Şahinin kanatları altında: Ortak umudun adı birlik

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Muhammed İkbal (9 Kasım 1877 - 21 Nisan 1938) / Fotoğraf: AA

Bir arada olmak, aynı kalıba girmek değil; aynı umuda inanmaktır.

9 Kasım, Pakistan'ın millî şairi ve düşünce insanı Allame Muhammed İkbal'in doğum günü.

Yaklaşık 100 yıl önce kaleme aldığı "şahin metaforu", bugün hâlâ İslam dünyasının birliğine, Türkiye'nin öncü rolüne ve insanlığın ortak değerlerine dair evrensel bir çağrı olarak yankılanıyor.


Birlik, kalıptan değil umuttan doğar

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken Türkiye, yalnız kendi geleceğini değil, ortak bir medeniyetin vicdanını da temsil ediyor.

İslam dünyası, genç nüfusu, doğal zenginlikleri ve derin kültürel mirasıyla tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir potansiyele sahip.

Ancak bu potansiyel, ancak adaletle, özgür düşünceyle ve ortak bir umutla birleştiğinde anlam kazanabilir.

Birlik, otoriteyle değil; vicdanla, dayanışmayla, eşit yurttaşlık fikriyle kurulur.

İkbal'in yüzyıl önce haylini kurduğu özgürlük ve birlik nasıl sağlanacaktır?

Bu soruya şu cevabı verebiliriz:  

Bir arada olmak, aynı kalıba girmek değil; aynı umuda inanmaktır.


İkbal'in şahini: birliğin metaforu

Türk kültüründe kartal, şahin hükümdarlığın olduğu kadar özgürlüğün de sembolüdür.

Altın Kartal olarak da bilinen şahin tam da bu iki anlamı birden taşır.

"Devlet Kuşu" olarak bilinen ve güneşin altın rengiyle bağdaştırılan bu yüce kuş, aynı zamanda bir ölümsüzlük timsalidir.

Edebi metinlerde kahramanlarla özdeşleştirilen şahin atinin habercisi olarak yorumlanır. 
 

Allame Muhammed İkbal (1877–1938)

Pakistan'ın millî şairi, düşünür ve filozof.
Sialkot'ta doğdu, Lahor'da yaşamını sürdürdü.
Farsça ve Urduca eserlerinde özgürlük, adalet ve islam dünyasının kardeşlik bilincini savundu.
"Cavidname", "Rumuz-ı Bekhodî" ve "Şikâyete Cevap" adlı eserleriyle İslam dünyasında düşünsel bir uyanışın öncüsü oldu.


İkbal, 20'nci yüzyılın başında sömürge altındaki Müslüman toplumlara özgürlük ve özgüven aşılayan bir düşünürdü.

Onun kaleminden dökülen "şahin metaforu", yalnızca bir şiirsel imge değil, bir medeniyet tasavvuruydu.

Ey Müslüman! Sen şahinsin, tavuk değil!
Şahinin işi gökyüzünde uçmaktır, yerde eşinmek değil!


Bu dizelerde İkbal, İslam dünyasının farklı coğrafyalarını tek bir bedende birleştirir.

Bazı yorumculara göre İkbal şahin metaforunda şahinin başını Türkler olarak nitelendirmiştir.

Ona göre, Şahin ancak bütün unsurlar bir araya geldiğinde uçabilir.

13'üncü yüzyılda Yunus Emre Türkçeyle, Hacı Bektaş Veli Arapçayla, Mevlâna ise Farsçayla Anadolu'da Zümrüdü Anka'nın kanatlarının tüm dünyaya merhamet ve adalet inşa edeceğinin ipuçlarını şiirlerinde ele almışlardır. 


İkbal'in gözünde Türkiye: Umudun ve direnişin adı

Pakistan'ın millî şairi Allame Muhammed İkbal, Türkiye Cumhuriyeti'ni yalnızca bir ulus devlet olarak değil, İslam dünyasının yeniden doğuşunun sembolü olarak görüyordu.

Onun gözünde Mustafa Kemal Paşa, yıkımın içinden dirilişi mümkün kılan büyük bir kahramandı.

1911 ve 1912 yıllarında Lahor'da yapılan meydan mitinglerinde Trablusgarp ve Balkanlarda savaşan Türk ordusuna destek veren konuşmalar yapıyor, Türk kahramanlığını öven şiirler okuyordu.

Onun "Peygamber Efendimizin Huzurunda" adlı şiiri Hint kıtasındaki Müslüman halkların Türk'e olan derin sevgisinin tezahürüdür.

İkbal, Türk ordusunun her zaferini yakından takip etti; Anadolu'da verilen kurtuluş mücadelesini, İslam dünyasının onurunu yeniden kazandığı bir uyanış olarak yorumladı.

1922'de, Sakarya Meydan Muharebesi'nin hemen öncesinde Muhammed İkbal, kalemini Anadolu'dan yükselen direnişin sesine çevirdi.

"Mustafa Kemal Paşa'ya Hitap – Allah Onu Güçlendirsin" başlıklı şiirinde, geçmişin ihtişamını hatırlatarak Türk liderine bir çağrıda bulundu:

Başladığın işi tereddütsüz tamamlar:

Bir millet var biz onun varlığıyla ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir bakışta yön verdi bizlere, dağları aştık
Dünya güneşi olduk bir kıvılcım yerine
Koş Mustafa Kemal koş, atın çatlayana dek
Bizi tedbir mat etti, sana tedbir ne gerek?

(A.Karahan, Doğudan Gelen Ses:
İkbal, İstanbul, 2001, s.117)


Bu dizeler, yalnızca bir şairin duyduğu hayranlığı değil, aynı zamanda İslam dünyasının yeniden ayağa kalkabileceğine olan inancını dile getiriyordu.

İkbal'e göre Türkiye, sömürge zincirleri altındaki coğrafyalar için bir umudun sembolüydü; Mustafa Kemal Paşa ise o umudu gerçeğe dönüştüren iradenin adıydı.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte İkbal, "Türk'ün şanı yeniden doğuyor" diyerek bu uyanışın yalnız Türkiye'ye değil, tüm İslam dünyasına ışık saçtığını yazdı.

Hayatının son döneminde ise oğluna şu vasiyeti bıraktı:

Türkiye'yi asla gözden çıkarmayın. İslam'ın geleceği Türk'ün elindedir.


Bu sözler, İkbal'in gözünde Türkiye'nin yalnız bir ülke değil, bir medeniyetin yeniden doğuşunun kalbi olduğunu gösteriyordu.  

Aynı düşünceyi Kaşgarlı Mahmud; Divânü Lugati't-Türk'te, Türk milletinin İslam dinine hizmetini şu cümlelerle belirtmiştir:

Gördüm ki yüce Tanrı, devlet güneşini Türklerin burçlarından doğdurmuş. Göklerdeki daireleri, onların devletleri çerçevesinde döndürmüş.


Bugün Pakistan'da her 9 Kasım'da, İkbal Günü'nde onun bu kardeşlik ve birlik dizeleri yalnız iki ülke arasındaki dostluğun değil, tüm gönül coğrafyasına hitap eden kardeşliğe dayalı ortak bir umudun simgesidir.

Ne Afgan'ız, ne Türk ne de Tatar'ız,
Bir bahçeye ait, onun dalından budağından biriyiz.
Renk ve koku ayrımı yapmak haramdır bize;
Tek Yetiştiricinin nev-baharıyız.

(Muhammed İkbal, Lale-i Tur, s.26.)


Tarihin aynasında birlik: Ortak hafızadan ortak umuda

Birlik, farklılıkları bastırmakla değil, anlamakla mümkündür.

İslam dünyasının tarihi, aslında tam da bu çoğulculuğun tarihidir.

Abbâsîlerin Bağdat'ında eski medeniyetlerin birikimi özellikle Süryani, Yunan, İbrani ve Sabii düşüncesiyle İslam felsefesi buluşmuş; Endülüs'te Arap, Berberî ve Yahudi bilginler aynı medreselerde tartışmış; Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Arapça, Farsça ve Türkçe, aynı ilmî geleneğin farklı dilleri hâline gelmiştir.

Bu kıymetli miras, İslam medeniyetini bir dinî anlayış merkezinde, evrensel bir kültürel sentez haline getirmiştir.

Ne var ki 19 ve 20'nci yüzyıllarda yaşanan sömürgecilik, milliyetçilik ve ideolojik kutuplaşmalar, bu sentezi parçaladı.

Her bölge kendi içine kapandı; din, kültür ve siyaset arasındaki doğal denge bozuldu.

Bugün "birlik" kavramı yeniden gündeme geliyorsa, bu tarihsel parçalanmışlığın ardından gelen bir arayışın sonucudur.

Dolayısıyla İslam dünyası, geçmişteki çok merkezli yapısını yeniden düşünmeli; tek tip bir model yerine adalet, eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde bir ortaklık geliştirmelidir.

Bu ortaklığın temeli, özgür düşünce ve açık diyalog olmalıdır.

İslam tarihinde ilmî tartışmanın, farklı yorumların ve hatta mezhep farklılıklarının bile üretken bir çeşitlilik oluşturduğu unutulmamalıdır.

Bugünün dünyasında bu mirası yeniden canlandırmak, geçmişe dönmek değil; geçmişin çoğulcu ruhunu geleceğe taşımaktır.

Bu noktada Türkiye, tarihsel tecrübesiyle bu denklemin merkezinde yer alır.

Osmanlı döneminde Arap, Kürt, Arnavut, Fars, Yunan, Makedon, Bulgar, Macar ve diğer halklar Türkler ile bir arada yaşamış; devlet, İslam medeniyetinin hem siyasî hem kültürel taşıyıcısı olmuştur.

Cumhuriyet döneminde ise bu tarihî miras, laiklik, hukuk devleti ve eğitim reformlarıyla yeni bir çerçeveye kavuşmuştur.

Türkiye, böylece Doğu ile Batı arasında yalnız coğrafi değil, düşünsel bir köprü haline gelmiştir.

Ne Batı'nın taklidi ne Doğu'nun nostaljisi…

Cumhuriyetin laik ve demokratik yapısı, bu dengeyi kurmanın en güçlü aracıdır.

Zira laiklik, inancı zayıflatmak değil, onu özgürleştirmektir; demokrasi, tek bir yorumun hâkimiyeti değil, fikirlerin birlikte yaşamasıdır.

Bugün Türkiye'nin rolü, tarihin bu çoğulcu damarını yeniden hatırlatmak; İkbal'in "şahin" metaforundaki gibi, gökyüzüne ancak birlikte yükselebileceğimizi göstermek olmalıdır.

Birlik, aynı kalıba girmek değil; aynı umuda inanmak, aynı tarihsel hafızadan geleceğe yürümektir.


Birlik olmak ayrılıktan kaçınmakla başlar

Kur'an-ı Kerim'in şu ilahi buyruğu hâlâ yolumuzu aydınlatıyor:

Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin.

(Âl-i İmrân, 103)


Bugün, bu çağrıyı bir kez daha hatırlamak gerekiyor.

Birlikte olursak güçlü oluruz; güçlü olursak dünyadaki  mazlum halkların beklediği adaleti sağlarız, kendi aramızda adaletli olursak insanlığa umut oluruz.

Muhammet İkbal Cavidname adlı eserinde İslam ümmetinin birlik olursa güçlü olacağına vurgu yapar:

Din kuvveti birlik makamına dayanır
Birlik biçimlenince millet canlanır!


Ve belki de İkbal'in şahini hâlâ gökyüzünde süzülüyorsa, o kanat sesleri en çok Anadolu semalarında yankılanıyordur.

İkbal'in fikirleri, Pakistan'ın kuruluş ideolojisine yön verdi.

İkbal Türklere derin bir sevgiyle bağlandı.

Türkler yükselmeye devam ederse ve 21'inci asırda muasır medeniyetin zirvesine çıkarsa Babür'ün torunları Pakistan, Hindistan, Afganistan, Bangladeş ve Türkistan'da da mutlu olacaktır.

9 Kasım İkbal'in doğum günü, 10 Kasım ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefat günü. Her ikisinin de ruhu şad olsun.

Türkiye ve Pakistan'ın dostluğu ebedi olsun.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU