Histerik olan her şey ölür; bir millet, bir devlet ve bir imparator.
Tarihin hiçbir sürecinde yoktur ki, elinde kimi zaman mızrak, kimi zaman tüfek, kimi zaman da network olmasın ve kendini ayakta tutma çabası içerisinde bir millet…
Döneminde vücuda gelmiş yapılaşma ve meydana gelme süreci her millet için aynı özelliklere sahip olmamıştır.
Ancak yegâne ortak bir nokta vardır ki, hiçbir yönetici aslında histerik olmamıştır.
Meydana gelmiş devletleşme süreci ister 6 ay ister 600 yıl olsun, hiçbir yönetici siyasi, askeri ve toplumsal olaylara duygularını karıştırmamış ve karıştırmak dahi istememiştir.
Duygusal anlamdaki temel yaklaşımımız, yatak odasında çizilmeye çalışılan bir sınır yahut düşman kızlarıyla yatma arzusu değildir elbette.
Öyle ki magazinsel konuların sıkça zuhur ettiği bir dönemde yaşamış olsaydım, bu haberleri izlemek ve takip etmek tek isteğim olabilirdi, tabii can güvenliğim söz konusu değilse.
Hâlihazırda bu konulara değinmişken, dönemin aristokrat kesiminin üst sınıfı partlama çabalarının muhalif tarafın elbette can sıkıntısına yol açtığını ve hâlâ da açabildiğini söylemek gerekir.
Antik devirlerde keskin bir kaleme sahip olmayı çok isterdim; öyle ki kalemimin bu keskinliği en çok da dilimi parçalayacak olmasına rağmen karşıma bir imparatoru almayı da istemeyecek değilim.
Savaş meydanlarında ömrünü heba etmiş bir antik devir yöneticisinin yaptığı tüm işgal girişimlerini her hafta köşe yazımda eleştiriyor olabilseydim, acaba hangi arşiv kayıtlarında adımdan övgüyle bahsedilirdi, merak etmiyor da değilim.
Ya da feci şekilde can verişimi hangi kaynak nasıl lanse ederdi, en çok da bu konu beni meraka sevk ediyor.
Duygusal ve feminen bir imparator idaresi altında yaşamayı kim arzu eder bilemem ama böyle bir idare altında kendimi heba edecek değilim.
Misal, Asurbanipal attığı ok ile bir aslanın içinden geçmemiş yahut uzak memleketlere seferler düzenlememiş olsaydı, bugün hangi birimiz tanıyabilirdi ki bu kralı?
Büyük ihtimalle bu sözlerimden dolayı o dönemde sosyal medya hesaplarımız olsaydı, çoktan linç yemiş ve hatta bazı aşırıcılar tarafından bir kazığa dahi oturtulmuş olurdum.
İşin özeti bir yana dursun, böyle bir şeyin olması pek de olası değildir elbette.
Antik devir krallarını aynı masada bir araya getirebilme şansım olsaydı, masanın en baş köşesine hiç şüphesiz Ho Megas’ı oturtur ve saatlerce hayranlıkla yaptığı seferleri onun ağzından dinlerdim.
Kendisinin ne cinsel hayatı ne de özel hayatı zerre umurumda olmazken, onun nasıl duygularından arınmış bir komutana büründüğünü anlamakta güçlük çekerdim.
İskender’in histerik karakterini elbette kimse inkâr edemez ve edemiyor da.
Ama biz onun cinsel hayatından ziyade askeri başarısını bugün dahi konuşabiliyorsak, bu onun tüm duygularından arındığını da gösterir.
Zafere giden yolun askeri dehasıyla açıldığını manşetlere sığdıramayız ancak temel yegâne işlevinin duygusal bir devlet otoritesinden uzak olmasından ileri gelir.
İskender’in sağından Sezar’ı oturtmak sanırım beni dahiyane bir yola itecektir.
İkisini aynı masaya oturtma girişimi ne yazık ki tarihin hiçbir sürecinde mümkün olmamıştır. Oysa ne çok tanışmak istemiştir Sezar.
İmparatorluk hayalleri kurarken Cumhuriyeti başına geçirilen suikast kurbanı Sezar’ın hayat hikâyesi hiç olmadık yerlerde, hiç olmadık zamanlarda karşımıza çıkmıştır elbet.
Kendisinin çok kez de magazinsel haberlerde boy göstermesi yine bizi şaşırtan bir durum olmasa gerek.
Gayrimeşru çocuklarının ardı arkası kesilmezken, bir propaganda aracı olarak muhaliflerin bu durumu kullanması beni bile şaşırtmıyor; büyük ihtimalle Sezar’ı da şaşırtmamıştır.
Öyle vakitlerde bile Sezar’ın uzak memleketlere akınlar düzenlemesi onun histerik kaybının şüphesiz göstergesidir.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish