VII. CELAC Zirvesi: Latin Amerikacı birleşme rüyasından neosağcı akıma karşı İlerici İttifak'a

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu "CELAC VII. Zirvesi" geçen hafta Buenos Aires'te gerçekleşti. 

Bir önceki zirve, 2021 Eylü'lünde Meksika başkentinde toplanmıştı. 

Bu bölgesel toplantıların sahnesine ülkelerin karakterleri de yansıyor. 

Örneğin Arjantin'deki zirve 50 yıllık geçmişi olan Sheraton'da yapıldı. Oysa Meksika'daki zirve Latin Amerika tarihinin en önemli kavşak noktalarından biri olan Ulusal Saray'daydı. 

Fetihçi Hernán Cortés'in yapımını emrettiği "Yeni İspanya" krallığının bu ilk yönetim merkezinin temellerinde, Azteklerin son imparatoru Moctezuma'nın sarayı vardı.

İçinden Habsburg hanedanı I. Maximilian da köylü lideri Emiliano Zapata da geçti. Duvarlarında kurşuna dizilen devrimcilerin de imparatorların da kanı durur.

Arjantin iki asırlık tarihe sahip genç ve yorgun bir ülke: Öyle kralları, imparatorları olmamış. Meksika'nın 1000 yılda yaşadığı birçok şeyi bu kısa süreye sığdırmak zorunda kalmış.

Onun da fetihçileri, kurtarıcıları var elbette. Fakat Meksika'daki gibi asırlık saraylar, kiliseler, hastaneler inşa edecek vakte sahip olamamış. 

Büyüsü olmayan, kaba bir Amerikan mimarisine sahip bir binanın salonunda söylenen sözler de pek şiirsel gelmiyor kulaklara ne yazık ki. 
 

Twitter.jpg
Fotoğraf: Twitter

 

Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, CELAC zirvesinin açılış konuşmasında artık hepimizin ezberlediği şu "demokrasi tehdit altında" retoriğini tekrar etti. 

Bu sırada yanında Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva oturuyordu. Zira kendinden önceki başkan Bolsonaro, yerli masalları üzerine inşa edilen kurtuluş mücadelelerine ve Latin Amerikacı birleşme rüyasına inanmıyordu.

O kendini bir fetihçi olarak görüyordu. Bu yüzden Brezilya'yı CELAC'tan çekmişti. Lula gelir gelmez ülkesini CELAC'a geri getirdi.

Zaten bu zirvenin şimdiye kadar ertelenmesinin sebebi de Lula'nın yeniden seçilme ihtimaliydi. Çünkü Brezilya'sız ne CELAC ne de MERCOSUR bir işe yaramıyor. 

Alberto haklı olmasına haklı da tüm bu neosağcılık akımı nasıl ortaya çıktı?

Neredeyse 20 yıldır bu ülkeleri ilerici partiler, sol liderler yönetmiyor mu?

Bu sorulara cevap vermeden bir demokrasi savunusu ya da cephesi nasıl kurulabilir?

Geçen zirvede Meksika Devlet Başkanı Lopez Obrador'un açılış konuşması da Alberto'nunki kadar sıkıcıydı.

Fakat şimdi geriye dönüp o günkü notlarıma bakınca fark ettim ki Meksika Devlet Başkanı, süreci çok önceden öngörmüş: 2021 Eylül'ündeki zirvede CELAC'ın öncülü olarak, 1961'de Başkan John Kennedy'nin bir girişimi olan "Alliance for Progress"e referans vermişti. 

Oysa 3 Aralık 2011 tarihinde Venezuela başkentinde "Karakas Bildirgesi"ne atılan imzayla resmen kurulan CELAC'ın öne çıkan liderleri "ALBA" olarak adlandırılan Bolívarcı İttifakın üyeleri olan Venezuela, Küba, Nikaragua, Ekvador ve Bolivya'ydı.

CELAC, "Comandante" Chávez'in ısrarlı çabaları sonucu ABD egemenliğindeki OAS'a (Amerikan Devletleri Örgütü) alternatif olarak ortaya çıkmıştı.

Bu örgütün temel özelliği, ABD'yi dışlamış olması ve 50 yıldır kıtadan yalıtılan Küba'yı bünyesine katmasıydı.

Obrador ve onun en uyumlu olduğu başkan Alberto Fernandez de Latin Amerika'nın birliğini savunuyor ve CELAC'ın "müdahalecilik karşıtlığı ve kendi kaderini tayin hakkı" ilkelerine sahip çıkıyor.

Kuşkusuz birlik, Venezuela ve Küba'ya yönelik ABD ambargosuna karşı çıkıyor. Amerikan Devletleri Örgütü "OAS" Başkanı Luis Almagro'yu zirveye davet etmiyor ve Maduro'yu çağırıyor.

Ama yine de sanki onların elinde CELAC, Latin Amerikacılıktan daha çok "demokrasiyi tehdit eden neosağcı akıma karşı ilerici ittifak"a dönüşüyor.

Aslında bu durum son 2 yıldır Latin Amerika'da siyaset sahnesinin düzeniyle ve özellikle Lula'nın dönüşüyle de gayet uyumlu.

Şili'de Boriç ve Kolombiya'da Petro'nun odağına demokratik kurumları savunmayı koyan reformistliğiyle beraber düşünüldüğünde, ABD karşıtlığından çok içeride neosağcı akıma karşı mücadele öne çıkıyor. 

Bunda bir sorun yok. Ne de olsa reel siyaset sahnesi artık böyle şekilleniyor.  Asıl sorun şu ki politikacılar ne geçmişle ne de gelecekle ilgileniyor. 

Siyasetçiler edebiyata ve şiire inanmıyor. 

Oysa Meksika'daki zirvede "Hoşgeldiniz Konuşması"nı yapan Başkan Lopez Obrador'un eşi Profesör Beatriz Gutiérrez Müller, ne şiirsel bir radikallikte tarif etmişti kıtayı:

700 yıldan uzun bir süredir meydana gelen bunca olayla burada yaşamak zor; bu yer fetihlerin, isyanların, istilaların, monarşilerin, imparatorlukların, otoriter rejimlerin, diktatörlüklerin kavşak noktasıdır. Ve umarız, tam demokrasinin yeni metaforu, egemen, farklılıklara dayanan, özgür ve adil, gerçek bir Federal Cumhuriyetle taçlanır. Bu yüzden her gün bir aile gibi ve aşkla asırlara dayanan bu yoğun tarihi arındırmaya çalışıyoruz; Tenochtitlan'ın düşüşünden beri dolaştığı söylenen hayaletleri kovuyor ve bazılarının duyduğu fısıltılara kulak asmamaya çalışıyoruz.


Çağlar, rejimler, egemenler gelip geçiyor. Diller, kültürler, halklar silinip gidiyor.

Muhteşem Aztek İmparatorluğunun sular üzerine inşa edilen hayal kenti Tenochtitlan bile yıkılıyor. Yerine yeni ve daha büyük yapılar, toplumlar inşa ediliyor.

İnsanlık hep birlikte aile gibi ama farklılıklarıyla yaşamayı becerebilen, daha özgür ve adil bir toplumu hayal ediyor. 

Ve geçmişin karanlık dehlizlerinde acı çeken hayaletlere kimse özlem duymuyor. 

Oysa CELAC'ın önerisi; OAS'ı aşma, kıtada ABD dışında bir eşitler birliği kurmak gibi görünse de temenniler platformu olmaktan öteye geçmiyor. 

Her ne kadar Çin Devlet Başkanı Xi Jinping bir konuşma kaydıyla zirveyi selamlamış olsa da CELAC, uluslararası bloklar ve güçlerle diyalog kapasitesini garanti eden bir organizasyon olmaktan çok uzak.

Uzaktan CELAC'a bakılınca 12 yıl önce solun egemen olduğu günlere benzer bir sahne yansıyor.

OAS Başkanı zirveye çağrılmamış, Maduro Venezuela'nın tek meşru siyasi temsilcisi olarak kalmış, Kolombiya'da bile sol iktidara gelmiş. 

Fakat gerçek resimde Küba'nın ve Venezuela'nın CELAC'taki varlığının siyasi bir belirleyiciliği de; Boric'in, Petro'nun, Fernandez'in, Lopez Obrador'un solculuğunun ideolojik bir kesişme noktası da yok. 

Fernandez-Obrador ikilisi ABD'nin iç dengelerindeki çelişkilerden faydalanarak, Washington'da bir ittifak kurabileceklerini düşünürken; Maduro ve Diaz Canel ikilisi Rusya ve Putin'le birlikte yola devam edeceklerinden emin görünüyor.

Tüm bunlar olurken Alberto Fernandez, Nikaragua krizinde -Daniel Ortega rejimine karşı- ABD ile beraber "çözüm aradıkları" söylüyordu. 

Geriye bir tek Lula'nın "Amerikan işçi pratikliği" kalıyor. 

Lula, adeta kitabın içinden fırlamış gibi "engelleri tanımayan, her cins ve her türlü engeli verimli çalışmayla deviren, önemsiz de olsa başladığı işi kesinlikle bitiren ve ciddî bir kuruluş çalışmasında kesinkes edinilmesi zorunlu olan yılmaz bir güçtür."

Ancak kesin olan bir şey varsa o da Lula'nın, işçi pratikliğinin bile yeterli perspektife, ortak bir konsepte ve daha önemlisi güçlü bir ekonomik örgütlenmeye dayanmayan CELAC'a can veremeyeceği…

Sheraton'un fazla ışıklandırılmış salonundan çıkınca iki şey karşımıza çıkıyor:

Biri otelin tam karşısındaki eski İngiliz (saat) Kulesi.  

Bu kule Arjantin'in 100.bağımsızlık yıldönümünde 1910'da İngilizler tarafından dikilmiş.

Zaten onun hemen yanında da aynı yıllarda İngiliz mimarlar tarafından inşa edilen ve halen ülkenin en işlek tren istasyonu olan "Retiro-Mitre" duruyor.

Diğer yanda ise "Malvinas (Falkland) Savaşı Şehitleri Anıtı" sırtını San Martin parkına dayamış bu manzarayı seyrediyor. 

1983'teki savaştan bu yana kulenin adı İngiliz değil. 

Ama herkes o kulenin İngilizlere ait olduğunu biliyor.

Herkesin bilip de söyleyemediği diğer şeyler gibi o da sessizce bize bakıyor…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU