailesinin Orta Asya ve yayıldığı coğrafyalarda Müslümanlığa hizmetleri çok esaslı ve fazladır.

Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi'nin hem etkisi hem mirası Timur ve devamında oğlu tarafından ihya edilmiştir.

Horasan ve Anadolu erenlerinin gelişimi bu zeminde gelişmiştir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Temel değer şu: Altaylı Türk olmak ve Avrasya'da köklü medeniyet izleri üretmek. 

Bu merkezden bakılır ise bugünün dünyası içerisinde daha doğru ve güçlü bir anlatımda bulunmak mümkün olabilecektir.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsu olarak işaretlenen Türk devletleri, yukarıdaki tabloda mavi tonda gösterilmektedir.

Bunun dışında da Türk devletleri ve teşkilleri vardır.

Örneğin Türgeşleri, Oğuz Yabgu'yu hatırdan çıkarmamak gerekir.

Bu Oğuz-Türk dönemlerini bilmeksizin Selçuklu devletinin kuruluşunu da tam açıklayamayız.

Cumhurbaşkanlığı forsunda Türk devletlerinin sembolünün var olması Türklük şuurunu kaybetmemek açısından önemlidir.

Bu fors cumhuriyet ile yaşıttır, kuşatıcıdır, Atatürk ve yüce Türk Meclisi'nin gayretleriyle belirlenmiştir.

Tabloda Türklerin dışında, Arap/Fars olarak örneklediğim Emevi, Abbasi, Fatımi ve Memlük devletlerini, yaşam sürelerini ve o dönemlerde hangi Türk devletlerinin hüküm sürdüklerini mukayeseli biçimde görmektesiniz. 

Aynı şekilde, Osmanlı'nın İstanbul'u fethi ile değiştirdiği tarihi akışta, Doğu Roma İmparatorluğu'nun ortadan kalkmasını görmektesiniz.

Bütün bunlar için kim ne kadar hüküm sürmüş şeklinde bakmak gerekir.

Kültürlerin kökleşmesi ve döneminde diğerlerini etkilemesi bağlamında devletlerin yaşam süreleri önemlidir. 

Kısaca "beka, ezelden ebede hüküm sürmek" demektir.

Köklü ve sürekli olmak, baki kalmak gibi noktalardan itibaren yola çıkılır ise Türklerin bin yılı; parçalı değil, bütün; dağınık değil, toplu; düşmanlık besleyen değil, kardeşlik bilinciyle hareket eden olmalı idi.

Bu tablo bize bir nebze de olsa bunu göstermektedir. 

Coğrafya Avrasya'dır.

Türklerin ana vatanı, doğudaki sınır yönüyle Çin Seddi'nden başlamaz.

Sınır bugünkü Çin'in kuzeyini tamamen içine alır ve Türk sahası Pasifik'e dayanır.

Türklerin Yakutistan coğrafyası Sibirya'da, bugünkü Rusya'nın doğusudur.

Batı sınırı bir kol ile Orta Avrupa'dır, diğer kol ile İskandinavya'dır (başka deyişle Kuzey Buz Denizi). 

Bu konularda Rus ve Çin kaynaklarına bakmanın yanı sıra, Türklerden müteşekkil bilimsel çalışmaların yapılması elzemdir.

Osmanlı'nın imparatorluk coğrafyası "üç kıta" şeklinde açıklanır: Asya, Avrupa ve Afrika.

Burada bir Ortadoğu tarifi yoktur.

Büyük İskender ve Romalılar dönemlerinde de buna benzer çok kıtalı büyük devletler vardı, ama onlara Ortadoğulu denmedi.

Osmanlı İmparatorluğu da Ortadoğulu değildi.

Neden önemsiyorum?

Dışarıdan bakanların Müslümanlıkla irtibatlı değerlendirmeleri, o büyük kültürü tek dini temalara bağlamaları eksikliktir. 

Buradan hareketle, Türklerin de kendilerini Ortadoğulu görmemeleri gerekir.

Hem Türklerin tarihi sadece Osmanlı veya Selçuklu ile de açıklamaya yetmeyecektir.

Ortadoğu, denizci Alfred Mahan'ın (1840-1914) bir tarifidir.

İngilizler, Amerikalılar, denizciler veya jeopolitik uzmanları için bunun bir anlamı olabilir.

Bu coğrafyanın sahipleri olarak, bize göre burası üç kıtanın buluştuğu yerdir. 

Temel olarak, Avrupa ve Asya esaslı düşünce sistemini yitirmemek gerekir.
 


Bizleri belli alanlara sıkıştıran, daraltan etkenler neler?

Önce böyle sormak, jeopolitik ve stratejik genişlik ve uzun vadeli düşünmek gerekir. 

Soralım, bizi kendi içimizde farklı ve dar yönlere iten bağlamlar neler?

Bir de böyle düşünün isterim. 

Bu bahsettiğim, çok büyük coğrafyayı dikkate alırsanız demektir.

Dünyanın en büyük coğrafyasından bahsettiğimi anlamışsınızdır.

Darlık değil, genişlik; kısa değil, uzun vade!..


Peki, durum ne?

Din-mezhep ve boy-beylik ayrımları, ideolojik ve siyasi akıl karışıklıkları, çıkarcılık ve başka birçok meseleden dolayı dünyaya, hakkı olduğu halde, tek ve güçlü bir sancak dikilememekte, ezelden ebede süren bir medeniyet etkisi yaratılamamaktadır. 

Bir de bakış açılarında yanlış gördüğüm şu husus var:

Değersizi, olduğundan abartılı biçimde değerli görmek için bir zorlama içine girmek de ne demek?

Her toplum önce kendini geliştirmeye istekli olacak, çalışacak, kazanımı hakkedecek.

Kişiler için de böyle bakılabilir.

Size kaç mezhep var ve bu bin yıl içinde nerede nasıl karışıklık yarattı, burada göstermek isterdim, ancak konu dağılsın istemiyorum.

Bu tür işlerin uzmanları elbette buradan ekmek yediklerinden işlerine sahip çıkarlar, ama bin yıllık mantıkla bakılırsa bu tür darlıklardan kurtulmak da mümkün olacaktır.

Üstelik herkes bu tür konuları kendisi araştırabilir, etkide kalmadığı sürece varacağı nokta bellidir.

Örneğin, Avrupa kıtasından Hun devletinin etkisiyle, basitçe yazıyorum; Franktan Fransa olmuş, Germenden Almanya olmuş, ama binleri bulan yıllarda, aynı yerde bulunmuşlar, hatta geliştirdiği fikirler ve çıkarlar doğrultusunda, herkes aynısını yapacak değil ama onlar dünyayı kolonileştirmeye ve sömürmeye cüret etmişler, buna karşılık yerlerini-yurtlarını hiç kaybetmemişler, konu din ise onu düzenlemişler, etnisite ise tarif etmişler, daha sonra modern-ulus kavramını ortaya koyunca, hemen buna göre ilk kendilerini tarif etmişler.

İsterseniz bu türden olan devletlerin bekasını, refahını ve gelişimini inceleyin, sonra da kendinizinkilerle ve size yakın coğrafyalardakilerle kıyaslayın. 

Kökleşmek esastır, birikim güç demektir.

Benim "Politik Uyanış"2 başlıklı kitabımdaki "stratejik güç birikimi" ifadem bununla ilgilidir.

Sizin de mesela değişmeyen 2-3 bin yıllık devlet yapısıyla, bugün başkalarına hakimiyet kurabiliyor olmanız, "gelişmekte olan" değil, "gelişmiş ülkeler" sınıfında bulunuyor olmanız gerekir. 

Mesele güçlü olmak, bunun yolunu bilmek, bölünüp parçalanmamak, birikimi kaybetmemek, hatta hep üstüne koyarak büyümektir.

Belli süreler içinde işgal görmek bile sorun değil, ayağa kalkmak ve ayağa kalkmanın ileriye doğru olan hamlelerini yapabilmek meziyettir. 

Sevr Anlaşması'na kadar gelen Osmanlı'nın durumu malumdur.

Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti bu bilinçle ileri hamlelerini yaptı.

Siyaset sahnesini düşünün, peki daha sonra ne oldu, neler değişti? 

Almanya veya Fransa da işgal gördü.

Ama bakın bunlar şimdi ileri devletlerden.

Bunlar nasıl ileride kalabildiler?

Halbuki onların devletleşmesinde temel motivasyonlarını bile Hunlar zamanında başlayarak kazandılar.

Nerden nereye…

Unutulmaması gereken bir konu, hâkim toplumlar diğerleri üzerinde etkili olabilmek adına baskı ve propagandayı elden bırakmazlar.

"Kültür savaşları" olarak ifade edilen konu ve kapsamlar işte bu merkezde değerlendirilirler.

Anadil Ural Altay iken bir de bakılıyor, Sami dili ve Hint-Avrupa dili kullanılıyor.

Dil ve kültür, zihin yapılarına etki eder.
 


Sonra, akıl verenler ve yol gösterenler çıkıyor…

Örneğin Samuel Huntington gibiler "Medeniyetler Çatışması" 3 diyerek, aslında özünden ayrılmış tarifleri birbirine ekleyerek, zaman ve mekanla oynanabileceğini söylüyorlar.

Böylesi tarife uygun stratejilerin coğrafyaları nasıl şekillendirmeye başladığını bizler bu yüzyılımızda görmekteyiz.

Örneğin, bugün de siyaseten tartışma konusu yapılan bir bahsi var; Kürtler!

Bölgemizi içeren bin yıllık tablodaki devletler hangileri?

Kimler var, kimler yok.

Kürtleri yazdım. (Bkz: "Milli Savunma ve Güvenlik" 4)

Batı medeniyeti yükseldikçe, pek çok tarihi gerçek, yeniden tarifler yoluyla sahte tarihlere dönüştürülmüşlerdir.

Bunların böyle olması çıkara dayalıdır.

Örneğin, kadim Mısır tarihi kasıtlı biçimde küçük düşürülürken, olmadık yere bir Helen tarihi parlatılmaya başlamışlardır.

Helenik tarife dayalı olarak Batı felsefesi ve tarihi yazılmıştır.

Bize bile "tarihin babası" diye Heredot saçmalıkları okutulmuştur.


Diğer örnek, tarihte yine kasıtlı olarak Fenikeliler görmezden gelinmiştir.

Akdeniz'in bu denizci ve köklü medeniyetinin neredeyse izleri silinerek, bir Helen ve Yahudi medeniyeti öne çıkarılmak istenmiştir.

Buradan Avrupa (Batı) medeniyeti gelişme imkânı yakalamıştır.

Bugün çoğu kimsenin bildiği aslında birer düzmecedir.

Ama kime anlatacaksınız, hafızalara kazınan külliyet, sürekli bir sarmal halinde gelişim göstermektedir.

Buna "yaratılmış gerçeklik" denmektedir.


Biz gerçek tarihimizi, yaratılmış gerçekliklerin tarihi referanslarına göre mi öğreneceğiz?

Türkler: On binlerce yıl geriye gidilen bir medeniyetten söz etmekteyim.

Bu güçle çalışmalıyız.

Başka örnek vereyim;

Batılıların bütün arkeolojik ve tarihi açıklamalarında Moğol'u Türk'ten ayrı tutan tarifler vardır.

Halbuki, Kazak, Kırgız, Tatar der gibi, Moğol demek söz konusuyken, kültür ayrımına gidilen türden çok başka tanımlar yapılmaktadır.

Hatta bizim tarihçilerimiz bile kaynak (referans) üzerinden açıklama yaparlarken, Batı'nın bu ayrımına dayalı kabulü benimsemektedirler.

Burada Türklerin bin yılı açıklamalarım köklü medeniyet tarifinin benimsenmesini amaçlamaktadır.

Eğer bu bin yılı doğru algılayamazsak, sonrasında modern dönemin inşasında gelen rüzgarları da anlayamayabiliriz.

Fransız ihtilali (1789) sonrası gelişen modern "ulusçuluk" kavramı çerçevesinde siyasi devlet oluşumları meydana geldi.

Bunlar etnik ve dini temelli ayrımlarla birçok devletin kurulması manasındaydı.

Dünyanın pek çok yerinde, ama Türkleri ilgilendiren Avrasya coğrafyasında kurulan devletler, bahsettiğim bin yılın parçalı yapısına bir de Fransız İhtilali'nin etkisiyle siyasallaşma boyutunu ekledi.

Mesela modern ulusçuluk ile karşımıza Yunanistan diye bir devlet çıkageldi.

Mesela, Miken'i, Lidya'yı, Troya'yı, Hitit'i farklı anlatırsanız, hatta Fenike ve Mısır gibi kadim uygarlıkların üstünü silmeye kalkışırsanız, bir de bakarsınız, bırakın tarifi, felsefede bile karşınıza Platon gibiler çıkagelirler.

Devlet neymiş diye Platon'dan öğrenmeye kalkarsınız. Halbuki bizim devlet geleneğimiz de Mısır'ınki kadar köklüdür. 

Osmanlı'nın yıkılması esnasında özellikle Balkanlar'daki (geniş söylersek Avrupa tarafındaki) devletler nasıl kuruldu dersiniz? Bütün bunlar siyasi açıklamaları gerektiren konularla bezelidir.

Benzer şekilde bugün de örneğin Ortadoğu dedikleri coğrafya içinde, bu yönde çabaların olduğunu görebilirsiniz.

Şöyle bir bakın, Ortadoğu'da daha çok İngilizlerin inisiyatifiyle "petro-devletler" nasıl kuruldular?

Benzer anlayışlar devam etmektedir. 

Orta Asya tabiri bile sonradan ifade edilmiştir.

Türkistan (Doğu ve Batı Türkistan olmak üzere) tanımı neden kullanılmıyor?

Orta Asya Türk Devletleri, gibi ifadelere gerek yok, Türkistan de geç!

Örneğin, Kazak Türk Devleti, Uygur Türk Devleti, Azerbaycan Türk Devleti, vs. şeklinde tanımlarla hareket etmek daha doğru olacaktır.

Yine de ifade etmeliyim:

Türk kendini bilir, vatanını, coğrafyasını, kültürünü, töresini, gücünü bilir, buna göre siyaset yapar, öyle değil mi? 

Bizler burada on bin yıllardan ve bin yıllardan bahsedeceğiz; asla yüz yıllardan değil.

Bizler bu dünyaya, dünya gerçeğine, bugüne dek bizleri oyalamak amaçlı ileri sürülen ifadeleri, "şu daha önemli" diyen açıklamaları, olması gereken yere koyarak bakacağız.

Sahte, hayal, yapmacık olan tarifler şurada dursun, önce gerçek!

 

 

1.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/762086/türki̇yeden-sesler/ön-türkler 
2.  Gürsel Tokmakoğlu, Politik Uyanış, Stratejik Güç Birikimi ve Akılcılık Üzerine, Destek Yayınları, 2024, İstanbul.
3.  Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, 3. Baskı, 2000, Ankara.
4.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/762783/türki̇yeden-sesler/millî-savunma-ve-güvenlik 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU