Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, dış politikadaki söylemlerini farklı değerler üzerinden kurguluyor.
Cumhuriyetçilerin dış politikası güvenlik odaklı iken Demokratlar'da liberal politikalar ve insan haklarına riayet daha öncelikli.
Uygulamaya baktığımızda da Cumhuriyetçi figürlerden, mesela, Türkiye'de insan hakları ihlallerini duymasak da Demokrat siyasetçilerden duyuyoruz.
İkinci olarak, her iki partinin de Türkiye'ye bakışı, bölgeyi ele alış biçimlerine göre farklılık gösteriyor.
Örneğin Cumhuriyetçiler, Ortadoğu'yu İran-İsrail çatışması üzerinden okudukları için İran'a karşı dengeleyici bir güç odağı olarak gördüğü Türkiye'yi daha yakın bir müttefik olarak ele alıyor.
Öte yandan Demokratları, bu güç dengesini Kürt oluşumlarıyla kurmayı tercih ettiği için Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü azaltma yoluna giriyor.
Cumhuriyetçilerin Çin'e bakışı İran'a yaklaşımlarıyla paralellik gösterse de Çin'e karşı gösterebilecekleri agresiflik sınırlı.
Cumhuriyetçilerin temel amacı, Çin'i küresel anlamda yeni büyük tehdit olarak konumlandırıp çevresindeki ittifak ağını güçlendirmek.
Cumhuriyetçiler bu sayede büyük şirketlerin Çin'de çıkmasını sağlayıp Çin'e alternatif kaynaklar yaratmayı öncelik haline getirmek istiyorlar.
Bu durum, hem Avrupa'ya yakınlığıyla, hem de ucuz iş gücü ve altyapı imkânlarıyla Türkiye'nin cazibesini artıracaktır.
Öte yandan Cumhuriyetçilerin bu programı, Türkiye'nin hem yatırım hem de sıcak para bakımından başlıca partnerleri arasında olan Çin'le ilişkilerini de doğrudan etkileyebilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Demokratlar ise İran'da olduğu gibi Çin konusunda da bir kriz yönetimi yaklaşımı sergiliyor.
Her ne kadar Çin'in yarattığı tehlikeleri kabul etseler de Çin'in dünya ekonomisindeki varlığının maliyetleri düşürdüğünü öne sürerek kısa dönemli ekonomik durumu önceliyorlar.
ABD'nin müttefiklerine Çin'le ekonomik ilişkileri azaltmaya yönelik baskı yapmasının kişilerin cebine giren ürün miktarı anlamında ciddi bir maliyeti olduğu göz ardı edilemez.
Dahası Türkiye, Çin'i Avrupa'ya bağlayan Orta Koridor'un da bir parçası. Ancak Orta Koridor, yalnızca bir Çin ve Rusya projesi olarak ele alınmamalı.
ABD, Kuşak-Yol projesini kesip bu koridoru Çin malı geçişi kısıtlanan, ancak AB'ye Orta Asya kaynaklarının akmaya devam ettiği bir şekle büründürmek istiyor.
Bu bağlamda Çin mallarının Batı pazarlarına daha hızlı ulaşmasının Türkiye'nin rekabetçi iş gücü konusundaki avantajını baltalayacağını ekleyelim.
Cumhuriyetçiler, dış politikada Çin'e ağırlık vereceği için Güney Çin Denizi de daha fazla gündeme gelecek.
Bu bağlamda, ABD'nin Çin'in sınırlarını genişletme politikalarına yönelik Güney Çin Denizi'nde öne sürdüğü hukuki argümanların aynısını Türkiye de Ege Denizi'nde öne sürüyor.
ABD'nin buradaki hukuki tavrını uluslararası kamuoyuna sunması Türkiye'nin de faydasına.
Trump hükümeti, Yunanistan'a karşı net bir tavır almasa da Türkiye ve Yunanistan arasında bir denge politikası izliyordu.
Biden hükümeti ise, Türk-Yunan gerilimlerinde her zaman Yunanistan'ın yanında yer aldı.
Blinken'ın da Biden'ın da (Senato Dış İlişkiler Komitesi'nden başlayarak) Yunan lobisiyle eskiye dayanan ilişkilerinin bunda etkisi büyük.
Raporlar, Harris'in zaferinin Demokrat ulusal güvenlik ekibinde değişikliklere yol açabileceğini ve mevcut ulusal güvenlik danışmanı Philip Gordon'un ulusal güvenlik konularında öncü bir rol üstlenmesinin beklendiğini öne sürüyor.
Sonuç olarak, Blinken'ın gelecekteki rolü, ABD'nin Yunanistan'a yönelik politikalarını önemli ölçüde etkileyebilir.
Ege Denizi'nde Yunanistan, hava kuvvetleri açısından Türkiye'ye karşı bir üstünlük sağlamış durumda.
Buna karşılık Yunanistan F-16'ları modernize etmeye başlayarak Fransa'dan Rafale savaş uçağı satın aldı.
Türkiye'yi özellikle İran'a karşı kilit müttefik olarak gören Cumhuriyetçiler, Türkiye'nin F-35 projesinden çıkarılmasını Demokratların bir hatası olarak görüyordu.
Bu bağlamda Cumhuriyetçiler, her an savaşa hazır ve caydırıcı bir Türkiye arzuluyor.
Dahası, Türkiye ve Yunanistan arasında izleyecekleri denge politikasında iki ülkenin hava kuvvetleri konusunda Yunanistan lehine açılan farkı da dengelemek isteyecektir.
Doğu Akdeniz konusunda her iki kamp da Gazze'deki mevcut durumun çözülmesini ve doğalgaz akışının sağlıklı biçimde sağlanmasını ön plana koyuyorlar.
Gazze'deki savaşın ardından Batı'nın Rusya'ya enerji konusundaki bağımlılığı daha da görünür bir hal aldı.
Dolayısıyla öncelikli alternatif kaynakları olarak gördükleri rezervlere en kısa zamanda erişmek istiyorlar.
Bu noktada, AB'nin Doğu Akdeniz konusundaki menfaatlerinin ABD'den daha yüksek olduğunun, dolayısıyla Türkiye için ABD'den daha belirleyici olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Merkel'in görevinin son zamanlarında Doğu Akdeniz konusunda Türkiye'nin kaygılarına hak verilmesi gerektiği konusundaki çıkışını hatırlayalım.
Enerji konusunda Rusya'ya yakınlığı nedeniyle Doğu Akdeniz'de çözümsüzlük isteyen Almanya, Türkiye'yi kışkırtmaya çalışıyordu.
Türkiye'de başta ulusalcılar olmak üzere Rusya yanlısı çevrelerin tutumunu da paralel bir doğrultuda ele alalabiliriz.
Demokratların Yunanistan konusunda gördüğümüz Helenofil tutumunun Kıbrıs'ta da belirgin olacağını söylemeden geçmeyelim.
Gelelim Ukrayna savaşına. Trump her ne kadar Putin'le kurduğu bireysel ilişkisi üzerinden Rusya-Ukrayna krizini çözeceğini öne sürse de hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi karar alıcılar Ukrayna Savaşı'nın bir "donmuş ihtilaf"a (frozen conflict) döneceği konusunda hemfikir.
Cumhuriyetçiler, savaşın durmasıyla birlikte Rusya'nın Kiev'i işgal edemeyeceği ve ambargolar yumuşasa bile devam edeceği varsayımıyla hareket ediyor.
Fiiliyatta Rusya'nın aldığı topraklar kabul görse de resmiyette Donbass da Kırım da uluslararası hukuka dayalı biçimde tanınmayacak.
Bu doğrultuda, Putin'in her halükarda zayıflayacağını, askerden terhis olan azınlıkların huzursuzluk çıkaracağını ve olası bir iç karışıklıkla birlikte Ukrayna'nın kaybettiği toprakları geri alabileceğini düşünüyorlar.
Ancak aksi bir durumda Rusya gücünü geri kazanmaya devam edecek.
"Donmuş ihtilaf", söz konusu savaş her an devam edebilir anlamına geliyor.
Ukrayna Savaşı'nın muhtemel bir ikinci safhası başladığında bu sefer NATO doğrudan devreye girebileceği için Cumhuriyetçiler, Türkiye'yi bu alanda da güçlü tutmak isteyecektir.
Her ne kadar Demokratlar, iktidara gelmeleri halinde Ukrayna'yı terk edecekleri konusunda Cumhuriyetçileri suçlasalar da Demokratik Parti içerisinde de savaşı bitirmeye yönelik eğilim gitgide artıyor.
Askeri ihtiyaçların üretimi bir yana dursun, bunların teslimatı ve temini daha da büyük bir maliyet teşkil ediyor.
Bunların arasında yalnızca top mermileri değil SİHA'lar, füzeler, piyade tüfekleri ve mermiler de var. Hatta yakın zamana kadar Ukrayna'da F-16 verilmesi bile gündemdeydi.
Dolayısıyla, Demokratlar da kaynakların tükendiğinin ve savaşı sonuna gelindiğinin farkında, arada yalnızca söylemsel bir fark mevcut.
Dolayısıyla "donmuş ihtilaf" gündemi, Cumhuriyetçiler için olduğu kadar Demokratlar için de öncelik taşıyor.
Ukrayna'nın NATO'ya girdiği bir durumda ABD donanmasının Kırım'da konuşlanması gündeme gelebilir, hatta Montrö dahi tartışmaya açılabilirdi.
Ancak gelinen noktada Ukrayna, AB'ye de, "donmuş ihtilaf" durumu devam ettiği sürece NATO'ya da giremeyeceği için İttifak'ın Karadeniz'deki varlığı Türkiye tekelinde kalacak, ABD için Karadeniz'in önemi devam ettiği sürece erişimi Türkiye üzerinden olacak. Kuşkusuz bu Türkiye'nin çıkarına olacaktır.
Gerek Romanya'nın, gerekse de Bulgaristan'ın mali ya da askeri imkânları Karadeniz'de Ruslarla başa çıkacak düzeyde değil.
Dolayısıyla ABD'nin Karadeniz'deki Türk varlığına ihtiyacı bir zorunluluk.
Bir diğer konu İsrail. Cumhuriyetçilerin söylemde İsrail'le ilişkileri daha da sağlamlaştıracağını, Demokratların ise en azından söylemde iki devletli çözüme desteğini sürdürdüğünü biliyoruz.
Öte yandan Cumhuriyetçiler, toprak bölüşümü konusunda İsrail tezlerinin neredeyse tamamını kabul ediyor.
Cumhuriyetçilerin iktidara döndüğü bir konjonktürde şartların Türkiye'yi İsrail'le ilişkileri düzeltmeye itmesi daha muhtemel.
Dahası, başta Suudi Arabistan olmak üzere bir Körfez faktörü var. Demokratlar uzun yıllardır Körfez ülkelerinin dışarıya açılmasını ve liberalleştirilmelerini bir politika olarak benimsiyor.
Cumhuriyetçiler de aynı siyasetin takipçisi. 7 Ekim öncesi dönemde Körfez-İsrail normalleşmesi nihayete ermek üzereydi.
Gelinen noktada ya Türkiye'nin Suudi Arabistan-İsrail yakınlaşmasının dışında kaldığı bir süreç göreceğiz, ya da müşterek bir normalleşmenin parçası olacağız.
Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerine yalnızca ticari düzeyde yaklaşmamak gerekiyor. Örneğin Suudlar bir dönem YPG'yi finansal açıdan destekliyordu.
Öte yandan, yine başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'in komşumuz İran'la ilişkilerinin hiçbir zaman "sıfır sorun" düzeyinde inmeyeceğini biliyoruz.
Zira iki ülkenin de rejimleri dolayısıyla yayılmacı politikaları ve çelişen çıkarları çok fazla.
Demokratlar, İran'ı Batı'ya açma, ambargoları yumuşatma ve nükleer anlaşma hedeflerine dönmeyi hedefliyor.
İran'ın yayılmacılığını doğal görüp bunu bir nevi rehabilitasyon yoluyla yönetmek istiyorlar.
Geriye dönüp baktığımızda Obama yönetiminin, Irak'ı fiilen İran'a teslim ettiğini görüyoruz.
Irak'ta Musul'dan Enbar'a kadar olan bölgede sadece Kürtleri denge unsuru yapmak yerine diğer Sünni grupları da dahil etmediler.
Dolayısıyla Musul'a kadar olan kısım İran güdümünde kaldı.
Cumhuriyetçiler ise İran yayılmacılığının kökünü kazımak istiyor.
ABD, İran'ı tehdit olarak gördüğü ölçüde Türkiye'i destekleyecektir.
Bu yaklaşım farkını göz önünde bulundurduğumuzda Cumhuriyetçilerin İran'da güdeceği Soğuk Savaş stratejisinin Türkiye'yi ABD'nin daha önemli bir partneri yapacağını söyleyebiliriz.
Karabağ Savaşı'yla birlikte İsrail'in desteklediği Azerbaycan ve İran'ın desteklediği Ermenistan arasındaki geriliminin kesin olarak sonuçlandığını görsek de ABD, eninde sonunda Ermenistan'ı Batı İttifakı'na çekmek istiyor.
Dolayısıyla Zengezur Koridoru açılsa da açılmasa da bile barış anlaşması yapılacağı bekleniyor.
Muhtemel bir barış anlaşmasının Ermenistan tarafından kabulü, Gürcistan seçimlerinde iktidarın Rus yanlısı bir partiye geçmesiyle Türkiye lehine evrildi. Zira Türkiye artık Ermenistan'ın batıya açılabileceği tek komşusu.
Geçen aylarda Ermenistan dışişleri bakanının "soykırım diplomasinin değil tarihçilerin işi" çıkışını hatırlayalım.
Yakın zamanda hem Ermenistan'ın Türkiye'nin tezlerine yaklaştığı, hem de barışa hamilik ederek ABD'yle ilişkilerimizi geliştirebileceğimiz bir sürece girebiliriz.
Suriye konusuna gelirsek, ABD'nin YPG'yi kullanmaya devam etmek istediğini biliyoruz.
Demokratların hem Obama yönetiminde, hem de son 4 senede YPG'ye ilişkin politikası onları Esad'a karşı kullanmaya yönelikti.
ABD, YPG'yi temel olarak Deyrizor'a soktuğu bir hançer olarak kullanıyor.
Bu bağlamda Ayn el-Arab, Rakka, Münbiç ve Tel Rıfat'taki YPG birliklerinin Rusya'ya bağlı olduğunu, ABD'nin kontrolünün yalnızca Haseke ve Deyrizor'da olduğunu unutmamak lazım.
Mevcut durumda bölgedeki Arap aşiretlerin YPG'den uzaklaştırılıp Türkiye'nin devreye sokulması gibi bir ihtimal söz konusu gözükmüyor.
Demokratlar da devam etse, Cumhuriyetçiler geri de dönse Ankara'nın Şam'la el sıkışması güç.
Öte yandan ABD'de yeni hükümetin tavrı, Esad'ın İran'a mı yoksa Rusya'ya mı daha yakın pozisyon alacağına göre belirlenecek.
Buradaki en temel soru, Esad'ın Suriye'de Şii milisleri tutmaya devam edip etmeyeceğine dayanıyor.
Esad'ın isyan politikası sonucunda Fırat'ın batısına yerleşen Şii milisler, gelinen noktada Şam'ın kontrolünden çıkmış durumda.
Dolayısıyla, özellikle Cumhuriyetçilerin Şam'a yönelik politikası, Esad'ın kendisini İran'dan ne kadar soyutlayabileceğine bağlı olarak değişecektir.
Obama döneminin travmalarından ötürü Demokratlar Ortadoğu'da statükodan yana, radikal değişimler istemiyor.
Suriye konusunda ise İsrail'in Suriye'ye yaptığı saldırılara şu anda olduğu gibi sessiz kalacaklardır.
Eğer Cumhuriyetçiler İran'a karşı olduğu gibi Esad'a yönelik de sertleşmek istiyorsa Türkiye'ye olan desteklerini artırmaları gerekiyor.
Bu tür bir durumda ABD'nin, Türkiye'nin özellikle Rus nüfuzu altındaki YPG kontrolündeki bölgelere operasyon yapmasına sıcak bakacağını söylemek mümkün.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish