Gel yandaş gel, seçmece bunlar!

Melda Onur Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter - @gurseltekin34

İbret olsun diye anlatmaya, yazmaya doyamadığım bir anekdotu yeniden gündeme getirmenin tam da zamanı. Ülkenin tüm vicdanlı insanlarının gözünü çevirdiği Kaz Dağları tedirginliğinin tam da ortasında ve 5 Ağustos randevusunun öncesinde…

2007 yılıydı, Fortune Türkiye Dergisi için dosya haber hazırlıyordum. Metal madenlerin fiyatlarının çok arttığı ve piyasalarda gözde hale geldikleri yıllardı. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu metal madenlerle ilgili bir dosya haber istedi. Ben de altın madenlerinden başlayıp Ankara’ya, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın birimlerine dek gezerek bir dosya haber hazırlamıştım. Tabii ki MTA’yı da ziyaret etmiştim. Bir sürü yarı değerli taşları alıp elime incelerken, bir yandan da duvara asılı Türkiye maden haritasına bakıyordum. Çapraz bulmacalarda simgeleriyle tanıdığımız madenler beşer onar Türkiye haritası üzerinde kümelenmişlerdi. Çocukluğumdan beri dilsiz haritalara* çok meraklıyımdır. Bir dilsiz harita üzerinde yalnızca nehirlere, yalnızca iklime, yalnızca tarım alanlarına ya da yalnızca madenlere bakıp ve sonra hepsini üst üste koyardım hafızamda. 

Bakın burası çok önemli!

MTA’a da gördüğüm harita, doğal olarak çocukluğuma göre daha yoğundu. Elbette MTA o yıllardan bu yıllara birçok yeni saha keşfetmişti. Özellikle, başka bir yazı konusu olabilecek altında kaçak yıllar, geçici kabulle ithalat ve ihracata yol veren 1982 Altın Kararnamesi, yabancı şirketlerin faaliyetlerine yol veren 1985 tarihli Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu geçti bir an aklımdan. Aslında bu simgelerin Türkiye haritasının üzerini doldurmasında bir sorun yoktu. Sorun bu haritayı anlatırken övünülen başka bir bakış açısındaydı. Genel Müdür şöyle dedi:

Biz buraya geldiğimizde (2005’te gelmişti) MTA’nın yıllar boyu hazırladığı ama öylesine arşivlerde bekletilen bir sürü tetkik analiz raporları bulduk. Öylece yatıyorlardı, kimsenin haberi yok. Biz aldık bu tetkik raporları, internete koyup yatırımcının beğenisine açtık, isteyen gelip istediği madeni seçip işletsin diye…


O gün bu cümleyi duyduğumda irkildiğimi hatırlıyorum. Gözümün önüne tam olarak neyle karşılaşacağımız gelmemişti; ama Türkiye, üzerinde yalnızca maden simgelerinin bulunduğu dilsiz haritadan ibaret değildi ki. Dikey bir noktadan geçen düzlemde, AU** simgesinin altında nehirler, bitkiler, hayvanlar, insanların yaşam alanları, tarihi miras ve turistik alanlar da vardı. Onlar ne olacaktı? 

Onlara olan oldu… Hiçe sayıldı. Tüm bu emeller için madencilik yasasında da değişiklikler yapmak gerekiyordu. Onlar da yapıldı ve hatta bu değişikliklerden en felaket olanı, taş ocaklarının da maden statüsüne sokulup teşvik edilmesiydi. Yani bugün ülkenin taş ocağından gökdelenlere, AVM’lere, inşaat amaçlı enerji tesislerine uzanan tahribat sürecinin coşturulması; Bursa’nın zengin tarım bölgesi Kemalpaşa’yı köstebek yuvasına çeviren, Karadeniz’in derelerini süt rengine döndüren taş ocakları. Yalnızca nehir haritasına bakarak verilen HES lisansları insan, hayvan ve bitkilerin yaşam alanlarını bitirdi. Yalnızca kömüre bakarak verilen lisanlar insanları yerlerinden yurtlarından sağlıklarından etti. Yalnızca taşocağına bakılarak verilen lisanslar tarihi mirasın üzerine ucube yapılaşmayı oturttu. Turizm beldeleri nükleer hırsların tehdidi altında can çekişiyor. 

İhtirasın kökleri

Kaz Dağları üzerindeki emeller de eskilere dayanıyor, 1980’lere… Aslında bu iktidar da aynı ekonomik ihtirasın köklerinin bugüne uzanan ayakları ve bu ayakların ülkeyi peşinde sürüklediği yer de bir yok oluş. Kaz Dağları’ndaki birkaç yüz ton altının bedeli trilyon tonla ifade edilebilecek canlı ve kaliteli toprağın ölümü, kullanılacak siyanürle ağır bir zehrin suya ve toprağa geçişi, milyonla ifade edilecek dönüm arazide ağaçların katledilmesi, aynı arazideki hayvanların yaşam alanlarının yok oluşu, ölümlerin başlaması, zeytincilikle geçinen ailelerin yaşam alanlarının ortadan kalkmasına denk düşüyor. Bunlar ilk bakışta görünenler. Geriye şehirlere göçe zorlanan toplulukların karşılaşacağı sosyal travmalar, önümüzdeki yıllara ve nesillere sirayet edecek ağır sağlık sorunları, ağır bir çevresel yok oluş kalıyor. 

Belki bu tehdidi gören bazı vicdanlı insanlar 1988 yılında 254 hektarlık göknar ormanı alanının Kaz Dağı Göknarı Tabiatı Koruma Alanı olarak ilan edilmesini sağlamış. Kaz Dağları’nın 20 bin 920 hektarlık bölümü ise milli park olarak 1994 yılında koruma altına alınmış. O günden bugüne de Orman Bakanlığı, Kaz Dağları’nın ekolojik bütünlüğünü korumak amaçlı olarak kılını kıpırdatmamış. Nereden mi biliyoruz? Eski Bakan Veysel Eroğlu’nun, dönemin Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova’nın yazılı soru önergesine verdiği 7 Kasım 2012 tarihli yanıttan biliyoruz. Tek cümle:

Kaz Dağı Milli Parkının sınırlarının genişletilmesiyle alakalı olarak Bakanlığımca yürütülen bir çalışma bulunmamaktadır. 

Zaten neden olsun ki! Üstelik aynı bakan, yine dönemin Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş’ın Kaz Dağı Göknarları’nın çevredeki termik santrallerden etkilendiği yönündeki bir duyum üzerine yazılı soru önergesine verdiği 1 Temmuz 2014 tarihli yanıtta bunu bilmediğini belirtip topu “Üniversiteler, İlgili Kurumlar ve Araştırma Müdürlüklerince yapılacak çalışmalara” atıyordu. 

Oysa bu konuda en kapsamlı çalışmalardan birini, 2006 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde Zuhal Ölmez yüksek lisans tez konusu olarak yapmıştı: Kazdağı Milli Parkı'ın sınırlarının belirlenmesi üzerine bir araştırma. O gün bugündür bütün makaleler bu araştırmaya referans vermektedir. Burada vurgulanan Kaz Dağları Milli Parkının genişletilmesi ihtiyacı olduğu ve göknarların civar il ve ilçelerdeki termik santrallerin tehdidi altında bulunduğu idi.

Kaz Dağları’ndaki tehditler

Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm’ün verdiği Yazılı Soru Önergesine verdiği 3 Ekim 2017 tarihli yanıtta Kaz Dağları’nın başındaki felaketi şöyle açıklıyor:

MTA tarafından “Biga Yarımadası ve Güneyi Polimetal Maden Aramaları” projesi kapsamında, maden arama faaliyetleri sürdürülmektedir. Ancak Kazdağı Milli Parkı sınırları maden arama faaliyeti sınırları dışındadır.

Bakın burası çok önemli, maden arama faaliyeti sırasında yaratılacak ağır çevresel tehdidin milli parka sızmaması için havaya, suya ve toprağa nasıl bir duvar örülecektir? Devam edelim:

Kaz Dağları olarak anılan Biga Yarımadası, ülkemizin önemli bakır, kurşun, çinko, altın ve gümüş gibi metalik maden potansiyellerine ve zengin endüstriyel hammadde kaynaklarına sahiptir. Bakanlığımız Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM) sistem kayıtlarında … işletme safhasında olan II-B Grubu mermer ruhsatı için 783.125 metreküp mermer görünür rezervi ve arama safhasında (işletme talepli) olan IV. Grup altın + gümüş ruhsatı için 312.888 ton altın + gümüş görünür rezerv beyan edilmiştir. Balıkesir ve Çanakkale illeri sınırları içerisinde 38,29 MWm kurulu gücünde elektrik üretim lisansı verilmiş 4 adet HES bulunmakta olup, bu bölgeler içerisinde iptal edilen herhangi bir proje yer almamaktadır.

Tehlikenin farkında mısınız? Kaz Dağları yalnızca altın, gümüş değil, mermer ocağı ve HES tehdidi altında.

Kaz Dağları da tıpkı Cerattepe gibi ülkenin oksijen çadırı. Bu çadırı tarumar, çadırın dört ayağını yerinden sökenlerin de kim oldukları belli. Sömürgeci yabancı şirket, sömürgeci dostu yerli-milli şirket, buna zemin hazırlayan iş ortağı rantçı iktidar ve buna dur demeyen başta yargı olmak üzere tüm küçük hırsız bürokrasi. 

Geriye kim mi kalıyor, 5 Ağustos günü saat 11:00’de “bu bir vatan savunması” diyerek Kaz Dağları’na koşan ya da ülkenin 81 ilinde bu sesi haykıran gerçek vatanseverler olacak. 

 

* Dilsiz Harita, Türkiye haritası genel şablonunun aynı kaldığı, üzerinde il, sınır vb bilgilerin bulunmadığı düz beyaz haritalar.

** AU: Altının simgesi

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU