Değerli Independent Türkçe okuyucuları,
10 Kasım vesilesiyle, 87 yıl önce aramızdan ayrılan, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.
Atatürk'ün ebediyete irtihal ettiği 1938 yılı, yalnızca Türkiye için değil, dünya tarihi açısından da zor geçecek karanlık yılların habercisiydi.
1938 yılı, II. Dünya Savaşı öncesi
Atatürk'ün vefat ettiği günlerde dünya, II. Dünya Savaşı'nın eşiğindeydi.
1929 Büyük Burhan'ının etkileri sürüyor, hem ekonomik hem de siyasi istikrarsızlıklar derinleşiyordu.
Türkiye ise bir yandan yeniden doğmaktayken, diğer yandan, bölgedeki ve dünyadaki gelişmeleri de yakından takip ediyordu.
Sağlığı bozulmasına rağmen, Atatürk de son nefesine kadar ülke ve dünya meselelerini takip etti.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendinden sonraki yıllarda ayakta durabilecek cumhuriyet kurumlarını da bizlere miras bırakmak için son günlerine kadar dur durak bilmeden çalıştı.
O yıllarda, Milletler Cemiyeti üyesi olmasına rağmen Mançurya ve Etiyopya'yı işgal eden Japonya ve İtalya, dünya çapında istikrarsızlık ve güvensizlik ortamını iyice körüklüyorlardı.
İtalya'daki faşist Mussolini rejimi, Nazi Almanya'sı ve Japon militarizmi dünyayı adım adım felakete sürüklüyordu.
Almanya'daki Nazi rejimi, asıl en büyük felaketin sebebi olacaktı.
9-10 Kasım 1938'de Almanya'da yaşanan "Kristal Gece" pogromu, ileride insanlık tarihine korkunç bir felaket ve insanlık adına asla tekrarlanmaması gereken büyük bir utanç olarak geçecek Holokost'un (Holocaust) habercisiydi.
Dolayısıyla, Kasım 1938, çok üzücü bir dönem olarak tarihe geçti.
1938 yılında İngiltere'de, dönemin Başbakan Chamberlain'in, Almanya ve Hitler'e yönelik "yatıştırma" politikaları, Nazi Almanya'sını ve faşist rejimleri daha da cesaretlendiriyordu.
Ege'de, 12 Ada olarak bilinen adaların hâkimiyetinden dolayı, Türkiye'ye denizden komşu olan faşizm altındaki İtalya, genç Türkiye Cumhuriyeti tarafından da doğrudan bir tehdit olarak algılanıyordu.
Türkiye açısından bakıldığında, güneyden İtalya'nın yayılmacı politikaları, kuzey ve doğuda ise Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği'nin baskıcı ve kapalı rejimi güvenlik endişelerini artırıyordu.
Stalin döneminin karanlık sayfaları, bugün dahi araştırılmaya devam ediyor.
Bu dönemi ayrıntılarıyla ele alan, Sovyetler Birliği tarihi ile ilgili Türkçe yayınlanmış, çok kıymetli bir çalışma olan "Kızıl Yıldız" (2025) adlı kitapta hocalarım Onur İşçi ve Sam Hirst de bu süreçleri inceliyorlar.
Bütün bu saldırgan dönemlerin aksine, Türkiye ise, Hatay'ın yeniden Anavatan'a katılmasını, askeri olarak değil, diplomatik ve siyasi yollarla başararak, Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh ilkesine önemli ölçüde uydu.
Tabii yurtta barış demek, vatanın müdafaasından vazgeçmek anlamına gelmediğini, herkes bilmeli.
Barışçıl olmak ile teslimiyetçi veya yatıştırıcı olmak arasındaki en büyük farklardan biri ilkelerdir ve Atatürk'ün zaten Türkiye Cumhuriyeti'ne bıraktığı en önemli mirasların başında ilkeleri geliyor.
Hatay meselesi
Dünya bu denli karışıktı; fakat Atatürk, sağlığı bozulmuş olmasına rağmen, Hatay meselesinin peşini bırakmadı.
İskenderun Sancağı'nın (Hatay'ın) anavatana katılması için bizzat yürüttüğü diplomatik mücadele, onun devlet adamı olarak kararlılığının en büyük örneklerindendir.
Hatay'ın Türkiye'ye resmen katılması, ne yazık ki Atatürk'ün vefatından birkaç ay sonra, 1939'da tamamlanabildi.
Bugün bile Suriye'de Esad rejimi ve kimi unsurlarının Hatay'ın Türkiye'ye aidiyetini yıllarca sorgulayan söylemleri, haritalarında Hatay'a dair çirkin imalar, bu konunun sadece tarihsel değil, güncel bir mesele olduğunu hatırlatıyor.
Kalıcı barışın sağlanması için, Suriye'de kurulacak herhangi bir yeni ulusal düzenin Türkiye'nin toprak bütünlüğünü, Hatay dâhil, tartışmasız biçimde tanıması gerekir.
87 yıl önce ve bugün: Benzer belirsizlik ortamı
1938'de milletimiz, Atatürk'süz bir dünyaya ve karanlık bir uluslararası ortama uyanmıştı.
Bugün, 87 yıl sonra, yine çatışmaların, katliamların, belirsizliklerin, savaşların gölgesinde bir dünyada yaşıyoruz.
Şimdi de bazı güçlü devletler, komşu ülkelerinin topraklarına yönelik operasyonlarda bulunuyorlar.
Savaş zayiatı gerekçesiyle, sivil halkın, yaşlıların, kadınların ve çocukların öldürüldüğü, şehirlerin yıkıldığı, insanlığın sınandığı bir çağdayız.
Bir daha yaşanmamalı dediğimiz insanlık ayıplarının yeniden yaşandığına tanıklık ediyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve vatandaşları olarak en büyük gücümüz, Atatürk'ün bizlere miras bıraktığı fikirlerini, ilkelerini ve Cumhuriyet devrimlerini dünya koşulları ne olursa olsun geleceğe taşıma irademizdir.
Çünkü, büyük Atatürk, yalnızca bir asker ya da devlet adamı değil; aklı, bilimi, barışı ve bağımsızlığı temel alan bir ileri görüşlülüğün simgesidir.
Atatürk, dış politikada bağımsızlık ve egemenlikten taviz vermeyen, teslimiyetçi asla olmayan, mandacılığa karşı çıkmış, İstiklal Savaşı kahramanı, zor şartlarda milli mücadele vermiş bir halka liderlik etmiştir, eşişiz bir liderdir.
Ancak askeri başarılardan sonra bunları hem Cumhuriyetimizin kalkınmasıyla hem de vatandaşlık bilincini oluşturacak reformlarla taçlandıran bir anlayışla hem ülkede hem de dünyada öncelikle barışçıl politikalar benimsendi.
Bu ilkeler, halen hem içeride hem de dış politikada, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına rehberlik etmektedir.
Atatürk'ün ışığı yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor
Bugün cumhuriyetimizin 102'nci yılında, Atatürk'ün vefatından 87 yıl sonra dahi, Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibi her zamankinden daha değerli.
Tekrar ediyorum, bu söylemi bir yatıştırıcı veya teslimiyetçi söylem olarak görmemek lazım.
Bağımsız ve egemen bir devlet olarak ülkemize barış ve istikrarı teşkil edip, bölgeye de istikrar ve sulh u salah ihraç eden bir cumhuriyet olarak, kendi ilke ve kurumlarımıza her zaman sahip çıkılmasını hatırlatan bir söylemdir; bu barışçıl söylem.
Hem içeride demokrasimizi ve kurumlarımızı güçlendirmek, hem dışarıda barışa katkı sağlamak, Atatürk'ün bize emanet ettiği cumhuriyetimizin ve ilkelerin önemi bir mirasıdır.
Eski hasım ve düşmanlarla dostluk kurabilen, teslimiyetçi olmadan onlarla medeni ilişki kurulabileceğini göstermesi de dış politikamız için önemli bir miras oldu.
Türkiye Cumhuriyeti'ni muasır medeniyetler seviyesine getirmek için tasarlanmış ilkeler de, Atatürk'ün bizlere önemli mirasıdır.
Dolayısıyla, bağımsızlık ve egemenlikten asla taviz verilmemeli, ancak kategorik şekilde ne Doğu, ne de Batı karşıtı olmadan, cumhuriyet ilkelerine uyumlu politikaları hem içerde hem de dışarıda uygulamalıyız.
Evet, dünya yine zor bir dönemden geçiyor, ama Atatürk'ün bıraktığı miras, ilkeleri, devrimleri ve vizyonu, ilelebet yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da, kalpten gelen sevgi ve saygımızı göstermek için 10 Kasım'da saat 09.05'de hayat duracak ve saygı duruşunda bulunacağız.
Ama sonrasında, Atatürk'ün ve cumhuriyetimizin kurucularının ilkelerinden esinlenerek, hepimiz, cumhuriyet ilkeleriyle ileriye doğru hep birlikte yürümeye devam etmeliyiz.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish