Barışı her koşulda savunma sorumluluğu

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü

Konuğumuz Ebru Özdemir...  

78'liler heyeti ile Belediye ile ilgili bir sorunu çözmek için Şişli Belediye Başkanı Sayın Resul Emrah Şahan ile görüşmeye gittiğimizde, bizi karşılayanlar arasında davranışlarıyla hep aklımızda olan Ebru Özdemir de vardı.

Şişli Belediyesi'nde meclis üyesi olarak göreve başlayan Ebru Hanım, akabinde belediye başkan yardımcısı oluyor.

Ayrıca, Kadın Zamanı adlı derneğin kurucu, yönetim kurulu üyelerinden. Spectrum House Sosyal Araştırma şirketinin ise kurucusu...  

Şimdilerde ise Şişli Belediyesi "Kent Uzlaşısı" tutuklusu olarak Silivri 9 No'lu Kapalı Cezaevi'nde kalan Ebru Özdemir, "Barışı her koşulda savunma sorumluluğu" yazısıyla konuğumuz...

Okuyalım:
 

Ebru Özdemir
Ebru Özdemir

 

Barışı her koşulda savunma sorumluluğu

"Aslında tarihin en yıkıcı felaketlerinden birinin başlangıç günü: II. Dünya Savaşı'nın milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, kentlerin haritadan silindiği, hayatların darmadağın olduğu, insan onurunun sistematik olarak ayaklar altına alındığı kapkaranlık bir çağın kapısının aralandığı gün... 

1 Eylül Dünya Barış Günü öylesine bir anma günü de değil; savaşların/çatışmaların nelere mal olabileceğini, nasıl bir yıkıma dönüşebileceğini ve tam da bu sebeplerle barışı savunmanın nasıl önemli bir sorumluluk olduğunu hepimize hatırlatan devasa bir uyarı günü aynı zamanda... 

Dünyanın ve bölgemizin tekinsiz hali, savunma bakanlıklarının savaş bakanlıklarına dönüştürülmesinin dillendirilmeye başlandığı günümüzde ise bu uyarı, aslında çok daha büyük anlamlar taşıyor. 

Bu satırları bir cezaevi hücresinden yazıyor olmam tuhaf bir denk düşme değil belki de…

Bazen bir şeyin hikayesi, tarihin bir kıyısına dokunur ve o temas anlamı daha da büyütür. Bugün bu koşullar altında barışı konuşmak, bir temenniden ziyade hakikatin sesine dönüşme çabasıdır ama her şeyden önce çok önemli bir sorumluluktur. 

Çünkü Türkiye yine tarihi bir eşikte duruyor. Bunu içeriden söylüyor olmanın garip bir ağırlığı olsa da biliyorum ki dışarıdan da pek farklı değil. 

Tarihin her dönüm noktasında olduğu gibi bizim de önümüzde iki ayrı yol duruyor.

Biri, kutuplaşmanın, dışlamanın, baskının ve tekinsizliğin iyice derinleştiği bir çıkmaz.

Bir diğeri ise, tüm bu karanlığın içinde toplumsal barışa, birlikte yaşamaya, demokratik yenilenmeye kapı açabilecek bir imkân. 

Evet, zor bir dönemden geçiyoruz. Bu yalnızca dışarıdan okunan bir analiz değil, ben ve benim gibi pek çok kişinin doğrudan yaşadığı bir gerçeklik.

Yerel yönetimlerin hedefe konulduğu, halkın sandıkla kurduğu irtibatın türlü şekillerde kesintiye uğradığı bir siyasi atmosferin altında yaşıyoruz.

Demokrasi dediğimiz şey, artık neredeyse gündelik hayatın dışında.

Hukuk ise çoktan güvence olmaktan çıkmış, sıradan insanların bile korkulu rüyasına dönüşmüş durumda. 

İşte tam da bu yüzden "barış"ı savunmanın bugün her zamankinden daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. 

Çünkü barış, sadece silahların susması değil; toplumun kendini yeniden duymaya başlamasıdır, barış!  

Kendine doğru bakabilmesi, acılarını bastırmadan, farklılıklarını inkâr etmeden, birlikte karşılıklı mutlulukla yaşamanın yollarını araması, barış! 

Barış, benim için asla soyut bir kavram olmadı. Bir yurttaş olarak da belediye yöneticiliği sürecinde de barışın ne kadar gündelik bir mesele olduğunu gördüm.

Mahalledeki komşuluk ilişkisinden, okulda anlatılan tarihten, bir parkta düzenlenen etkinlikten, o parka kimin isminin verildiğine kadar… 

Barış hayatın tam ortasında kurulur ya da orada yıkılır.

Bu yüzden de barışa dair ısrarı hayalperest olarak görenlere içimden hep şunu söylüyorum: Asıl hayalcilik, baskıyla, inkârla, zorla, güçle, susturmakla sürdürülebilir bir düzen kurulabileceğini sanmaktır. 

Ben adil bir barış umut ediyorum. Herkesin kendini eşit hissettiği, kendi kimliğiyle, inancıyla, diliyle güvende olduğu…

Yalnızca şiddetin bitmesini değil, eşitsizliğin, ayrımcılığın, tedirginliğin, dışlanmanın da sona ermesini arzulayan bir barış bu.

Çünkü barışın kalıcı olması için adil olması gerekir. Tüm dünya deneyimlerinin önümüze koyduğu gerçeklik bu.

Şimdiye kadar yürütülmüş ve başarıya ulaşmış müzakere süreçlerine baktığımızda hiçbirinin kolay ilerlemediğini, hepsinde öncesi-sonrası problemlerin bizdeki ile benzer olduğunu ve hiçbirinin sorunsuz olmadığını görüyoruz.

Ancak her biri eninde sonunda onarıcı adalete ve sivil iradenin kolektif emeğine ihtiyaç duymuştur. 

Yürütülen süreç her ne kadar atipik bir model olarak tarif edilse de barışın inşası ve sürdürülebilirliği aynı gereksinimlere ihtiyaç duyacaktır.

Bu nedenle barış, yalnızca devletin veya siyasetin işi değil hepimizin sorumluluğudur. 

Yerel yönetimlerin, sivil toplumun, medyanın ve elbette ki her bir yurttaşın katkısıyla örülebilecek bir süreçtir, barış! 

Kolay olmadığını biliyorum ama barışı değerli kılacak olanında bizim inşa çabamız olduğuna yürekten inanıyorum.

Geçmişin yükünü birlikte onarıp yeni bir başlangıca alan açacağız. Bunu birlikte yaşam iradesi, çoğulculuk, eşitlik ve dayanışma ile öreceğiz. 

Çünkü barış, sadece bugünü iyileştirmez.

Aynı zamanda geleceğin nasıl olacağına dair kolektif hayal gücümüzü de belirler. 

Evet, barış hala ve her koşulda mümkün.

İster içeride ister dışarıda ister baskı altında ya da özgürce konuşabileceğimiz anlarda…

Bu fikre tutunmak yalın bir umut meselesi de değil yalnızca; gerçek bir kararlılık, bir direniş biçimi, bir yaşam ısrarıdır aynı zamanda.

Hep birlikte.

Her yerde.

Herkes için..."

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU