Ön-Türkler

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Tarihçiler birbirlerini tekrarlıyorlar. Bu tekrarlarda kim hangi referansa bakıyor, belli.

Bunları araştıranlar hemen görebilirler. Böyle yapıldığından “proto/ön Türkler” (hatta, “erken Türkler”) olarak ele alınan ecdadımız hakkında tarihsel zincirde bazı kopuk anlatımlar görmek mümkün olabiliyor. 

Bu makalede üzerinde durulan ana hususlar şunlar olacaktır:

Ön-Türkler hakkında daha fazla neler söylenebilir? Türk kimdir?

Önce bir notum olacak. Size referansları görsellerle vereceğim.

Okurlar böylelikle daha hızlı biçimde bilgiye ulaşabilirler kanısındayım.


Tarih çalışmaları

Ünlü tarihçi İlber Ortaylı’ya göre, “tarih, bir yönüyle değişmeyi gösteren fakat değişmeye fazla da müdahale edilemeyeceğini ihdas eden bir disiplindir.” 

Ben de bu düşüncelerle yazacağım. Çünkü görmekteyim ki, tarihe dair hiç olmaması gerektiği halde, çok ciddi konularda keyfiyete ve siyasete dair çok teşebbüs vardır.

Türkoloji Kürsüsü, 1795'te Paris'te, Oryantal dil araştırmaları çerçevesinde açıldı.

Daha Türklük veya Türkoloji, bir bilim olarak ortaya çıktı.

Türkoloji, Türk halklarının filolojisi, antropolojisi, edebiyatı ve tarihi başta, her konuyu sistematik bir şekilde araştıran ve inceleyen bilim dalıdır.

Türkoloji’nin ana konusu, geçmişten ve günümüze Türk toplumları ve ilgili olduğu diğer toplumları incelemektir. Bu bilimde uzmanlaşan kişilere Türkolog denir. 

Osmanlı’da bu konu Tanzimat döneminde ele alınmaya başlanmıştır. Cumhuriyet döneminde kurumsallık öne çıkmıştır.

Türkiyat Enstitüsü ve sonra Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Burada Atatürk’ün çabası yadsınamaz bir gerçektir. Burada esas olan bilimsel olmaktır; bilimi ise tam anlamıyla yapmaktır.

Rus Nikolay Mihailoviç Yadrintsev 1889’da Orhun Abideleri’ni buldu.

Sonra Rus Türkolog Vasili Radlof'un yardımıyla, Danimarkalı Vilhelm Thomsen 1893 yılında bunları okudu.

Bu keşifler Türkoloji için çok önemli bir kaynak oluşturdu.
 

Görsel 1: Orhun Abideleri (Muharrem Ergin)
Görsel 1: Orhun Abideleri (Muharrem Ergin) Kitap kapağı / Resim: Kül Tigin’e (684-732) ait Ötüken’deki bir anıttandır

 

Tarihi çalışmalar açısından şu ayrım yapılmaktadır: Ön-Türk Tarihi (veya Proto-Türk Tarihi), Türk Tarihi, Yakın-Türk Tarihi.

Proto-tarih bilmek için yeteri kadar antropoloji, arkeoloji, filoloji, etnografya, vs. bilmek gerekir. Bu türden çalışmalar en azından, bir değil, birden fazla dil bilmeyi ve sahada fazla çalışmayı gerektirmektedir.

Yakın dönem Türk tarihçiliği nispeten daha fazla seçilen bir alandır. Belge çok olması çalışanları daha fazla motive ediyor olabilir. Ön-Türk konusu ise başka dilleri, Türk dilinin, sahadaki ilişkileri ve etkileşimleri, ilişkili olanların kendi tarihlerini, vs. bilmeyi gerektirmektedir. 

Türkoloji’de, asıl konu Türklük olmaktadır. Bu ana konu, dolaylı değil, doğrudan merkeze konur ve diğer konular bunun çevresindedir.

Bilime siyaset karıştırılamaz! Siyaset başka bir şeydir. Siyaset yapmakla, bir medeniyeti tarif etmek arasında, eğer (mesela) 20 bin yılın birikimi ve hatta Avrupalıların bile gelişmesinde kaynaklık eden bilgiler varsa, düşünsenize, bunları bir çırpıda silmenin veya görmezden gelmenin kime ne faydası olabilir? 

“Türk kimdir?” başlıkla yazılmış kitaplarda ve makalelerde, genel olarak ifade ediyorum, alınan referansların üç aşağı beş yukarı benzer oldukları ortadadır. Başka deyişler, külliyatın birkaç kişinin yazdıklarından ibaret olduğu açıkça görülür. Zira referans aldıkları aynı noktalardır.

“Kaynak, kaynak…” diyenlerin kaynaklarında ise bazı eksik bakış açıları ve tekrarlar olduğu hemen fark edilebilir. Ayrıca, yazılanlar o zamana kadar bulunanlar çerçevesindedir. Bu unutulmaması gereken bir konudur. 

“Türk kimdir?” sorusunun cevabı, kısır bir döndü içinde kalmamalıdır. Kökü çok eskilere giden temel bir medeniyet kurgusuna sahip milletten söz ediyoruz. Bu şuurla tarih yazılmalıdır.

Benim bu makalede temel olarak sizlere aktarabileceklerimi bir harita üzerine yerleştirdim. Ancak açık söylemeliyim, haritacıların popüler kitap yazımlarında harita ve zaman setleri pek verilmediğinden, okuyucu takipte güçlük çekmektedir.

Size hazırladığım haritada (Görsel-2) aşağıdadır.
 

Görsel 2: Ön (Proto) Türkler
Görsel 2: Ön (Proto) Türkler

 

Açıklamaları yaptığımda sizler bu haritaya dönüp bakarsanız yerinde olacaktır.


Ön-Türk öncesi Altay

Çok öncesine (ön-Türk öncesine) dayanan bulgulara göz atalım. Asya’da belirgin olarak Altay Dağı, Denisova mevkii, Ayı Mağarası’nda bulunanlar bize bazı ipuçları vermektedir.

Bu bölgenin insanı evrimleşirken hem burada daha önce var olanları hem de buraya sonradan göç edenleri dikkate almak gerekmektedir. Antropologlar ve arkeologlar yaklaşık 40-45 bin yıl öncesinden itibaren, modern insan kültürleri olarak işaretlenen Adnronovo (MÖ 1.700) ve Afanesyevo (MÖ 3.300-2.500) kültürleri (buluntuları) arasındaki zamana dair başka kalıntıları da bulmalı ve çalışmalılar. 
 

Görsel 3: Denisova, Altay, Ayı Mağarası (MÖ 40.000)
Görsel 3: Denisova, Altay, Ayı Mağarası (MÖ 40.000)

 

Bu itibarla Türkler Altay Dağı’na gökten zembille inmediler, dünyanın en eski ırklarındandır. Türk ırkının gelişimi ve orijinalliği de buradan itibaren açıklanabilir. Yani Türk, sonradan olan ve karışık bir ırk değildir. Dünyada belli ana ırklar nasıl bir evrim geçirdi ise Türkler de Altay’da bu evrimi geçirdi ve sadece kendisi oldu, burada gelişti ve başka kültürlere zenginlik verdi.

Halen daha ön-Türklerden bahsetmiyoruz, bunlar ön-Türk öncesi bazı bilgiler. Ama daha sonra ön-Türkleri tarif eden tarihçiler şöyle söylerler: “Türkler, brekisefal beyaz ırktır.” Bu konuya ileriki bölümlerde özellikle değineceğim.


Mongolid mi?

Acaba arkeolog Karl Jettmar (1918-2002), iç-Asya’da yaptığı çalışmalar neticesinde yazdığı Art of the Steppes’te (yazım 1964, İngilizce yayım 1967), “Europid ve Mongolid” ayrımındaki ifadesinin yerine, “Europid ve Turkoid” yazsaydı, bizler bugün Türk tarihini nasıl okuyacaktık? 
 

Görsel 4: Art of the Steppes (1967)
Görsel 4: Art of the Steppes (1967)

 

Elbette Jettmar da kendi başına yazmadı bu tasnif ifadelerini, antropologlardan alıntı yaptı. Yani Avrupalı bilim insanlarının tasnifi esas olmaktaydı. Onlar ölçtükleri kafatasına “Mongolid” veya “Mongoloid” demişlerdi. Batılı antropologlarca brekisefal kafatası yapısına “Mongoid” demek yeterli görülürken, delikosefal kafatası yapısına “Europid” demişler.
 

Görsel 5: Samuel George Morton (1839)
Görsel 5: Samuel George Morton (1839)

 

Yukarıdaki tasnifte (Görsel-5) Morton sırasıyla Negro, Kafkas ve Mongol kafatası ifadelerini kullanmaktadır. Morton’un Kafkas dediği Europid, Mongol dediği ise bizim dikkatle üzerinde durduğumuz Mongoid (Mongoloid) olmaktadır.
 

Görsel 6. Türk Kültür Tarihi - "Europid ve Mongolid" (1985)
Görsel 6. Türk Kültür Tarihi - "Europid ve Mongolid" (1985)

 

Şöyle de bir durum var, yakın (modern) döneme gelindiğinde Moğolistanlı (veya yakın bölgelerdeki Kazakistanlı) insanının kafatası yapısı eski dönemlerdekinden farksız, (fazlaca) değişim görmemiş haldedir. Asya steplerinin şekillendirdiği doğal yapı ne ise yapı halen öyledir; göz, burun, çene, alın, kemikler, vs. Bu yönüyle “Mongoid” veya “Mongoloid” denmesi sanki bilim insanlarını daha belirgin bir tarife doğru sürüklüyor olabilir.

Bakın bu bir yer ismi değildir. Moğolistan dendiğinde yer ismi, hatta bugünkü ülke ismi kullanılmaktadır, bu yanıltıcı olmamalıdır.

Yine de bir gerçek var, zaman içinde Batıya göç eden Türk boyları Hint-Avrupa kültürleriyle ilişki içine girdikçe çok fazla değişim gösterdiler. Ancak bu bizlerin, hepimizin Türk ve Altay kökenli olmamızı değiştirmez.

Bu makalede geçen Hint-Avrupa medeniyeti, insanı, kültürü ve dili ayrımı ile Ural-Altay medeniyeti, insanı, kültürü ve dili ayrımına dikkat edilmektedir. Ural-Altay medeniyeti ve insanında temel tarif, bugün görüntü öyle bile olsa, Moğol olmamalıdır, onu da içine alan Türk tarifi kullanılabilir. 

Ben bu makalemde eleştirel olarak bazen, Turkoid şeklinde ifadeler kullanacağım, anlamın değişeceğini görmeniz açısından. Mongoloid ifadesini değiştirme lüksümün olmadığının farkındayım, bunu belirtmeliyim.


Ön-Türkler

Bu noktada yeri gelmişken Atatürk’ün muhteşem Türk tarifini hatırlatmak isterim:

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.


Elbette bu sözler sembolik değer taşır. Ancak yine de Atatürk’ün o dönemki kısıtlı bilgileri de olsa, en azından 7 bin yıl geriden başlayarak bir tarihleme yapması yabana atılmamalıdır. Burada 7 bin yıl deniyor, bazı ünlü tarihçilerimiz 4 bin…

Tarihi başlatırken eldeki bulgulara bakılıyor. Tamam ama, bu alanda ilave çalışma olmaz ise yeni keşifler nasıl yapılabilir? Arada çok boşluk var.
 

Görsel 7. Afanesyevo Göçü (David W. Anthony)
Görsel 7. Afanesyevo Göçü (David W. Anthony)

 

Görsel-7’de verilen referans bize dilin evrimini açıklamaktadır. Bu çalışma arkeolojik esaslı yapılan, at, tekerlek, takılar hakkındaki buluntular ile filoloji esaslı dilin evrimini açıklamaktadır. 

Eneolotik kültür uzantısı Altay Dağı ile Tuna havzasını içermektedir. Referansta verilen tarihler MÖ 3.800-3.300 şeklindedir. Yamna kültürü ismiyle bilinen Karadeniz kuzeyindeki yerleşim yerleri ve buradaki kurganlardaki kazılar bize dil, araba, at ve diğer eşyalar yönüyle ipuçları vermektedir. Bozkırın bütün zenginliği buradaki toplulukların yaşamlarını oluşturmuştur. Bozkır kültürü şeklinde tarif edilenler, Ural-Altay dili konuşanların zengin Orta Asya atları ve gelişmiş arabalarıyla göç etmişler, Karadeniz kuzeyine medeniyet getirmişlerdi.
 

Görsel 8. Yamna Kültürü, Bozkırdan Gelen At, Araba, Ural-Altay dili  (Anthony)
Görsel 8. Yamna Kültürü, Bozkırdan Gelen At, Araba, Ural-Altay dili (Anthony)

 

At, Tekerlek ve Dil’de (Görsel-7) verildiği gibi bir Afanesyevo göçünden söz edilmekte ve zaman olarak MÖ 3.700-3.400 gösterilmektedir. Detaylarda verilenler, Altay’daki insanların Hazar kuzeyine göçleri anlatılırken, aynı zamanda Ural-Altay dilini konuşanlar ile Hint-Avrupa dilini konulanların, bugünkü Karadeniz havzasındaki Yamna (MÖ 3.500) ve daha batıda Tuna havzası toplumlarını kültürel yönden nasıl zenginleştirdiklerini açıklamaktadır.

Bütün bu tarihlemede bir tutarlılık söz konusudur. Mesele, ön-Türk çalışan tarihçilerin de bu tutarlılığı dikkate almalarıdır. Kopuk kopuk verilere dayalı açıklamalar okurları aldatabilmektedir.

Hint-Avrupa dilini konuşanlar elbette (doğudan batıya sıralayalım) Hint, Mezopotamya, Kafkasya, Anadolu, Tuna ve Avrupa geneli şeklinde MÖ 6.500’lerden itibaren iki koldan göç edenler, yani birinci kolda Anadolu’dan Tuna bölgesine geçenler, ikinci kolda ise Kafkasya ve Karadeniz kuzeyini kat ederek Tuna’ya intikal edenler olarak düşünmek gerekir, buralarda ilk yerleşim yerlerini kurdular. Ural-Altay konuşan ön-Türkler buralara göç ettiklerinde MÖ 3.000’lerde buradakiler ile kaynaştılar. Bu kaynaşma bile Avrupa kültürünün evriminde ön-

Türklerin temel teşkil ettiğini göstermektedir.

İfadeye bakalım:

MÖ 3.000’lerde Altay’da Oğuz tipinde brakisefal beyaz ırk yaşıyor…


Bu bilgiyi önce Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’den öğrenirsiniz (Görsel-9), sonra onu tekrarlayanlardan… Bahaeddin Ögel aşağıdaki kitabı 1962 yılında yazdı. Tekrarlayanları ise mesela 2013 yılında kitap yazıyor, aradaki yaklaşık yarım asır birden görmezden geliniyor.
 

Görsel 9. Türk Irkı (Bahaeddin Ögel)
Görsel 9. Türk Irkı (Bahaeddin Ögel)

 

Ahmet Taşağıl aynı tür ifadeleri kullanıyor (Görsel-10). Benzer ifadeler…
 

Görsel 10. Türk Irkı (Ahmet Taşağıl)
Görsel 10. Türk Irkı (Ahmet Taşağıl)

 

Yılmaz Öztuna’nın “menşei” tarifi nedir, bu Görsel-11’de. Benzer ifadeler… 
 

Görsel 11: Türklerin Menşei (Yılmaz Öztuna)
Görsel 11: Türklerin Menşei (Yılmaz Öztuna)

 

“Türk kimdir” bilgisini gözden geçirelim.

Asıl (temel) kaynak bir yabancı isimler: 1908’den başlar, 1959’lara kadar gider, bu bilim insanları Orta Asya ve Sibirya’da kazı yapan isimler. Bahaeddin Ögel ise bunları 1962’deki kitabında alıntılamış idi. 

Türk tarihçiler asıl kaynaktan (ki 1930’lardaki kazılara dayanıyor) aldıkları cümleyi aynı şekilde ifade etmiş olmalılar ki, işte bu noktadan itibaren konunun üzerinde durulmasında yarar var. Çünkü ön-Türk’ü (başka ifadeyle proto-Türk’ü) tanımlıyoruz. Eğer buradaki temel noktalar başka anlamlara çekilir türden olur ise farklı değerlendirmelere sebep olabilir.

Burada geçen MÖ 3.000 genel bir tarihleme bilgisidir. Bu durumda, bugünkü Rusya içindeki Afanesyevo veya Andronovo gibi başka birkaç kazıyı yapan Rus arkeologların bulgularına dayanmaktayız. Tarihimiz bu şekilde yazılacak! Başka bir kazıda Aral’a yakın bölgedeki Anau’daki tarihleme MÖ 4.000 ise aradaki bin yılı kim açıklayacak? Yoksa referans tarih için Anau da mı yetmez? Üstelik Anua kültürü az da olsa Hint-Avrupa ve Ural-Altay medeniyet karışımına örnektir.

Bilgi ihtiyacımız çokluğu burada da kalmamaktadır. O dönemde Altay’da Oğuz ve Moğol, velhasıl bütün Türk boyları yaşıyordu, aynı özelliklere sahipti. Batı kaynakları biz Türkleri “brakisefal beyaz ırk” şeklinde yazdılar. Buna “Oğuz tipinde” diyerek bir açıklama ekledik.

Bilim insanları, eldeki kaynaklar bu kadar, derlerse olmaz, daha derinlere inmeliler. Bu onların işi!
Açık olan şu, bilim insanlarımız ve Türkologlar bir ilave isimle durumu netleştirmek istiyorlar: “Oğuz tipinde” demekle.

Başka ifadeyle, Moğolistan’da kalan göç etmemişler ile bu bölgedeki insanı, Aral bölgesinden Avrupa’ya uzanan coğrafyadaki Türkleri, belirginleştirmek istiyorlar. Yoksa Oğuz ismini cümle arasına koymaya gerek duyulmamalı, doğrudan “MÖ 3.000’lerde Altay’da brakisefal beyaz ırk yaşıyor…” denmeli.

Üstelik Batılılar buna “Mongolid” dediler, “Turkoid” demediler. Bu noktadan itibaren olan ne biliyor musunuz? Türk (Oğuz, ki bu sadece bir Türk boyudur) başka, Moğol başka mı oldu? Mongolid ifadesi antropolijide kabul gördü. Artık Moğollar başka bir ırk kabul edildiler. Evet, bugün Moğolistan diye bir ülke var. Ama bizim aradığımız proto-Türkler! Proto-Türkler’in içindeki boylara göre ise proto-Türk boyları olabilir. Mongolid konusuna mesela Kazaklar ne derler acaba? Mesela antropologlar buna Tatar deselerdi, ne olacaktı? Bu noktadan sonra Türk başka, Tatar, Uygur veya Kazak başka demek durumda mı kalınacaktı? Antropolojik olarak Moğol ve Kazak arasında ne tür bir fark var? 

Görsel-1’deki, İlteriş Kağan ve İlbilge Hatun’dan doğma, Bilge Kağan’ın kardeşi, Kül Tigin’in heykeline bir daha bakın, bu görüntü bize hangi tür insanı veriyor? 

Altay kadar Sayan Dağı’ndaki Tuva boyu da Türk’tür. Gök Türk’ü veya Hun’u yazmak kolay geliyor olabilir, ama diğer boyları da kolay yazabilmeliyiz.

Bahaeddin Ögel ve devamcıları aynı noktadalar, bize de sormak düşer. Tarih bir bilim olmayabilir, tartışmalı bir konudur, ancak birer bilim olan antropoloji ve arkeoloji sanırım keşifleri beklemekte, buna bağlı olarak tarih de beklemekte!

Ögel şöyle yazıyor:

Altay Dağları ile Savan Dağları’nın güney-batı kısımları, Taş devrinin ilk çağlarından beri brakisefal beyaz bir ırk tarafından iskân ediliyordu. […] Güney Sibirya’da, beyaz bir ırkla; mongoloid ırkların karışımından yeni bir ırk doğmakta idi. Uzun bir zaman devam eden ırkların bu karışımı, MÖ 3.000’den ve 2.000’in başlarında, Güney Sibirya halkını mongoloid bir hale sokmuştu. Batı Türkistan ve Pamir, bölgelerine gelince, buralarda Akdeniz ırkına benzer dolikosefal bir ırk bulunuyordu. Fergana’nın taş devrine ait kültürlerinde ve Taşkent’te bulunan Kaunçı Tepe’nin MÖ 3.000 senelerine tesadüf eden katlarında rastlanan bu ırk, Batı Türkistan’da Anau buluntularında, aşağı Volga bölgelerindeki Astrahan dolaylarında, Orta Volga bölgesinde, Prohovsk kurganında görülmekte idi. Bu dolikosefal ırkın çok az olarak Tanrı dağları bölgesine de girmiş olduğunu müşahede ediyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, bu dolikosefaller, Güney Kazakistan ile Volga boylarını baştan başa kaplamışlardı. Bu sebeple Orta Asya brakisefalleri, saydığımız bölgelerde pek nüfuz edememişlerdi. Fakat Bronz devir ile birlikte, Orta Asya brakisefallerinin Amuderya’ya ve Fergana’nın içlerinekadar nüfuz ettiklerini görüyoruz.


Ögel, bu bilgileri kimlerden derledi: G. F. Debets (1956), L. V. Oşanin (1937), G. V. Grigoryev (1935), V. V. Ginzburg (1954), G. Sergi (1908), T. A. Trofimova (1959), S. I. Rudenko (1918), M. N. Komarova (1956).  

Yukarıdaki isimler itibariyle Güney Sibirya dedikleri yer Türk yurdu topraklar, coğrafi olarak tarifleri yanlış değil, yeter ki biz doğru anlayalım. Ancak yeni doğan ırk ne, bunu düşünelim. Ögel diyor ki, bizim bildiğimiz proto-Türk yurdu, bahse konu “yeni doğan (karışım) ırk” ile Mongol oldu. Diğer yandan, Türkistan ve Pamir dedikleri yeri de coğrafi olarak anlamanız gerekir. Aslında söyledikleri şu: Aral Gölü civarı ve Pamir Dağları’na kadarki Hint-Avrupa kültürleri… Ama Türkistan dediklerinde okuyucunun aklında, acaba neden delikosefal, şeklinde bir düşünce beliriyor olabilir. İşte konu da bu zaten, (Bkz: Görsel-2) Türkler, Güney Sibirya ve Altay’dan göç ile Tanrı Dağları’na, Hazar bölgesine, Karadeniz kuzeyinden ilerleyerek Avrupa sahasına kadar geldiler. Bakın burada hiçbir terslik yok. Eğer bizim tarihçilerimiz durumu böyle açıklasaydılar, en azından yeni tarih yazarları, daha doğru olmaz mıydı? 

Eksik veya tamamlanmamış bilgiler tarihçilerin işini zorlaştırıyor olabilir. Ama tarihçiler “kendilerinden emin” imiş gibi yazıyorlar. Ne kadar tam ve tamamlanmış bilgiye sahipsiniz? Keşifler sürecek. O halde siz de keşfedin! Okuyucuları ise onların eksikliklerinin kurbanı durumundalar. 

Bir de bakıyorum, bazı tarihçiler Türkleri, Hint-Avrupa diline göre tasnif ediyorlar. Nedeni Türkler olarak Selçuklu (MS 1037-1157, Anadolu Selçuklu Devleti ise 1077-1308) ve Osmanlı (MS 1299-1922) devletleriyle birlikte açıkladıklarından. Biraz daha zorladıklarında anlatımlarını Gök Türkler (MS 552-744) ile başlatıyorlar. Olur mu? Nerede kaldı gerideki binlerce yıl, nerede bizim ön-Türk atalarımız? Tarihçiler bana açıklamalarını, mesela “MÖ 12 bin…” diyerek başlatsalar ve yer isimleri ile yerel kavimleri ve Türk boylarını tasnif etseler, bir de zaman göre haritalandırsalar olacak. 

Altay Dağı ve bölgesi bizim açıklamalarımızın esasını oluşturur. Altaylı olmak, o bölgedeki insan toplulukları, boylar, halklar şeklinde anlaşılır. Türk boylarının hepsi Altaylıdır. Altay beşiktir, yuvadır, çıkış yeridir. Tarih içinde Altay’da her boy ismi daha sonra bir ülke veya devlet ismi olmuş mudur? Olanlar var, olmayanlar var. Bu bizim aklımızı karıştırmamalı.

Yamna kültürünün oluşumunda Ural-Altay konuşan Bozkır toplumlarının zenginliğinden bahsetmiştim. Tarihçilerimiz, MÖ 4.000’leri iyi araştırmalılar. Çünkü, en az 4 bin yıl sonrasına ait Orta Asya ve Çin dolaylarındaki kültürlere ilişkin değerlendirmeler yapıyorlar.

Mesela, “boy isimleri, Kao-ch’e, yüksek arabalı, kağnı, Kanglı, Ting-Ling, Töles…” bağlamlı açıklamalar 4 bin yıl sonrasına birden mi geldi? Halbuki bilgi var ve daha da batıda (Görsel-8). Yamna’ya zenginlik götüren Türkler bu tarihlerden de önce, yani MÖ 3.800’lerden önce bu zenginliklere sahiplerdi ki belirtilen zamanlarda göçleri yapabildiler.

Sonuçta Türklerin tarih sahnesine çıkışlarında izledikleri yol bellidir.
 

Görsel 12: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışları (İlber Ortaylı)
Görsel 12: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışları (İlber Ortaylı)

 

Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına değinen İlber Ortaylı çok dikkatli cümleler kuruyor (Görsel-12), bu nokta önemlidir. Diğer tarihçilerin yapageldiği yanlışlar yoktur. Mesela:

Türk dilince yazılan bilgiler Miladi 8. Asırda […] günümüz Moğolistan sınırları içinde kalan Orhun Vadisi […] Rus Türkolog Dimitri D. Vasiyev tarafından yapılan yüzey araştırmaları ve kısmi kazılar…


Tarihçiler tarafından Ortaylı gibi, yer, zaman, yapılan işin şekli ve ölçeği tam yazılmalıdır.


Modern Türkler

Aşağıda Bozkurt Güvenç’in Türk Kimliği isimli kitabından bahsedeceğim.
 

Görsel 13. Afet İnan’ın Tezi -Anadolu Irkı (Bozkurt Güvenç)
Görsel 13. Afet İnan’ın Tezi -Anadolu Irkı (Bozkurt Güvenç)

 

Bu referansta (Görsel-13) verildiği türdeki bilgiler bir hayli tartışmalı konuları içinde barındırmaktadır. Güvenç, “bilimsel” çalışma diyor ve Afet İnan’ın (1941) tezini referans alıyor. Afet İnan’ın 6.500 “Anadolu ırkının” araştırılmasına dayalı ifade edilen tezi 1940’ların araştırmalarını içeriyor, örneğin MÖ 4.000 tarihli bir Altay bölgesini içeren araştırma konusu değil. Burada Moğol bölgesindekiler için fenotip ifade ediliyor, çekik gözlü deniyor.

Mesele de bu zaten, Anadolu’ya gelindiğinde ırk değişiyor. Buna “modern Türkler” diyenler de var, tıpkı “modern Kazaklar, modern Uygurlar, modern Tatarlar…” der gibi. Ama yine de Türklerin, “Sarı Asyalı ile Beyaz Avrupalı arasında| olduğu şeklindeki tanım pek de bilimsel olmasa gerekir.

“Modern” topluluklar veya “sonraki/post” topluluklar konusuna bakalım. Evvela buradaki “modern” veya “post” tarifi bizim ön-Türkler incelememizden farklıdır, “son” durumu içerir. Burada söylemek istediğim, tarih okuyucularının “Türk kimdir?” türü soruların açıklanmasında yazarların ifadelerinden asıl ne kastedildiğinin belirtilmesidir. Mesela Bozkurt Güvenç veya Afet İnan “modern Türk” veya “post-Türk” dememiş, ancak tarih belirterek “Anadolu ırkı” ifadesini kullanmıştır. Okuyucu bu detayı yakalamak durumundadır.
Aşağıda Joo-Yup Lee’nin çalışması var (Görsel-14).
 

Görsel 14. Türk Halkları Soyağacı - Modern Türkler (Joo-Yup Lee)
Görsel 14. Türk Halkları Soyağacı - Modern Türkler (Joo-Yup Lee)

 


Bu itibarla, post-Moğol, post-Türk, post-Uygur gibi açıklamalar yapılmalı mı, diye sormamız gerekir. Eğer yazarların ne kastettikleri net anlaşılmak isteniyor ise bu doğrudur. Zira zaman içinde göçlerle, ırkların ve kültürlerin karışmasıyla veya melezlenmeyle, toplumların çok konusu da farklılaşmaktadır ve bu çok doğaldır. 

Buradan hareketle, MÖ 5.000 yılı Altay’da yaşayan Türk, MÖ 3.000’lerde Karadeniz kuzeyi veya Hazar güneyi bölgede yaşana Türk, MS 500’lerde Altay’da yaşayan Kül Tigin, MS 1071’de Malazgirt Savaşı’nı kazanan Alparslan, Rum kökenli Horafira (sonraki adı Nilüfer) Hatun ile I. Orhan’dan 1326’da doğma Osmanlı Sultanı I. Murad, MS 1881’de Selanik’te doğan Mustafa Kemal, gibi örneklere bakıldığında bu bütün Türkler haliyle farklı olacaklardır, ama şüphesiz Türk’türler. 

Ayrım nedir? Burada verilen örneklere bakılırsa, Alparslan, I. Murad, Mustafa Kemal “modern Türk” veya “post-Türk” olmaktadır, tıpkı şimdiki dönemdeki bizler gibi.

Kan ve kafatası ölçümleri bir yere kadar geçerlidir, daha sonra bunların pek de anlamı kalmamaktadır. Bir tek konu var, DNA analizlerinde bireylerin her bir kök araştırmasında ve akrabalıklarında yüzde kaç daha “baskın gen” taşıyor, bu öğrenilebilmektedir. 

Lee, genetik yapı hakkında bizlere şu bilgileri vermektedir:
 

Görsel 15. Türk Halkları Soyağacı – Genetik Yapı (Joo-Yup Lee)
Görsel 15. Türk Halkları Soyağacı – Genetik Yapı (Joo-Yup Lee)

 

(Örneğin: Şahsen yaptırdığım test sonucunda kendi DNA analizimden büyük oranda Altaylı olduğumu bu şekilde öğrendim. Daha ilerisine de geçtim, Ayı Mağarası’ndaki Denisovalılarla kendi suretimi mukayese ettim, çok fazla benzerlik buldum. Bu tabii özel bir konu.)

Açıkçası bunun bir öneminin olmadığını düşündüm. Çünkü modern dönemde genetik karışımın olması çok doğaldır.

Burada başka sözcükler de kullanılmaktadır, Türkleştirme, Türkleşme, gibi. Bunlar kullanıldığı yer ve amaç doğrultusunda anlam kazanır, yoksa “Türk kimdir?” sorusunun cevabına dahil edilmesine gerek yoktur.


Türk Adı

Türk adı nereden gelmektedir? Bu çokça açıklaması olan bir isimdir. Örneğin Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu detaylı araştırma yapmıştır. Bu tür bilgilere ulaşılması mümkündür, zira çok fazla sayıda kaynak vardır.
 

Görsel 16. Türk Adı (İbrahim Kafesoğlu)
Görsel 16. Türk Adı (İbrahim Kafesoğlu)

 

Türk ismi en başından buyana vardır, değişik şekillerde ve karşılıkları olacak şekilde kullanılsalar bile. Ülke isimleri farklı olabilir, ama Türklük bir birleştirici isimdir. Bir şemsiye isim olarak da kullanılsa doğrudur. 

Bir zaman önce (2003’lerde) Kazakistan’da bir radyo programında o dönem Devlet Başkanı olan Nur Sultan Nazarbayev’e yöneltilen bir vatandaşın sorusunu ve cevabını sizle paylaşayım. Çimkentli bir Kazak kadın Nazarbayev’e naklen radyo yayınında, “biz kimiz?” diye sordu. Nazarbayev, “biz Türküz, İslamız, fakat Arap değiliz,” şeklinde cevap verdi. Peki Nazarbayev bilerek mi bu din konusunu ifade etti? Evet. 

Buradan hatırlanabilecek bir “Türk-İslam sentezi” konusu var. Proto-Türk bahsiyle birlikte bakılırsa bu burada yeri olmayan bir konudur. Kimlik konusu yönüyle bakılırsa, bir açıklama getirilebilir, ki Nazarbayev de bu vurguyu yapma ihtiyacı duymuş olmalıdır.

Eğer kimlik konusu bir siyasi mana taşıyacak ise bu tür yaklaşımlar dikkate alınabilir. Ama işin içine siyaset girdiğinden dolayı her bireyin kendine göre bir seçim hakkı olduğu da unutulmamalıdır.
 

Görsel 17. Türk-İslam Sentezi (Halil İnalcık)
Görsel 17. Türk-İslam Sentezi (Halil İnalcık)

 

Halil İnalcık Türk İslam sentezi bahsini yukarıdaki kitabında açıklamaktadır (Görsel-17). Buna göre konu “modern” dönemin siyasi konusudur. Ziya Gökalp (1876-1924) ve Fuad Köprülü (1890-1966), “Turancılık” ve “Milliyetçilik” konularını tarif etmişlerdir. İnalcık’a göre bu tarifleri, “Anadolucu bir karakter” taşımaktadır.
Siyaset ise her daim bir karşı siyasetle geçerlidir, başka şekilde olmaz.

Yukarıda verdiğim eserde (Görsel-12) İlber Ortaylı’ya göre Anadolu 11. Asrın sonlarında başlamak suretiyle 12. Asır boyunca Türkleşmiştir. Yine Ortaylı’ya göre, “1800’lü yıllarda milliyetçilik konusu “Türklük şuuru” ile ortaya çıkmıştır. Yani Osmanlılık ve İslamlık değil, ön planda Türklük vardır.”

Yine Ortaylı şöyle bir hatırlatma yapıyor:

Türk kimliği ve şuuru; tarih kitabı okutarak, tarihi piyes seyrederek, tarihi film çekerek veya şiirle, müzikle oluşmuş değildir.


Bu durumda 19. Asırda Anadolu çok büyük ölçüde Türk’tür. 21. Asrın bu döneminde bu başkalaştırma (adını söylemek istemiyorum) siyasetleri nereden çıktı, anlaşılır gibi değildir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU