Gerçekten de bana bir şeyler oldu.
Sıkıcı biri oldum. Bu saçmalık.
Zayıf ve güçsüz birine dönüştüm.
Yalnızlık, bazen kişinin kendi çizdiği sınırlarla, bazen de kendiliğinden ortaya çıkar.
Kişiliğin şekillenmesinde önemli bir etkendir.
Bu yüzden yalnız büyümüş birinin, kalabalık bir dünyaya ait olması zordur; insanlarla konuşması, şakalaşması, gülmesi ya da ağlaması... yanıltmasın.
Onun sadece bedeni kalabalığın içindedir, ruhu değil.
O, insan yığınları arasında tek başınadır.
Yazarlarda yalnızlık, daha farklı bir yoğunlukta kendini gösterebilir.
Eserleri ve yarattıkları kahramanları, onların çevresindeki arkadaşlarıdır.
Bunlarla, sağaltır yalnızlıklarını.
Yalnızlık içinde büyümüş ve yine yalnızlık içinde hayata veda etmiş birisidir, Osamu Dazai.
19 Haziran 1909 yılında Japonya’nın küçük bir kasabası olan Kanagi’de doğdu.
Gerçek adı Şūji Tsushima’dır. Varlıklı bir ailede büyüdü.
Çocukluğunu büyük bir malikânede, 30 kişilik ailesiyle geçirdi ama yine de yalnızdı.
Annesi, hastalığı nedeniyle çocuklarıyla ilgilenemediğinden teyzesi tarafından büyütüldü.
İnsan, fark edilmek ve duyulmak ister. Bu, doğal bir arzudur.
Bu isteğin doyurulmamasının insanın içinde büyüttüğü boşluğu dışındaki hiçbir şey dolduramaz.
Buna direnmek, çokta kolay olmayabilir.
Dazai’nin anne ilgisinden yoksun büyümesi ve kalabalık bir ailede fark edilmemesi, içindeki boşluğu derinleştirir.
17 yaşındayken edebiyatla tanıştı. Edebiyatla başladı sanat yaşamına.
Siyasetle ilgilenen bir aileden olmasına rağmen siyaset yerine yazarlığı tercih etti.
yılında ilk öyküsü dergilerde göründü. Tokyo Üniversitesinde Fransız Edebiyatı okudu.
Şinkiro ve Seiza dergilerinde yayımlandı yazıları. Kendi dergisini çıkardı, kısa öykü ve romanlar kaleme aldı.
Murasaki Shikibu, Fyodor Dostoyevski, Ryunosuke Akutagawa... edebiyattaki pusulaları oldu.
"Ustam" dediği Akutagawa’nın intihar etmesinin ardından ağır bir travma geçirdi, kendini alkole ve uyuşturucuya verdi; uzun bir dönem yazmadı.
Bir geyşayla birlikteliği ve yasadışı Komünist Parti’ye üye olması nedeniyle ailesi tarafından evlatlıktan reddedildi.
Ekonomik sorunlarla baş başa bırakıldı. Yazar Masuji Ibuse'nin desteğiyle toparlanarak "Osamu Dazai" müstear adıyla yeniden yazmaya başladı.
Dazai'nin özel hayatı, yazarlık kariyeri kadar düzenli ve parlak değildi.
Birden fazla evlilik yaptı ve bu evliliklerden 4 çocuğu oldu. Ancak ailesine karşı kayıtsız kaldı.
Sevgilileriyle beraber bohem bir hayatı tercih etti, Dazai.
Sık sık psikolojik sorunlarla mücadele etti.
Kendi yaşamındaki gelgitler, metinlerinde "karamsarlık" ve "çaresizlik" olarak yer buldu.
Japon edebiyatının en çok okunan yazarları arasında yer aldı.
Eserleri, modern klasikler arasında gösterildi ve pek çok dünya diline çevrildi.
"Yalnızlık", "nihilizm" ve "varoluş arayışı" temalarını işledi.
Türkçeye çevrilen eserleri arasında Güneş Batarken, Öğrenci Kız, Benim Savaşım, Son Yıllar ve İnsanlığımı Yitirirken bulunur.
Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken 1 romanının orijinal adı Ningen Shikkaku’dur.
Türkiye’de birçok yayınevi tarafından çevirisi yapılarak yayımlandı.
İnsanlığımı Yitirirken, birey-toplum ilişkisini inceliyor.
Bireyin topluma yabancılaşmasını, benliğini kaybetmesini, toplumun bu duruma etkisini ve bunun bireyin benliğinde yarattığı hasarları hüzünlü bir hayat öyküsü üzerinden işliyor.
Utanç dolu bir hayat yaşadığını ve hayat kavramını anlayamadığını itiraf ederek romanına başlar, Dazai.
Bu samimi itirafla, kahramanı Yozo üzerinden hayata dair çok önemli nüanslar sunuyor.
Yozo’nun hayatı, toplumun baskısı ve kendi sorunları arasında sıkışıp kalmış bireyin trajedisini yansıtıyor.
Yaşadıkları ise; derin bir yalnızlığı ve çaresizliği, bireyin toplum içinde ne denli yabancılaşabileceğini gösteriyor.
İnsanlığımı Yitirirken’in ilk sayfalarında, başkişi Yozo’nun kişilik gelişimini çocukluk döneminden itibaren ele alıyor, yazar.
Çocukluğumdan beri hastalıklı bir yapıdaydım.
Yozo, son derece zeki bir çocuktur; ama zayıf, kırılgan, kendine güvenmeyen, kabul görmek için beklentilere göre yaşayan biridir.
Öyle silik, öyle edilgendir ki, bazen acıktığını bile fark edemez; kendi varlığından bile bihaberdir.
Açlık denen şeyin ne olduğunu da bilmiyordum…‘Açlık’ denen hissin nasıl bir şey olduğunu hiç ama hiç anlayamıyorum… karnım acıksa bile bunu kendi başıma fark edemiyordum… sonra çevremdeki insanlar ‘karnın acıkmıştır. O zamanlarımı hatırlıyorum da… çevremdekileri memnun etme huyum kendini gösterir, ‘Acıktım’ diye mırıldanır… karnımın acıkmasının nasıl bir his olduğunu biraz bile olsun anlamıyordum. 2
"İrade", birey olmanın temel şartıdır; insanı var eden, hayata tutunmasını sağlayan güçtür.
Ancak Yozo, iradesinin neredeyse tamamen susturulduğu bir ortamda yaşar; kendi seçimlerinden, yönelimlerinden yoksun, başkalarının yönlendirmelerine bağımlı bir gölge gibidir.
Ailesi tarafından sürekli küçümsenmesi, paylanması yüreğine dayanılmaz acılar çektirir. Ruhunu çürütür.
"Küçük bir azar bile benim için bir fırtına kadar kuvvetliydi, delirecek gibi olurdum" 3 diyen kahraman, öfke dolu yüzleri korkunç hayvanlara benzettiğini ifade ederek yaşadığı duygusal çöküntüyü tarif eder.
Yozo'nun yaşadıkları, insanlarla arasına korku duvarları örmesine sebep olur.
Yükselen duvarların ardında kaybolur, adım adım insanlardan uzaklaşır.
Hislerini, duygularını ve düşüncelerini paylaşmak yerine içine atmayı seçer.
İçine attıklarını farklı bir kimlikle dışa vuran kahraman, burada çoklu kimlik özellikleri sergiliyor.
Çoklu kimlik, birden fazla kişilik özelliğidir.
Birinci kimlik, kahramanın gerçek kimliği yani bastırılmış olan.
İkincisi ise, kabul görmek için geliştirdiği "soytarı" kimliği.
Isdırabımı, göğsümdeki küçük bir kutuya saklıyor, bunalımımı, sinir krizlerimi var gücümle gizliyor ve böylece soytarılık eden tuhaf kişi kimliğimi yavaş yavaş inşa ediyordum. 4
Metafor, bir metindeki temayı somut ve daha anlaşılabilir hale getiren bir yöntemdir.
Maske ve farklı tonlardaki kıyafetler, hem dikkatleri kişiye çeker hem de kişiyi olduğundan farklı gösterir.
Sinema ve edebiyatta yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Yozo’nun babasından hediye olarak istediği "Aslan dansı kostümü" romandaki en güçlü metafordur.
Bu kostüm, kahramanın olduğundan farklı görünme ve gerçek kişiliğini örtme/gizleme çabasını simgeler.
Bu çabanın iz düşümleri, kahramanın yazdığı öykülere, verdiği cevaplara, çizdiği resimlere ve karikatürlere kadar onun tüm uğraşlarına güçlü bir şekilde sirayet eder.
Oluşturduğu sahte kimliğin içinde hapsolan kahraman, bunun gerçek kimliğini, kişiliğini yansıtmadığının da farkındadır.
Ancak gerçek benliğim ile mevzubahis haylaz kişi taban tabana zıttı. 5
Stoa felsefesine göre, dış etkenlerin insan üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.
İnsanı etkileyen, dış etkenlere yüklediği anlamdır.
Bu öğretiye göre, kişi, korkuyu çevresinden öğrenebildiği gibi cesareti de öğrenebilir.
Önerilen metot ise, günlük meditasyon çalışmalarıyla beyni cesarete alıştırmaktır.
Aksi takdirde, kişi her şeyden korkar hale gelir. İlgiden, sevgiden, zenginlikten bile.
Dazai, eserinde bu felsefeye paralel bir görüşe sahip olduğunu gösteriyor.
İnsan korkak olunca mutluluktan bile korkuyor. Pamuktan bile yaralanabiliyor insan. Mutluluk da insanı yaralayabiliyor. 6
Korkuya teslim olmuş kahraman, bu ruh hâliyle hayaletler görmeye başlar; geceleri gözüne uyku girmez, yatağında sağa sola kıvranır ve sonunda teselliyi kötü alışkanlıklarda arar.
İçki, sigara, fahişeler… hepsinin insanlara duyduğum korkuyu biraz olsun bile dağıtmamı sağlayan yöntemler olduğunu çok geçmeden ben de anladım. 7
Kahramanın yaşadıklarını, bir de Stefan Zweig’den okuyalım:
Korku ruhu kemirir.
Çağdaş Japon Edebiyatı’nda "I Noval" (Ben Roman) türünün yansıyan yüzü Dazai’dir diyebiliriz.
Sıradan insanların ve sıradan hayatların romana konu olabileceğini göstermiştir o.
Görmezden gelinen, kıyıda köşede kalmış, kenar mahallelerde yaşayan yoksullar, fahişeler, alkolikler, katiller ve işçilerdir onun kahramanları.
Belki de en çok kendisini anlatmıştır Dazai.
Kitabın kapak resmi, ana temasını etkileyici bir şekilde yansıtmaktadır.
Büyük, korkutucu ve tuhaf gözler, kulaklar, ağız ve burun; boynuzlu, önden kel, arkadan uzun saçlı bir kafa ve vampir dişleriyle tasvir edilen kişi, başkalarının tercihlerine göre şekil alan, bireyselliğini yitirmiş birini temsil eder.
Bu trajikomik tasvir, karakterin dönüştüğü kişiyi başarılı bir şekilde betimlemektedir.
Dazai’nin romanı, 20’nci yüzyılın bütün kitaplarının en etkileyicilerinden biridir.
Gerçekten de Japon edebiyatı üzerindeki tesirine değinmemek olmaz.
Bir başka Japon yazar Yukio Mişima, kitap hakkında şunları söyler:
Dazai’de sevmediğim şey, tam da kendimde en çok gizlemek istediklerimi ortaya çıkarması.
İnsanlığımı Yitirirken tam anlamıyla bir klasik.
Sonuç olarak, Osamu Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken adlı novellasının ana mesajını, en iyi açıklayan kavram "Mahalle Baskısı"dır.
Mahalle baskısı, Türkiye’de ilk kez Şerif Mardin kullanmıştır.
Bireyin içinde yaşadığı sosyal çevrenin etkisiyle kendi davranışlarını, düşüncelerini ve ifadelerini, çevrelerindeki insanların beklentilerine uygun olarak değiştirmesidir.
Yozo, tüm hayatını kendisi dışındaki insanlara göre ayarlamıştır.
Ailesinde gördüğü muamele sonucu özgün tarafları örselenmiş, kendine kurban rolünü biçmiş ve ilişkilerinde sürekli kendisinden ödün veren taraf olmuştur.
En ufak tartışmayı bile, haklı olsa dahi, sineye çekerek çözmeyi tercih etmiştir.
Bu tutumu, onu sürekli bir öz yargılamaya sürüklemiştir:
"Neden cevap vermedim? Neden isteğimi dile getirmedim?" gibi sorular içini kemirmeye devam etmiştir. Başka bir deyişle; yüreği sesi kısılmış istekler mezarlığına dönmüştür.
Juan Rulfo, ne güzel kelimelere dökmüş bu vaziyeti:
Hayatımda bir sürü sessizlik var.
Sürekli başkaları için yaşamanın, başkaları için bir şeyler yapmanın, hal böyleyken kendini hep ikinci plana atmanın büyük bir hata olduğunu gösteriyor, Dazai.
Hayatını fedakârlıklar için harcamak, kendi hatalarını yapamamak, kararlarını verememek... Neden?
Diğer insanları memnun etmek için.
Her zaman ama her zaman benden soytarılık bekliyor, ben de bu sonu gelmez tekrar taleplerine karşılık veriyor, yorgun düşüyordum. 8
Peki bu çırpınışlar gerçekten görülüyor mu?
Yazarın olay örgüsü, Kırmızı Pazartesi romanının konusunu çağrıştırıyor.
Gabriel García Márquez'in kaleme aldığı bu kitapta; toplum, işlenecek bir cinayete seyirci kalıyor.
İnsanların kendilerine dokunmadığı sürece bazı olaylara kör, sağır ve cahil kalabildiğini Kırmızı Pazartesi’de öğrendik, belledik ve iliklerimize kadar hissettik.
İnsanlığımı Yitirirken’de ise toplum, bireyin kendisini öldürmesine neden olduğu gibi buna seyirci de kalıyor.
Romanda kahraman, ruhen ölmüştür.
Onun ruhunu öldürenler, ellerinde kan lekesi olmayan; fakat vicdanları birer kan emici canavara dönüşmüş katillerdir.
Yozo’nun ruhunu yok edip geride yalnızca bedenini bırakan da onlardır.
Bu nedenle Dazai, Yozo’nun intihara sürüklenmesinde payı olan babası, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları, sevgilileri hatta hizmetçilerine kadar herkese uzatıyor kalemini ve yaptıklarının sonuçlarını onların yüzüne vuruyor.
Farklı zamanlarda ve kıtalarda yaşamış iki yazar olan Márquez ve Dazai, toplumun bilinçli olarak "üç maymun"u oynamasına benzer bir kaygıya ayna tutuyor.
Romanlarında benzer bir trajediyi işlediler ve her ikisinde de trajedi galip geldi.
İnsanlığımı Yitirirken'de kahraman, benlik aşınmasının en ağır, en sert ve en yıkıcı hâlini yaşar; dahası bu çöküşü, kör bir inatla sürdürmeye devam eder.
Dazai, silik bir karakterin sürüklenen hayatını yalın bir gerçeklikle aktararak, nasıl yaşanması gerektiğini değil, nasıl yaşanmaması gerektiğini gösterir.
İnsan ömrü sınırlıdır ve bu kısa zaman diliminde kişinin kendi idealleri ve arzuları doğrultusunda yaşaması büyük önem taşır.
Toplumun beklentilerine, dogmatik inançlara ya da ailenin baskılarına göre sürdürülen bir hayat, bireyin iç huzurunu boğar; onu mutsuz, depresif ve karamsar bir varlığa dönüştürür.
Bu şekilde yaşayanların kişilikleri zamanla deforme olur ve yalnızca fiziksel olarak varlık gösteren canlılara dönüşürler.
Bu durumu anlatmak için en uygun başlık "The Walking Dead" olabilir.
Aynı zamanda ünlü bir dizinin de adı olan, yaşayan ölüler ya da yürüyen ölüler olarak çevirebileceğimiz bu öbek, insani tüm niteliklerini yitirmiş, yaşamla ölüm arasındaki bir noktada bulunan, ruhsuz ve duyarsız varlıkları haber verir.
Tıpkı Dazai’nin kahramanı gibi: dışarıdan bakıldığında hayatta fakat çoktan ölmüş biri.
Bireyin dünyasını ayrıntılı bir şekilde irdeleyen, ustaca betimleyen, ortaya koyan Japon romancıyı okumaktan çok keyif aldım.
Kitabın benim için önemli tarafı, topluma yabancılaşarak veya dışlanarak insanlığımızı kaybetmeyeceğimiz; fakat topluma uyum sağlama adına kendimizden vazgeçtiğimizde insanlığımızı kaybedeceğimiz vurucu mesajı vermesidir.
Hassas, sessiz, müşkülpesent, bilgili ve son derece gösterişsiz biri olan Osamu Dazai, yaşadığı hayattan tat alamaz, yaşamdan çok ölüme daha yakındır.
1929’dan sonra bir dizi başarısız intihar girişiminde bulunur.
Ancak 13 Haziran 1948 tarihinde, henüz 39 yaşındayken, metresi Tomie Yamazaki ile birlikte evinin yakınındaki Tamagawa Kanalı'na atlayarak intihar eder.
Cesetleri Tokyo’da, bir nehir kenarında, doğum gününde bulunur.
İntihar ettiği yıl, en bilinen eseri İnsanlığımı Yitirirken’i yazdı.
Geride şu notu bıraktı:
Doğmuş olduğum için beni affedin.
Keyifli okumalar!
1. Osamu Dazai, İnsanlığımı Yitirirken,Çev. Didem İpekoğlu, Can Yayınları, 2024.
2. Age,s,14
3. Age,s,17
4. Age,s,18
5. Age,s,23
6. Age,s,54
7. Age,s,41
8. Age,s,32
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish