Yeni bir süreç yaşanıyor. Uzun sayılabilecek bir süre boyunca adı konulamayan bu sürecin, artık demokratik dönüşüm ve barış eğilimi ekseninde daha belirgin şekilde öne çıktığı görülüyor.
Kuşkusuz, antidemokratik baskı politikalarının arttığı bir dönemde bu yeni sürecin gündeme gelmesi, aynı zamanda bazı sorun alanlarını da beraberinde getirmiştir.
Bununla birlikte, geçen zamana rağmen kamuoyunda ciddi bir sahiplenmenin ortaya çıkmaması bir yana, “Terörsüz Türkiye” vurgusunun öne çıkarılması; demokratik açılım, eşit yurttaşlık gibi temel hak ve özgürlüklerin neredeyse yok sayılması; hasta tutukluların tedavi haklarının karşılanmaması ve durumu ağır olanların bir an önce serbest bırakılmaktan kaçınılması; genel olarak ise tutukluların özgürlük taleplerine hâlâ bir çözüm üretilmemesi, demokrasi ve barış umutlarını zayıflatmaktadır.
Kayyum politikalarından hâlâ geri adım atılmamaktadır.
12 Eylül artığı Anayasa’nın dahi tanıdığı temel hak ve özgürlüklerin ısrarla ihlal edilmesi, hem sürece olan güveni hem de bu sürecin toplumsallaşmasını zayıflatıcı bir rol oynamaktadır.
Tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında, halkın duyarlı kesimlerinde dahi -umarız yalnızca duygusal tepkiyle söylenmiş olsun- “İktidarın çözüm derdi yok, müzakereyi unutalım gitsin” şeklinde yaklaşımlar yaygınlaşmaktadır.
Ancak bu noktada durup düşünmek gerekir:
Çünkü müzakereler, her zaman savaşan taraflar arasında yapılır.
Üstelik bu görüşmeler, kimi zaman çok daha ağır koşullarda gerçekleşmiştir.
Tarihsel deneyimler göstermiştir ki, müzakerede ısrar edenler, koşullara uygun yollarla ikna ve aklı esas alanlar, sonunda kazanmıştır.
Bu, inkâr edilemez bir gerçekliktir.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, hatta 21'inci yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan süreçte, Kürt sorununa şiddet dışında kalıcı bir çözüm üretilmemesi ve bu sorunun gerçek anlamda bir “sorun” olarak ele alınmaması; Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde ciddi bir engel oluşturmuş, aynı zamanda kalkınma düzeyinin gerilemesine de neden olmuştur.
İç ve dış politika, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan sorunlardan olumsuz etkilenmiştir.
Kürt sorununu yaratanlar, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü; "tek ulus, tek parti, tek dil, tek din, tek lider" anlayışıyla daha başından kesmişlerdir.
Bu tercihlerin sonuçları ise ağır olmuştur.
Osmanlı'dan miras kalan halk çeşitliliğini tek tipleştirme çabası, Türkiye toplumu içinde tarihsel kökleri olan bir “devlet toplumu” ve “devlet ülkesine aidiyet” bilinci geliştirmiştir.
Toplumun farklılıklarını yok sayan inkâr ve asimilasyon politikaları üzerinden yürütülen tek tipleştirme süreci, demokratikleşmeyi belirsiz bir geleceğe ötelemiştir.
Her türlü hak ve hukuk arayışı ile sol-sosyalist görüşlere karşı “devletin bekası” ideolojisiyle karşı çıkılmış, bu boşluk ise kaçınılmaz olarak “kök”e dönüş arayışlarını beslemiş; ırkçı ve dinci eğilimlerin canlı kalmasına zemin hazırlamıştır.
Bugün yaşanan yeni süreç, barışı, demokrasiyi, özgürlükleri ve Kürt sorununu Türkiye'nin her yerinde, her kürsüde konuşulabilir hale getirme potansiyeli taşımaktadır.
Bu başarıldığı takdirde, barış ve demokratik dönüşüm süreci için önemli bir fırsat doğacaktır.
Böylece, toplumun yalnızca güvenlik ve terör eylemleri vurgusuyla kontrol altında tutulduğu kaygan zeminden uzaklaşılarak; barış ve demokrasi arayışına dayalı bir siyasal ortamda, başta kayyum atamaları ve yargı operasyonları olmak üzere tüm hukuksuzluklarla daha geniş bir halk desteğiyle mücadele edilebilir.
Bu da hem gerilemeye direnişin hem de kazanımın yolunu açabilir.
Geçmişte Kürt sorununun yalnızca “terör”le özdeşleştirilmesi, Türkiye halkının ırkçı ve güvenlikçi söylemlerle kolayca yönlendirilmesine neden olmuştur.
Ancak bugün Kürt Hareketi’nin gündeme getirdiği “silahsızlanma” yönelimi, bu tür manipülasyonları aşmayı kolaylaştırmakta; iktidara destek anlamına gelmekten çok, demokratik dönüşüm perspektifiyle barış ve demokrasi mücadelesini daha etkili, daha koruyucu ve daha faydalı koşullarda sürdürme imkânlarını artırmaktadır.
Bu durum doğru anlaşılmalı, hafife alınmamalıdır.
Öte yandan, geçmişte muhalefet “milli güvenlik” söylemi karşısında demokratik bir dil geliştirme konusunda yetersiz kalmıştır.
Bunun sonucu olarak, esasen yalnızca ekonomik kriz eksenine hapsolmuş bir muhalefet pratiğine tanık olduk.
Dokunulmazlıkların kaldırılması, kayyum politikalarına karşı etkisizlik, Kürt sorununa güvenlikçi yaklaşım ve Kürt Hareketi ile sosyalist müttefiklerin ittifaklardan dışlanması gibi adımlar, muhalefetin iktidarın inkâr ve dışlama çizgisine yedeklenmesine neden olmuştur.
Bu koşullar, ülkenin Kanun Hükmünde Kararnameler ve tekçi iktidarcılıkla yönetilmesini mümkün kılmıştır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gelinen noktada, Ortadoğu’da güç ilişkilerinin yeniden şekillenme sürecinin dayattığı gerçeklikler, Sayın Öcalan’ın ve Kürt sorununun, gündemi belirleyen temel aktörler arasında yer almasını ve devletin yeni bir pozisyona geçmesini zorunlu kılmıştır.
Sayın Öcalan’ın devlete yaptığı “demokratik dönüşüm” çağrısı, devletin bu çağrıya yanıt verdiği ölçüde, Kürt Hareketi’nin de kendi yeniden inşa sürecini başlatacağını açıklaması, devletin yeni bir pozisyon alma sürecinin önünü açmıştır.
Bu çerçevede, Kürt Hareketi açısından adım adım gelişen bir demokratik dönüşüm süreci başlamıştır.
Özün sözü:
Bizim derdimiz Cumhur İttifakı'na ya da Türkiye İttifakı'na kazandırmak değil.
Derdimiz, Türkiye demokrasisini güçlendirmek.
Başarırsak, demokrasi güçlenecek,
Demokratik Cumhuriyet pratikleşecektir.
Kürt meselesi oldukça devlet demokratikleşemez!Abdullah Öcalan
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish