Devletçi ekonomiye geçerken…(3)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Birinci Dünya Savaşı, 'Büyük Felaket' (1915) ve Kurtuluş Savaşı, sonra da "Yunan-Türk halklarının mübadelesi" gibi nedenlerle ülkede özellikle üretici güçler ve üretim bağlamında ciddi boşluklar ortaya çıktı.

Savaş, kırım ve mübadele denebilir ki ülkenin üreten ve yaratan insanlarının önemli bir kesiminin yok olmasını getirmiş, temel ihtiyaçlarla üretim arasındaki makas açılmıştı.

Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı tarihte 16,5 milyon olan nüfus, Lozan'dan sonra 14 milyona kadar düşmüştü. Bu durum 2,5 milyon civarında üretici insan kaybı anlamına geliyordu.

Nüfusun yüzde 75'i köylerde yaşıyordu ama tarımsal verimlilik düşüktü. Nitekim üretilen buğday 1 milyon ton, patates 73 bin ton, pancar 6 bin ton, pamuk ise 100 bin ton civarındaydı.

İthalat 87 milyon dolarken, ihracat 51 milyon dolarla ziyadesiyle gerilerdeydi. Kişi başı milli gelir ise ancak 45 dolardı.


"Yeniden inşa"

İşte böylesine geri ve zayıf üretim ve mali koşullar içinde İzmir İktisat Kongresi'nde, İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) açılış konuşmasında, "Ben ulusal egemenliği ulusal iktisat egemenliği olarak anlarım" diyerek ekonominin önemine vurgu yapıyordu.

"Uygulanacak ekonomi politikasının kendine has bir politika olacağını" belirterek, bir tür karma ekonomi tarifi yapmıştı.

Anadolu'da ticaret burjuvazisi oluşturmak için sarfedilen gayretler ve teşvik tedbirleri dahi arzu edilen sonuçlarını elde edilmesini sağlayamamıştır. Genç Cumhuriyet ekonomik kalkınma modeli olarak Türk girişimcisine dayalı, kendine yeten bir milli ekonomiyi benimsemiştir.

Bu çerçevede 1923 İzmir İktisat Kongresi ile 1930 yılı arasındaki zaman, "yeniden inşa" dönemi olarak tanımlanabilir.


Yeniden inşanın sorunları

Kongreye gidilirken cumhuriyet döneminin ekonomik yapısı, Osmanlının son dönemlerinin çökmüş ekonomik mirası olacaktı.

Kongre kararları doğrultusunda sanayi girişimlerinde bulunuldu ama bunda başarılı olunduğu söylenemez. Bunun başta gelen nedeni yukarıda bahsedildiği gibi üretici insan kaybı idi.

Bu dönemde eşraf ve toprak ağaları çıkar kaygısıyla modernleşme ve sanayileşme sürecine tepki gösterdi ve direndiler.

Ticaret burjuvazisini sanayi burjuvazisine dönüştürmek için tanınan ayrıcalıklar ve önlemler sonuç vermedi, ticaret burjuvazisi aşırı kar sağladığı ticareti ve kâğıt üzerindeki işlemleri sürdürmeyi daha karlı buluyordu çünkü.

 
Çözüm arayışı var ama…

1924 yılında Mustafa Kemal'in talimatıyla Türkiye İş Bankası kuruldu. 1925 yılında yeni kurulacak sanayi kuruluşlarını yönetmek amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu.

1926'da Mustafa Kemal'in emriyle halkın inşaat teşebbüslerini desteklemek, gerekli kredileri sağlamak ve yetim haklarını korumak amacıyla Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. Ziraat Bankası devlet kurumu olmaktan çıkarılıp anonim bir şirkete dönüştürüldü.

Savaş bitmiş, inşa dönemi başlamıştı ama kayda değer bir sermaye birikimi oluşmuyor, sermayedar grubu ortaya çıkmıyordu, yoktu.

İttihat-ı Terakki döneminden kalma küçük ve orta işyerleri yabancıların ya da bir şekilde ülkede kalabilen gayri müslim iş sahiplerinin elindeydi.

Ayrıca, mübadele ile gönderilenlerin iş yerleri üzerinden Türk-Müslümanları iş sahibi yapmakla mesele bitmiyordu. Savaştan çıkmış, el koymaya-ganimete alışmış Türk insanının yeni yaşama uyum sağlaması başlı başına sorundu. Genel bir mesleksizlik hali de hakimdi.

Öngörülen liberal kapitalizmin para hırsını körükleyen sosyal sonuçları da uç vermeye başlamıştı. İş Bankası ve Ziraat Bankası'nın kredilerinden küçük bir azınlık nemalanıyordu.

Özellikle, Milli Mücadele kazanıldıktan sonra siyasete atılmış, milletvekilliği ile iş takipçiliğini bir arada götüren, İş Bankası çevresinde toplanmış bir kapitalist grubun varlığı (aferistler), CHP üst kadrolarında büyük rahatsızlık yaratmıştı.

 
Temmuz 1926'da Kabotaj Kanunu'nun çıkarılması ticaretin gelişmesi için önemliydi. Bu kanunla yabancılara ait olan ülke içinde yük taşıma imtiyazı Türklere geçmişti.

Aynı yıl içinde, yapılan ve sonra kapatılan Kayseri Uçak fabrikası deneyimi yaşandı.

Alpullu ve Uşak Şeker fabrikaları yapıldı.

1924 yılında Haydarpaşa liman ve rıhtımı ile birlikte Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya ve Arifiye-Adapazarı; 1928'de Mersin-Tarsus-Adana demiryolu hatları devletleştirildi.

1925 yılında Osmanlı döneminin ağır miraslarından Tütün Rejisi 4 milyon liraya satın alınarak devletleştirildi.

1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı ve bu kanunla sanayi kesimine teşvik ve bağışıklıklar getirildi.

Bunların başlıcaları, uygun girişimlere 10 hektara kadar arazi tahsisi; kazanç, gümrük vergileri ve harçlardan bağışıklık; haberleşme imkanlarının ve enerjinin devletçe sağlanması, kuruluş sırasında yurtdışından satın alınacak araç ve gereçlerin nakliyesinde yüzde 30 indirim yapılmasıydı.

Ancak sanayinin teşvikine dair bütün bu önlemler istenen sonucu vermedi, başarısız oldu.

Bunun nedeni çıkarılan kanunda gümrük vergilerinin sıfırlanmasının ithalatçılara düşük vergilerle mal getirme imkanını tanıması, onlara ucuz mal ithal ederek depolama imkânı sağlaması ve böylece sanayicilerin rekabet avantajını ortadan kaldırmasıydı.

Lozan Antlaşması'na göre önceden verilmiş gümrük muafiyetlerinin 1929'a kadar devam ettiği göz önüne alınarak gerekli önlemlerin alınmaması olmalıydı bunun başta gelen bir nedeni…

Hemen belirtmeli ki bu dönemde, yani 1923-29 döneminde dış ticaret sürekli açık veriyordu. Özellikle dünya ekonomik krizinin ortaya çıktığı 1929 yılında…

Krizin gümrük tarifelerini yükselteceği kaygısıyla aşırı ithalata gidilmişti. Türkiye'nin en önemli ihracat kalemleri esas olarak tarım ürünleri idi. Krizin tarım ürünleri fiyatlarının düşmesine yol açması ihracat gelirlerini azaltmış, dış ticaret açığı daha da artmıştı.  

Üstelik Lozan'da kabul edilen Osmanlı borçlarının ilk taksitinin ödeme zamanı da gelmişti. Bütün bu gelişmeler Türk parasının değer kaybetmesine neden olmuş, halk ama özellikle çiftçiler hızla yoksullaşmıştı.


Devletçi ekonomiye doğru

İzmir İktisat Kongresi, liberal söylemle iç içe uygulanacak bir tür karma ekonomi politikayı seçmişti ama ülke bunu gerçekleştirecek yeterli bir sermaye birikimine, sermayedara sahip değildi.

En azından halkın temel ihtiyaçlarını bir ölçüde karşılayacak devletçi ekonomiye yönelmek zorunlu görünüyordu.

 

Devam edecek...

 


Yararlanılan kaynaklar:

1. Mustafa Güler, Ekonomi, Demokrasi, siyaset, Ütopya yayınevi, Ankara-2022
2. Mahmut Esat Bozkurt'un İzmir iktisat Kongresi konuşmasından…
3. Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2007, imge Kitabevi-2010
4. Hikmet Bila, CHP Tarihi (1919-1979), Doruk Matbaacılık-1979

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU