Ateşle mühürlenen barış

Gazeteci Müjgan Halis, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye yakın tarihinde belki de ilk kez bir çatışmanın yalnızca sonunu değil, barışın ruhunu da temsil eden bir ana tanıklık edildi. PKK'nın silahlarını sembolik olarak ateşe vermesi, yalnızca bir taktik hamle değil, köklü bir stratejinin, bir zihinsel dönüşümün ilanıydı. Bu adımla, "1000 yıllık birliktelik" ve "ortak vatanda eşit ve özgür yurttaşlık" fikrinin ete kemiğe büründüğü, toplumsal sözleşmenin sahada yeniden kurulduğu yeni bir mevsime girildi.

Mekân, sadece coğrafya değildir. Bazı meydanlar vardır ki, orada yalnızca adımlar değil, niyetler de iz bırakır. Silahların yakıldığı o meydan, sıradan bir alan değildi; bir rıza meydanıydı. Orada olmak, yalnızca tanıklık etmek değil, aynı zamanda bir rızalık vermekti. Kimse el kaldırmadı belki ama kalpten bir ses yükseldi: “Yeter.” Rıza, onaydan öte, ortak yaşamda aynı duyguda buluşmaktı.

Ve bu kez o rızaya sadece halklar değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de – dolaylı ama anlamlı bir biçimde – katıldı. O anın yaşanmasına zemin hazırlayan güvenlik düzenlemeleri, medya erişiminin kontrollü sağlanması ve siyasi iktidarın sessizliği, devletin bu ritüele fiilen taraf olduğunu gösteriyordu. Devletin, yıllar süren çatışmaların ardından gelen bu ritüele müdahale etmeyişi; açıkça destek değilse de, derin bir meşruiyet tanıma haliydi. 

Bu meşruiyet, silahların yakılmasının üzerinden 24 saat dahi geçmeden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarıyla daha açık bir şekle büründü. Erdoğan, “Türkiye uzun, acılı, sancılı, gözyaşlarıyla dolu bir sayfayı dün itibarıyla kapatmaya başlamıştır. Bugün yeni bir gündür. Bugün tarihte yeni bir sayfa açılmıştır... Şimdi oturup konuşacağız. Silah için değil, kavga için değil, muhabbet için konuşacağız. Gönül gönüle konuşacağız. Her meselemizi konuşarak çözeceğiz. Şimdi AK Parti, MHP, DEM biz güçlü olarak bu yolu yürümeye karar verdik... Artık yumrukları sıkmaya gerek yok” diyerek, sürece yalnızca tanıklık etmekle kalmadıklarını, aynı zamanda bu yeni dönemin siyasi taşıyıcısı olacaklarını ilan etti. Bu ilan, açık bir iradeyle dillendirilmiş bir rıza beyanıdır.

Yeniden başlatan ateş

Bu topraklarda ateşin anlamı başkadır. Anadolu’da yeni bir ev yapılırken önce ocağında ateş yakılırdı; bu, o hanenin barışa ve birliğe açık olacağına işaretti. Ateşin evi vardı, çünkü ocak sadece ısı değil, anlam da yayardı. Casene Mağarası’nda yakılan ateş de yok etmek için değil, arındırmak, geçmek ve başlatmak içindi. Bir halden bir hale geçmenin, eskiyi bırakıp yeninin eşiğine varmanın işaretiydi. Bu ateş, yalnızca silahları değil, aynı zamanda belleği de dönüştürmeye talipti. Çünkü o silahlar artık Casene’nin serin taşları arasında, ateşin küllerinde muhafaza edilecek. O mağara şimdi yalnızca bir coğrafi mekân değil, aynı zamanda bir bellek alanıdır.

Yeni yola düşmek için ateş

Tören miydi, ritüel mi, siyasi gösteri mi? Belki hepsi, belki hiçbiri. Ama en çok da bir barış erkânıydı bu. İçten gelen, yürekten kurulan bir toplumsal sözleşme. Modern siyaset barışı çoğu zaman müzakere masalarında, belgelerde arar. Oysa bazı toplumlar için barış, önce kalpte, sonra meydanda başlar. Alevilikte cem kurulmadan önce her birey “rızalık” verir. Herkes, her şeyin bilincindedir. Casene Mağarası’ndaki barış da böylesi bir cem gibiydi: Herkesin bildiği, herkesin içine doğduğu, ama kimsenin kolay kolay tarif edemediği bir an.

PKK’nın bu adımı yalnızca devlete değil, kendi geçmişine de yönelen bir mesaj niteliğindeydi. Çünkü uzun yıllar boyunca benimsenen silahlı mücadele yöntemi, bu örgütün kimliğinde ve varoluş biçiminde belirleyici bir yere sahipti. Bu tür geçişler, özellikle çatışmalı geçmişe sahip yapılarda yalnızca dışsal değil, içsel bir dönüşümü de zorunlu kılar. Geçmişin tümüyle reddi değil ama yeni koşullara uygun biçimde yeniden tanımlanması gerekir. Bu anlamda atılan adım, bir örgütün sadece devlete ya da muhatap aktörlere değil, kendi tarihsel yolculuğuna da verdiği bir yanıttı: Bugünün ihtiyaçlarını, dünün yöntemleriyle karşılamak artık mümkün görünmüyor.

Bu, yalnızca taktiksel değil; aynı zamanda örgütsel belleği, toplumsal algıyı ve siyasal pozisyonu etkileyen bir eşik olarak okunabilir. Barış sürecine geçiş, sadece karşı tarafla değil, bizzat kendisiyle yapılan zorlu bir müzakereyi de beraberinde getirir. Bu yönüyle, Casene’de yakılan ateşin anlamı yalnızca bir çatışmanın değil, aynı zamanda bir dönemin kapanışı ve yeni bir siyasal faza geçişin işareti olarak değerlendirilebilir.

Şimdi belleğe kulak verme zamanı

Barış, sadece siyasi liderlerin söylemlerine veya anlaşmalarına dayanmaz. Kanunla sınırlanamaz. Meclis komisyonları kurulacak, hukuki düzenlemeler yapılacak belki ama asıl mesele halkların kalbinde nasıl bir iz bırakıldığıdır. Bu nedenle, barış için yalnızca hükümet değil, tüm toplum sorumluluk almalı. Barış, devletin üstten vereceği bir hediye değil, halkların birlikte öreceği bir kumaştır. Her ilmeği sabırla, rızayla, anlayışla atmak gerekir. Barış sürecini anlamak isteyen herkes, yalnızca siyasal analizlere değil, aynı zamanda bu coğrafyanın bin yıllık ocak-ateş ilişkisine, rıza kültürüne, erkân ahlakına, taşta biriken belleğe de kulak vermelidir. Çünkü bu topraklarda gerçek barış, önce ateşle denenir; sonra halkın yüreğinde kök salarak büyür. Belki ismine herkes başka bir şey diyor, belki daha en başındayız. Ama niyet belli. Ve bu niyet rıza meydanında ateşle mühürlendiyse, artık kolay kolay bozulmaz. Ve her yeni günde, ateşin etrafında bir halka daha kurulur.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU