Maduro yeniden oyunda: "Nerede kalmıştık?"

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Mısır'ın turizm cenneti Şarm El-Şeyh'de gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı "COP27"nin salonlarından birindeyiz.

Kamera, Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron'u izliyor. Ortam kalabalık ama Macron bir yere ya da bir şeye doğru hızlıca ilerlemeyi tercih ediyor.

İnsanlar açıldıkça görüntü daha netleşiyor. Haiti kökenli bir danışmanı, Macron'un önüne doğru elini bir şey sunar gibi açıyor.

Karşıda koca gövdesiyle bir boğa gibi gözlerini dikmiş bir adam bekliyor: Nicolas Maduro.
 

maduro_macron.jpg
Nicolas Maduro ile Emmanuel Macron

 

Macron'un ağzından önce bir "aaa" çıkıyor; "sen de mi buradaydın" der gibi. Maduro ise doğrudan ve ekâbir kıvamında bir "N'aber" demeyi tercih ediyor.

El sıkışılıyor ama durum tuhaf. Zira Fransa, 2019'dan bu yana ne Maduro'nun başkanlığını ne de Venezuela hükümetlerini tanıyor. 

Buna rağmen Maduro gayet rahat, yüksek sesle ve gülerek, sanki her şey normalmiş gibi "Ne zaman bizi ziyarete geliyorsun" diyor.

Macron giderek sesini düşürüyor. Neredeyse tercüman olmasa ne söylediği anlaşılmayacak. Lafa "İşleri yoluna koymalıyız" diyerek giriyor.

Maduro dikkat kesiliyor ve Macron birkaç gün sonra Paris'te yapılacak barış konferansında Arjantin ve Kolombiya devlet başkanlarının da katılımıyla Venezuela meselesini ele alacaklarını söylüyor;

Toplantıdan sonra sizi arayacağım Başkan!


Ertesi gün Fransız sol lider Mélenchon bile Macron'un Maduro'ya nasıl "başkan" diye hitap ettiğine işaret ediyordu. 
 

 

Son yıllarda Rusya, Çin ve Türkiye dışında yurt dışı gezisi yapmayan, hatta Birleşmiş Milletler toplantılarına katılmayan, Latin Amerika'da bile sadece Küba ve Meksika'yı ziyaret edebilen Venezuela Devlet Başkanı Maduro'nun "oyuna" yeniden dahil olduğuna böylece tanıklık ettik.

Bu görüntüler sadece Maduro için değil, aynı zamanda son 10 yıldır iktisadi, sosyo-politik ve kurumsal krizi batının ambargolarıyla giderek derinleşen Venezuela için bir şeylerin değişmekte olduğunun kanıtıydı. 
 

 

Maduro'nun Macron'la karşılaşmasından daha garibi Biden'in özel temsilcisi John Kerry ile yaptığı sohbetti.

Obama'nın 4 yıl dışişleri bakanlığını yapan Kerry'nin, ABD mahkemelerinin Maduro'yu uyuşturucu karteli lideri olarak aradığını ve başına 15 milyon dolar ödül koyduğundan haberdar olmaması düşünülemez. 
 

maduro-aranıyor.jpg
ABD, Mart 2020'de Nicolas Maduro hakkında, "uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı" suçlamasıyla iddianame hazırlamıştı. ABD ayrıca, Maduro'nun yakalanması veya tutuklanması için bilgi verenlere 15 milyon dolar ödül verileceğini duyurmuştu

 

Öyleyse neydi bütün bu yaşananlar?

COP27'de bulunan "Inter- American Dialogue" Başkanı Michael Shifter, bu yaşananların "uluslararası toplumun Venezuela'nın otoriter rejimiyle daha fazla uzlaşmaya doğru gittiğinin işareti" olduğunu söylüyor. 

Shifter, Kolombiya'nın yeni solcu lideri Petro ile Maduro arasındaki yakınlaşmaya ve Brezilya'da İşçi Partisi lideri Lula'nın zaferine özellikle dikkat çekiyor.

Yani solcu yönetimlerin Latin Amerika'nın siyasetine egemen olması Maduro üzerindeki bölgesel izolasyonu zayıflatıyor.

Bu arada Maduro güçlendi ve muhalefet parçalandı. Böylece "Inter-American Dialogue" Başkanı izolasyon stratejisi başarısızlığını ilan ediyor.
 

petro_maduro.jpg
Nicolas Maduro ile Gustavo Petro

 

İşin aslı Biden yönetimi uzun zamandır bu açılıma hazırlanıyordu.

Eylülde Meksika'da yeniden başlayan muhalefetle Maduro yönetimi arasındaki görüşmelerin temeli, mart ayında Washington'da atıldı.

Aynı süreçte Venezuela'da tutuklu bulunan ABD vatandaşları bir dizi görüşme sonrası serbest bırakıldı.

Nihayetinde Maduro'nun eşinin ABD'de uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla hapiste olan iki kuzeni serbest bırakıldı. 


Şimdi soru şu:

ABD, Bolivarcı yönetimi devirme konusunda ne kadar ciddiydi?

Ya da Washington Maduro'yu küçümsemiş miydi?

Belki ABD Maduro'yu küçümsemişti, belki de onu yerinden oynatamayacağını biliyordu. Fakat aynı zamanda Venezuela'da hızlı bir rejim değişikliğini istememişti.

Bunu Trump'un Juan Guaido'yu bir sabah tivitle Venezuela'ya "başkan" atamasından ve Bolivarcı yönetimi devirmeyi saplantılı biçimde arzulayan eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'un anılarından anlayabiliyoruz.

Amerikan dış politikasının hareket noktasının hiçbir zaman insan hakları ya da demokrasi olmadığı bir sır değil.

Venezuela'da ise Washington'un ilgi duyduğu tek şeyin petrol olduğu herkesin malumu. 

ABD'nin Venezuela politikası çok önceden hesaplanmış bir küresel krizin parçası olabilir.

Eğer öyleyse; Venezuela politikasında bir değişiklikten çok zamanlamadan söz edebiliriz.


Şöyle ki; Washington'un Venezuela politikasını değerlendirirken 3 olgu öne çıkıyor:

İlki, Latin Amerika'nın iç gelişim dinamiklerinin dayattığı gerçekler.

İkincisi, Ukrayna'daki savaşın uluslararası petrol piyasasına etkisi.

Üçüncüsü ise, Çin'in bölgeye giderek egemen olması.

Venezuela'da istikrarsızlık kıtanın sosyo-politik ve iktisadi gelişimine büyük darbe vurdu. 

Örneğin, Kolombiya gibi Karayiplerin yıldızı olan bir ülkede, uluslararası pazarın ihtiyaç duyduğu siyasi koşullar sağlanamadı.

Çünkü ekonomik çöküş milyonlarca Venezuelalının komşu ülkeyi adeta istila etmesi sonucunu doğurdu.
 

 

Kolombiya'da faaliyet sürdüren karteller, paramiliterler ve gerilla örgütleri Venezuela sınır bölgelerine hakim oldu. Böylece FARC'la yapılan Barış Anlaşması da boşa çıktı. 
 

 

Sürecin devamı için ABD, Kolombiya tarihinde ilk kez solcu bir liderin devlet başkanı olmasına boyun eğmek zorunda kaldı.

Eski bir gerilla örgütü yöneticisi olan Gustavo Petro işe hemen Venezuela ile sınırı aktifleştirerek başladı ve ilk ziyaretini bu ülkeye yaptı.

Maduro yıllar sonra ilk kez bir bölge ülkesi liderini ağırladı. Maduro'nun Petro'ya hediyesi de muhalif FARC'ın son konsey üyesi komutanı Ivan Marquez'i yeniden barış masasına döndürmek oldu.

Bu basit ama siyasi riski büyük adım sayesinde geriye göç başladı. 

Maduro'nun bir başka hediyesi de Kolombiya kıyılarını Venezuela gazına bağlayacak bir boru hattı inşa edilmesiydi.

Ucuz enerji sayesinde Petro daha önce ulaşamadığı sektörlerin desteğini sağlayacak.
 

 

Petro'nun Kolombiya'da iktidara gelişiyle Lula'nın Brezilya'da seçimi kazanması, odağında Venezuela'nın bulunduğu, bazı benzerlikler taşıyor.

Bu uzun bir konu ama kısaca Brezilya ekonomisinin Bolsonaro döneminde ormana ve tarıma sıkıştığı, endüstrinin çökme noktasına geldiğini söyleyebilirim.

Oysa Lula döneminde Brezilya sermayesi ve sanayisi kıtadaki yatırımların yüzde 60'ına sahipti.

Venezuela'daki bayındırlık hizmetlerinin hepsi Brezilyalı şirketlere verilmişti. Ayrıca ucuz Venezuela petrolü de yanında bonusuydu.

Maduro karşılığında siyasi destek elde etmek için Brezilya'nın enerji ve inşaat sektörlerine yeni fırsatlar sunacaktır.

Lula'nın, geniş yoksul kesimlerin beklentilerini karşılamanın yanı sıra endüstriyel gelişimi sürdürme gibi bir iddiası var. Bunun için Venezuela'ya ihtiyacı var.

Brezilya gibi diğer bölge ülkeleri de Venezuela'da fırsatlar görüyor. Dahası ortada duran gerçek; bölgesel gelişmenin Venezuela'nın katkısı olmadan gerçekleşemeyeceği. 

Küresel çapta dördüncü büyük ekonomik blok olan Güney Amerika Ortak Pazarı MERCOSUR'un etkinliği Venezuela'nın krize girmesiyle kesintiye uğramıştı.

Şimdi Bolivarcı yönetim, UNASUR ve MERCOSUR'a yeniden katılıma hazırlanıyor.

Bunlar Latin Amerika'nın en önemli entegrasyon mekanizmaları; salt ekonomiyi değil kıtadaki demokrasi standardını belirleyen yegane başarılı modeller. 

Yani Venezuela'da rejimin otoriter eğilimlerinin budanması ve kurumsal demokrasinin yeniden tesisi ambargoyla değil ancak kıtasal entegrasyonla gerçekleşebilir.

Maduro bu siyasi sermayeyi boşa harcamayacaktır. 


Diğer yandan Avrupa'daki enerji krizi şüphesiz bir petrol vahası olan Venezuela'nın yeniden pazara dönüşünü zorunlu kılıyor.

Macron'un "işleri yoluna koymak" için acele etmesinin sebebi bu. 

Bunun ilk işaretini COP27 toplantısından önce, eylül sonunda Venezuela devlet petrol şirketi PVDSA'nın Hollanda adası Curazao'daki depolama tesisine 600 bin varil fuel oil boşalttığı haberiyle almıştık. 

Ayrıca, yayımlanan bazı araştırmalara göre aralarında Houston merkezli olan da dahil 100 dolayında şirket 2019'dan bu yana Venezuela petrolünü satarak Bolivarcı yönetime 8 milyar dolarlık gelir sağlamıştı.

Avrupa'da enerji krizi derinleşirken ABD daha fazla Venezuela petrolünün pazara girmesini engelleyemez. Bu koşul da ambargonun hafifleyeceğini garanti ediyor.

Bu noktada soru, değişen siyasi dinamikler sayesinde açılan bu yol Bolivarcı yönetimin çok kutuplu dünyayla ilişkilerini yeniden formüle edebilir mi?

Açıkçası ben bu konuda kısa vadede pek bir şey değişmeyeceği kanısındayım. Ama bu politikanın toplamda Latin Amerika'nın dış dünyayla ilişkilerine önemli bir yön verme potansiyeli var. 

Latin Amerika ülkelerinin Çin'e teslim olmamasının tek yolu da buradan geçiyor. Çin ekonomik bloklarla anlaşma yapmaktansa tek tek ülkelerle pazarlık sürdürmeyi tercih ediyor.

MERCOSUR'un zayıfladığı dönemde Çin birçok ülkeyi borç tuzağına çeken anlaşma imzaladı. 

MERCOSUR'un en büyük düşmanı ABD'ydi. Onun yerine Serbest Ticaret anlaşması yapmak istiyordu.

Hatta 2006'da oğul Bush, Mar del Plata'daki Amerikalılar Zirvesine geldiğinde bu MERCOSUR sürprizini duyunca şaşkına döndü.

Nestor Kirchner'in Arjantini, Lula'nın Brezilyası ve Chávez'in Venezuelası  MERCOSUR'u masaya koyunca ABD de arkadan dolaşıp Şili, Peru, Kolombiya'yla Pasifik İttifakını kurdu. 
 

JOSÉ GALLIANO.jpg
İllüstrasyon: José Galliano

 

Fakat sonuçta ABD'nin kıtayı ekonomik açıdan domine etme kapasitesinin yetersizliği, MERCOSUR'un yokluğunda büyük bir boşluk doğurdu. 

Şimdi Çin'i dengelemek için MERCOSUR'un aktifleşmesi lazım. Fakat bu o kadar da kolay olmayacak. Zira Çin çoktan içerdeki egemenlerle çıkar ortaklıkları kurdu.

Özellikle toprağa bağlı geleneksel Latin Amerika oligarşisinin baş ticari ortağı Çin ve yerel egemenleri besleyen maden işletmelerinin çoğu da Çin'in elinde. 

Ekvador'daki borç krizi Çin'in sağladığı kredilerle ortaya çıktı. Ülke 2 yıldır yönetilemez halde.

Önümüzdeki sene borç ödeyemeyecek duruma gelen El Salvador da, Çin'in borçlarını devralması için başvurdu.

Bir yanda Rusya- NATO çatışması diğer yanda ABD-Çin rekabetinin ortasında Latin Amerika'nın başı boş kalması kıtadaki ülkelerin Çin'le kapalı ilişkiler kurmasına yol açıyor.

Latin Amerika'nın solda hizalanması egemenlik ve demokrasi gibi değerleri öne çıkararak kapalı oluşumdan uzaklaşmasını sağlayacaktır.

Bu yüzden ABD, Latin Amerikacı entegrasyon kurumlarına boyun eğmek zorunda.

Bir de esasında Venezuela ABD'nin korkmasını gerektiren bir ülke değil. Bolivarcı rejim bürokratik sosyalist ve askeri temelli olduğu kadar kalkınmacı, modernleşmeci ve uluslararası ilericilikle bağlantılı bir model.

Yani bugün Venezuela'da 1962 Kübasındaki nükleer bir krize yol açan siyasi kadrolar yok.

Bugün bile Bolivarcı yönetimin tepesindeki kişilerin akrabalarının çoğu Miami'de ya da New York'ta yaşıyor.

Bölgede savaş konusunda Venezuela ordusu kadar isteksiz bir ordu yoktur. Bu yüzden Rusya ile askeri ilişkisinin veya Küba ile istihbarat ortaklığının ABD'yi hedef alan bir yanı yok. 


Sonuç olarak ışıklar her ne kadar Maduro'nun üzerinde olsa da seyirci ancak sahnenin geri kalanına bakarsa durumu anlayabilir. 

Latin Amerika sahnesinde 20 yıl önce yerleştirilen taşlar şimdi yerine oturuyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU