M. Ali Aslan (2): Sovyet sisteminde halkın yönetimde söz hakkı yoktu. İnkâr, tenkil ve asimilasyon nedeniyle Türkiyeli Kürtlerin meşru bir temsilcisi olamaz

Faik Bulut'un, avukat ve politikacı Mehmet Ali Aslan ile röportajının ikinci kısmı

Faik Bulut, Mehmet Ali Aslan ve Dr. Kemal Parlak

Sovyetler Birliği'nin son Başkanı Gorbaçov'u vesile ederek eski Sovyet sistemine yönelik ciddi değerlendirmeleriniz var. Bilhassa bu rejimin çökmesinden sonra Rusya, Orta Asya ve bağlantılı ülkeleri gezerek, orada yaşayan aydın ve politikacılarla uzun süren sohbetler yapmışsınız. Bunları bizimle de paylaşır mısınız? 

Kafkasya ve Orta Asya'daki Cumhuriyetler ile Rusya'ya, on beşe yakın gezim oldu. Üst düzey bürokratlarla, aydınlarla, işçilerle, köylülerle, her tabakadan ve her kesimden insanlarla görüşmek, konuşmak, tartışmak fırsatını buldum.

Yönetim merkezlerine, fabrikalara, köylere, kültür kurumlarına, her tarafa gidebildim. Çeşitli etnik gruplara mensup insanlarla konuşup, onların fikirlerini, duygularını anlamaya çalıştım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bütün bunlardan şu sonuç çıktı: Sovyetler Birliği'ni görmeden önce yaptığımız değerlendirmeler doğruydu ama yine de kuşkuyla bakıyorduk. Gördükten sonra hiçbir kuşkumuz kalmadı.

Aydınlarla, çeşitli kesimden insanlarla konuşuyorsunuz. Sisteme yönelttikleri eleştiriler ve yapılması gerekenler konusunda aynı düşünceleri paylaşıyorsunuz. Seviniyorsunuz da... Herhalde bu güçlüklerin üstesinden gelecekler, demokratik bir düzen kuracaklar, sorunlarını çözecekler diyorsunuz.

Konuşma ilerledikçe gerçek ortaya çıkıyor. Çünkü bütün bu söylediklerini, hatta demokrasinin kurulmasını bile iyi niyetli, yetenekli bir lider gerçekleştirecek. Kendileri değil, halk değil.

İnsanların kişilikleri, fikirleri ancak özgür bir ortamda gelişir. Gelişen insanın da topluma katkısı büyük olur.
 

Sovyet rejimi dağılınca aşiretçi, milliyetçi ve mezhepçi çatışmalar ortaya çıktı.jpg
Sovyet rejimi dağılınca aşiretçi, milliyetçi ve mezhepçi çatışmalar ortaya çıktı

 

Sovyetler Birliği'nin son döneminde fikirleri açıklamanın ve örgütlenmenin üzerindeki baskılar büyük ölçüde kalktı. Aydınların ve diğer kesimlerin yeni çözümler getireceği ve yeni politikalar geliştireceği sanıldı ama hiç de beklenildiği gibi olmadı. Aydınlar ve rejim muhalifleri Puşkin Meydanı'nda toplanıp sadece dedikodu ürettiler. Hangi devlet adamının eşinin hangi general veya bürokratla ilişkisi olduğu iddialarını konuştular ve yazdılar.

Kuşaklar arasındaki değer yargıları da farklı. Savaşı yaşamış, çetin mücadelelerden gelmiş yaşlı kuşak, genellikle devrime ve liderlerine, değerlerine bağlıdır. 

Kazakistan'da Alma-Ata'nın bir köyüne gittik. Yanımızda vali konumunda bulunan en büyük mülki amir var. Vali Stalin'e ve Stalinizm'e karşı. Başarısızlıkların bütün suçunu Stalin'e yüklüyor. Köylüler arasında yaşı yetmişi aşkın bir köylü var. Başında Stalin'inkine benzeyen bir kasket, bıyıkları Stalin'inki gibi; çizmeli, iri yarı, çok dinç, kendinden emin, heybetli biri. Konuşmaya katıldı. Valiyle tartışmaya başladı.

Bu köylü İkinci Dünya Savaşı'nda Berlin'e ilk giren Sovyet askeri birliğinin mensubu... Büyük yararlılıkları var. Bir savaş kahramanı. Savaş sona erince Kafkasya'daki köyüne dönüyor. Köyde kimsesi kalmamış. Stalin bütün aşiretini, akrabalarını ve ailesini Kazakistan'a sürmüş. Bu Kürt köylüsü de ailesine kavuşmak için Kazakistan'a geliyor ve büyük güçlüklerle karşılaşıyor. Ama o bir Stalin hayranı. Stalin'e toz kondurtmuyor.

Nazi istilasına karşı yaşamını ortaya koymuş bu yiğit Kürt, Stalin'i kendisine, ailesine yaptıklarıyla değil, Nazi Almanya'sına karşı kazandığı zaferle değerlendiriyor. Bu zaferin sadece Sovyetler Birliği'ni değil, insanlığı Nazi belasından kurtardığının da bilincinde.
 

Katı merkeziyetçi Sovyet devletinde halk yönetimin dışındaydı. Görsel cumhuriyet.jpg
Katı merkeziyetçi Sovyet devletinde halk yönetimin dışındaydı / Görsel: Cumhuriyet

 

Ya genç kuşak?

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından önceki dönemde, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te büyük bir gece kulübündeyiz. Güzel bir müzik var. Yanımdaki arkadaşa soruyorum; "Bu, beyaz orduların kızıllara karşı savaşırken söyledikleri bir marştır" diyor. Müzik bitiyor. Çoğunluğu genç dinleyicilerden bir alkış kopuyor ve büyük bir tezahürat yapılıyor.

İlginç bir gözlemim oldu... Sovyetler Birliği'ndeki halkların kültürel yapıları, özellikleri, gelenek ve görenekleri, dilleri, deyimleri 70 yıllık dönemde sanki hiç değişmemiş. Buzdolabına konulmuş ve şimdi karşınıza çıkmış sanırsınız.

Sovyetler Birliği, halkları, kültürel değerleri bakımından fazla değiştirmedi. Bu durum ise bugünkü etnik çatışmayı yarattı. Çünkü yaratılan bütün kültür ve sanat eserlerine karşın, topluma egemen ve toplumsal ilişkileri belirleyen kültürel değerler aynı kaldı.
 

Gürcistan'daki Kürt tiyatrosunun oyuncularından Besê ile Mehmet Ali Aslan ve eşi Nezihe Aslan, 90'lı yıllar.JPG
Gürcistan'daki Kürt tiyatrosunun oyuncularından Besê ile Mehmet Ali Aslan ve eşi Nezihe Aslan, 90'lı yıllar

 

Bu kültürel değerlerin içinde aşiretçilik, milliyetçilik, mezhepçilik, etnik ve dinsel kinler ve nefretler vardı. Sovyetler Birliği döneminde, devlet baskısıyla bunlar geri plana itildiler. Fakat varlıklarını korudular. Ne zaman ki birlik dağıldı, baskı kalktı. Bunlar da su yüzüne çıktı ve kanlı çatışmalara neden oldu.

Sovyetler Birliği bir federasyondu. Gerçekte devlet, katı bir merkeziyetçiliğe dayanıyordu. Cumhuriyetlerin, bölgelerin hiçbiri özerk bir yönetime sahip değildi. Hepsi Moskova'dan ve Moskova'nın o yerdeki temsilcisi tarafından yönetiliyordu.

Halk yönetimin tamamen dışındaydı. Kendi kaderiyle ilgili hiçbir karara özgür olarak katılamıyordu. Hem kişisel ve hem de toplumsal olarak düşünme, örgütlenme, kendini yönetme alanlarında gelişmeyen bir halkın, kültüründe de önemli gelişmeler olamazdı.
 

M. Ali Aslan, Kürt siyasal partilerinin kuruluşu ve davalarında hukukçu olarak yardımcı olmuştu.jpg
M. Ali Aslan, Kürt siyasal partilerinin kuruluşu ve davalarında hukukçu olarak yardımcı olmuştu

 

Paris'te düzenlenen "Kürt Konferansı"na katılmaları nedeniyle dönemin SHP (CHP) yetkililerince dışlanan Kürt milletvekili ve siyasetçilerin kurmaya hazırlandıkları yeni bir partinin tüzük ve program çalışmalarına katılıp yardımcı olmuştunuz. Sonradan da ayrılmıştınız sanırım. Sebebi neydi?

1989 yılında Madam Mitterand Vakfı'nın ve Paris Kürt Enstitüsü'nün sponsorluğunda Paris'te yapılan bir Kürt konferansına, Türkiye'den de SHP'li 7 Kürt Milletvekili, bazı Kürt okumuşları ve bir o kadar da Türk okumuşlarıyla sivil toplum mensupları katıldı.

Konferans uluslararası, demokratik, sivil bir toplantıydı. Türkiye için önemli bir tanıtım ve propaganda imkânı sunuyordu. Türkiye bundan yararlanamadı. Tam tersi, ırkçı medya büyük bir vaveyla kopardı. Onun etkisindeki iktidar ve muhalefet çevreleri de bu koroda yer aldılar. Bunların ön safında CHP'nin yerine kurulan SHP vardı.

SHP'liler eski CHP'lilerdi. Katliamlarla, asimilasyon, tedip ve inkâr politikalarıyla bu coğrafyadan Kürtlerin esamesini sildiklerini sanırken şimdi uluslararası alanda, ta Paris'te boy gösteriyorlardı. Dehşete kapıldılar. Zihin körlüğüne yakalanmışlardı. Batıya sosyal demokrat olduklarını kanıtlamaya çalışırken, bunun tersi bir görüntü verdiler, gerçek yüzlerini gösterdiler. 

CHP'liler ve SHP'liler, "Kürt, Kürt halkı" sözlerini duyduklarında saldırıya geçiyorlardı. SHP'li 7 milletvekili konferansın tertip heyetinde değillerdi. Düzenlemede hiçbir görev almamışlardı. Konuşmacı da değillerdi. Hiçbir beyanda da bulunmamışlardı. Sadece izleyiciydiler. Bir toplantıda sadece izleyici olmak, SHP'lilerin saldırıya geçmelerine yetiyordu.

SHP'liler (CHP) siyasi hayatlarının utanç belgelerinden birinin altına imza atarak, Kürt kelimesine duydukları alerjiyle, sadece demokrat, sivil bir toplantıyı izlemeye gittikleri için 7 Kürt Milletvekilini partiden ihraç ettiler.

Bu, bir zihin körlüğü, bir akıl tutulmasıydı. Kürt milletvekillerinin ihraç kararına tepki duyanlar bir araya geldik. SHP ve diğer düzen partilerinin Türkiye'nin gittikçe ağırlaşan sorunlarına çözüm bulmaktan uzak olduğu, bu sorunlara demokratik ve barışçı çözüm bulacak bir demokratik Türkiye partisinin kurulması gerektiği konusunda fikir birliğine vardık. 
 

Paris Konferansı'na katılan Kürt milletvekilleri, SHP'den milliyetçi tepki gördü.jpg
Paris Konferansı'na katılan Kürt milletvekilleri, SHP'den milliyetçi tepki gördü

 

Parti programını hazırlamamı istediler. 60 sayfalık bir program hazırlayıp kurula sundum. Toplantıda özellikle legaliteye vurgu yaptım ve şu örneği verdim:

Katkısız bir kazan su, 'arı su'dur. Siz, 'Buna birkaç damla mürekkep katalım, bir şey olmaz' derseniz, bu 'arı su' olmaktan çıkar. Legal bir hareket de böyledir. 'İllegaliteyle bazı ilişkiler içine girersek bir şey olmaz' diyemezsiniz. Artık bu legal bir hareket olmaktan çıkar, illegal hareketin kucağına düşersiniz. Artık inisiyatif illegal harekete geçer ve onun tarafından yönetilirsiniz. Kurulacak partinin legal ve demokratik niteliğini titizlikle korumamız gerekir.
 

Programı sunuşum ve konuşmalarım alkışlarla karşılandı. Kimse aykırı bir beyanda bulunmadı. Fakat bu arada yaptığımız toplantılarda PKK'li gençler gittikçe parti tabanına hâkim olmaya ve bu doğrultuda sloganlar atmaya başladılar. 

PKK konuşmamdan tedirgin olmuş, girişimin hâkimiyetini ele almaya başlamıştı. Bir kazan "arı su" artık arı su değildi. 

Partinin kuruluşu için gerekli bütün hazırlıkları tamamladık. Sıra resmi başvuruya gelmişti. Nihayet basına verdiğimiz bildiride, "Demokratik Toplum Partisi" olarak bildirdiğimiz parti adını "Halkın Emek Partisi" olarak değiştirip, girişimci 8 kişilik gruptan Eski Halkçı Parti Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan, yazar Murat Belge, Disk Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Eski TİP Milletvekili ve Genel Sekreteri Tarık Z. Ekinci, Cüneyt Canver ve beni, 6 kişiyi dışlayarak, kendi güvenlerine mazhar Fehmi Işıklar ile Ahmet Türk'e partiyi teslim ettiler.
 

Paris'teki Kürt Konferansı'na giden SHP milletvekilleri, partiden istifa etmişlerdi. Yıl 1989_.jpg
Paris'teki Kürt Konferansı'na giden SHP milletvekilleri, partiden istifa etmişlerdi, Yıl 1989

 

HEP, DTP, HADEP ve HDP geleneğini sürdüren yasal/legal partilerle irtibatı kaybetmediniz. Ancak önerileriniz ve belirlediğiniz siyasi çizginizle uyuşmayan tarafları vardı. Bunları özetler misiniz? 

HADEP yöneticileri Parti Meclisinde yer almam için ısrar ettiler. Partiyi illegal örgütlerin etkisinden kurtarmaya belki yardımcı olabilirim diye düşündüm ve teklifi kabul ettim. Bir süre sonra Parti Meclisini bağımsız bir kurul haline getirmenin mümkün olmadığını gördüm ve istifa etmek mecburiyetinde kaldım.

İstifa mektubumdan bir bölümü sunuyorum:

Parti'nin gelişmesiyle ilgili çok önemli 3 konuda anlaşmamız mümkün olmadı.

1- Tüzüğe göre karar organı olması gereken Parti Meclisi, bu işlevine sahip çıkmıyor. 59 Parti Meclisi üyesi, Parti Tüzüğü'nün kendilerine verdiği yetkiyi kullanmaktan çekiniyor ve görevlerini yapmıyorlar.

Parti, Parti Meclisinin yetkilerini de kullanan ve hiçbir denetime tabi olmayan Merkez Yürütme Kurulu'nun keyfi yönetimine bırakılmıştır.

2- Gerek parti içinde ve gerekse parti dışında olup partiye sempati duyanlar arasında, yeterli bilgi ve deneyime sahip değerli aydınlar vardır. Parti Merkez Yönetimi, bunları karar mekanizmalarının dışında tutup birer teknisyen olarak kendi emirlerinde çalıştırmak istiyor.

Kişilik sahibi aydınlardan hiçbirinin bu rolü kabul etmesi düşünülemez. Bu anlayışın sonucu olarak parti, kendisini geliştirecek kadrolardan yoksun kalıyor. 

3- Merkez Yürütme Kurulu, parti içindeki kadroların eğitilmesi ve gençlerin yönetimde yer alacak yetkinliğe kavuşması için gerekli olan bilimsel eğitim programlarını, parti dışındaki uzmanlara hazırlatıp uygulamaktan çekinmekte, mevcut kadroların muhafazasına çalışmaktadır.

Eğitim çalışmalarının, eğitim formasyonu olmayan MYK üyelerine bırakılması, ciddi ve bilimsel bir eğitim programının uygulanmak istenmediğini göstermektedir. Diğer konularda da yeterli bilgi ve deney birikimine sahip olmayan MYK üyeleri yetkili kılınmıştır.

Partinin dışa açılması için, değişen ve gelişen dünyayla entegrasyonu sağlayacak politikalar ve projeler üretilmesi için, MYK dışında, komisyonlar oluşturulmasına ve bu komisyonlara uzman kişilerin davet edilmesine ait önerilerimiz de reddedildi.
Bütün çalışma alanları MYK üyelerinin tekeline alınarak parti dışa kapatılmıştır.

Fakat MYK üyelerinin entelektüel düzeyi, bu çalışmaları çağdaş ve bilimsel bir anlayışla yürütmeye yetmediği için, partide hiçbir gelişme olmuyor ve parti atalete mahkûm ediliyor.

Parti'nin yerel teşkilatlarında ve yerel yönetimlerde yaşanan bütün sorunlar, Parti Genel Merkezi'nin politika anlayışından kaynaklanıyor. Bu anlayış değişmediği sürece, sorunların çözümünü bir yana bırakın, HADEP tabanı daha büyük yeni sorunları yaşayacaktır.

Parti anlayışımızda, politik beklentilerimizde, halkın sefaletine ve Ortadoğu'daki Kürt trajedisine yol açan politikaları değerlendirmemizde önemli farklılıklar var. Bu önemli ve temel farklılıklar, aynı örgüt çatısı altında birlikte çalışmamızı güçleştiriyor.

Fikirlerimi ve bağlı olduğum değerleri yakından bilen sizlerin beni Parti Meclisi'nde yer almaya davet etmesi, benim de yaratılan değişim umudunu önemsemem bir hataydı...

Bu değerlendirmeler HADEP'ten önce ve sonra kurulan bütün partiler için geçerlidir.
 

M.A. Aslan'ın Kürt ve sosyalizm hakkında işadamı S. Sabancı'ya yazdığı mektuplar.jpg
M.A. Aslan'ın Kürt ve sosyalizm hakkında işadamı Sakıp Sabancı'ya yazdığı mektuplar

 

1995'te, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Tansu Çiller döneminde, Başbakanlığa Bağlı Politik Psikoloji Merkezi'nin davetlisi olarak Eski TİP Genel Sekreteri ve Milletvekili Dr. Tarık Ziya Ekinci, Eski Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi ve siz davetli sıfatıyla katılmıştınız. Orada bugün bile geçerliliğini koruyan önemli bir konuşmanız var. Ana hatlarıyla paylaşır mısınız?

PKK Kürtlerle özdeşleştiriliyor ve PKK üzerinden Kürtler terörist olarak suçlanıyor. Çeşitli kanal ve vasıtalarla böyle bir imaj oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa PKK hareketinin mağdurları ve kurbanları Kürtlerdir. PKK bir neden değil, bir sonuçtur. Olayları, nedenleri bir yana bırakıp sonuçlarla ve araçlarla izah edemezsiniz. 

PKK olmadan onlarca yıl önce de iktidarların Kürtlere karşı uyguladığı bu şiddet ve terör uygulamaları vardı. Şiddeti, terörü ve bunların ortamını ve araçlarını yaratan, iktidarlardır. 

Evrensel hukuk kurallarının uygulandığı, insan haklarına uygun bir sistemin olduğu, demokratik bir ülkede şiddet hareketleri halkın desteğine sahip olmaz. Böyle girişimler polisiye bir olay ölçeğinde kalır ve hukuk çerçevesinde emniyet güçleri tarafından etkisiz hale getirilir. 
 

9 Mayıs 2013, Barış ve çözüm için Meclis Araştırma Komisyonu üye seçimi kararlaştırıldı. Kaynak-cnnturk.com_.jpg
9 Mayıs 2013, Barış ve çözüm için Meclis Araştırma Komisyonu üye seçimi kararlaştırıldı

 

Bir ülkede evrensel hukuk kuralları uygulanmıyorsa, insan haklarının sürekli ihlaline dayalı sistem egemense, devlet gelirleri ve ülke kaynakları bir azınlığa peşkeş çekilip, halkın çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa; şiddet örgütleri ve hareketleri halkın çoğunluğundan büyük destek görür ve isyana dönüşerek iktidarı tehdit boyutuna ulaşır. 

Yolsuzlukların, soygunların yoğun olarak yaşandığı, evrensel hukukun temel kurallarının uygulanmadığı bir ülkede, iktidarlar kendi yarattıkları bu sistemi meşrulaştırmak için şiddet uygularlar. 

Zamanın iktidarları, PKK'den çok önce Türkiye'de bir şiddet ortamını oluşturma ve denetimli bir Kürt isyanı hareketini başlatma girişiminde bulunmuşlardı. Bazı güvenlik güçleri elemanları, birtakım köylülerin tenasül uzvuna ip bağlayarak kadınların ve çocukların gözleri önünde köy meydanlarında dolaştırıyorlardı. İşkence olayları yaygınlaşmıştı. Faili meçhul cinayetler artıyordu. 

12 Eylül 1980 döneminde Diyarbakır cezaevinde tutuklu Kürtlere korkunç işkenceler yapıldı. Bazıları kendilerini yaktı. Şikâyet için bana çok sayıda insan geliyordu. Anlattıkları aynıydı: "Bana işkence yaptılar."

İşkenceci ise şunları söylüyordu: "Biz size işkence yapıyoruz, bazılarınızı öldürüyoruz, aşağılıyoruz. Siz ne haysiyetsiz milletsiniz? Hâlâ isyan etmiyorsunuz?" diyordu.

İşkenceler kimsenin olmadığı bir odada yapıldığı ve onların beyanlarından başka bir delil de olmadığı için yasal soruşturma girişiminde bulunamıyorsunuz.

Şiddetin anahtarı iktidarların elindedir. İstedikleri zaman şiddet ortamını yaratırlar. İstemedikleri zaman da bu ortamı sonlandırırlar.
 

M. Ali Aslan'ın, çözüm süreci hakkında ciddi eleştirileri var_.jpg
M. Ali Aslan'ın, çözüm süreci hakkında ciddi eleştirileri var

 

AKP iktidarı ile PKK arasında "Oslo Buluşmaları" ile başlayıp trajik biçimde sona erdirilen "Kürt Çözümü" hakkındaki eleştirilerinizi okuduk o zamanlar. Kısaca paylaşır mısınız?

Türkiye Kürtlerinin meşru bir temsilcisi yoktur. İnkâr, tenkil ve asimilasyon politikalarının uygulandığı Türkiye'de, tarihi ve sosyolojik nedenlerle de Kürtlerin meşru bir temsilciye sahip olmaları mümkün değildi. Ancak zayıf da olsa Türkiye'de demokratikleşme yönünde bir bilinçlenme ve hareketlenme başlamıştı. Bunu önlemek için mevcut şiddet dozu çok artırıldı.

Bu ortamdan yararlanmak isteyen Suriye Diktatörü Hafız Esat, Abdullah Öcalan'ı taşeronu olarak Türkiye'ye gönderdi. Kürtlerin olduğu bölgede iktidarlar uygun bir araç bulmuşlardı. PKK ile Kürtleri özleştirip Kürtleri terörist olarak suçladılar.

PKK hiçbir zaman Kürtlerin yararına olacak hiçbir hareketi desteklememiş; tersine, karşı çıkmıştır. Bu anlayıştaki silahlı bir örgüt, iktidarların politikalarına da uygun bir araçtı. İktidar onu Kürtlerin temsilcisi olarak kabul edip muhatap aldı. 

Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurucu üyesidir. BM İnsan Hakları Beyannamesi'ni imzalamıştır. Avrupa Konseyi'nin de kurucu üyesidir. Avrupa Birliği Üyeliği'ne aday ülkedir. Helsinki Nihai Senedi ve bunun gibi birçok sözleşmeleri de imzalamıştır.
 

Pervin Buldan, S. Süreyya Önder ve İdris Baluken, çözüm sürecinde İmralı'yı sıkça ziyaret ettiler.jpg
Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken, çözüm sürecinde İmralı'yı sıkça ziyaret ettiler

 

Bunlar bir yana, iktidarın üç temsilcisi, diğer tarafta Öcalan'dan icazetli biri Arap, biri Türk, diğeri de Kürt üç kişi oturup, Kürt Mehmet Ali Aslan'ın hangi haklardan istifade edebileceğini müzakere ediyorlar.

Bu tam da bir kara mizah örneği. Acı olan, Türkiyeli Kürt ve Türk hiçbir okumuştan itiraz gelmemiş olması, hepsinin iktidarın bu oyununa alkış tutması oldu. Bu da Türkiye'deki "aydın" denilen okumuşların seviyesini gösteriyor.

Şu unutulmamalı: İnsan hakları müzakere konusu edilemez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 90. maddesine göre bunlar kanunlardan önce gelen ve uygulanacak olan kurallardır.

Demokratik kurallara uygun olarak seçilen, demokratik bir parlamento hem Kürtleri hem de Türkleri temsil eder. Bu parlamento Anayasa'nın teminatı olan bu sözleşmeleri, konulan çekinceleri kaldırıp uygulatırsa sorun önemli ölçüde çözülür.

Böyle bir ortamda halk silahlı ve illegal örgütlerden desteğini çeker ve onlar da gücünü kaybedip polisiye bir olay konusu olurlar.
 

Kürt çözümü sürecini kamuoyuna tanıtmak amacıyla Akil İnsanlar komisyonu kuruldu. Kaynak-cnnturk.com_.jpg
Kürt çözümü sürecini kamuoyuna tanıtmak amacıyla Akil İnsanlar komisyonu kuruldu

 

"Bir Onur Mücadelesi" kitabınızın başlığı olmuş. Anımsadığım kadarıyla 1990'larda HEP kurulurken de programına "onurlu yaşam hakkı" ibaresini koymuştunuz. Neden?

Mehmet Ali Aslan'ın anı ve gözlemlerini yazdığı kitabı.jpg

Kürtlük, benim hayatımdı. Anadilde (Kürtçe) eğitim almış biri olarak, yalan ve iftiralarla Kürtleri aşağılama hareketlerine karşı hassastım. Bu, çocukluğumda başlayıp hayatımın sonuna kadar devam eden, edecek bir "onur mücadelesi"ne neden oldu.

1990'lı yılların başında HEP'in programını hazırlarken başlangıç kısmına "onurlu yaşam hakkını" koymuştum. İnsanı insan yapan en önemli unsurlardan biri onurudur. Hukuksuz ve insanlık dışı saldırılara karşı onurumuzu korumak insan olmanın gereğidir.
 

Prof. Cahit Tanyol ile 2000'e doğru dergisinde yapılan bir söyleşiden.JPG
Prof. Cahit Tanyol ile '2000'e doğru' dergisinde yapılan bir söyleşiden

 

Irak Kürdistan Bölgesi'nde "federal bir yönetim" var. Onca yıldan sonra bir değerlendirmeniz var mı bu yapı hakkında?

1990'lı yıllardı... Fransa, İngiltere, ABD, Irak Kürt yönetimine yardım etmek istiyorlardı. Barzani ve Talabani'nin lider kadrolarını, Paris'in batısındaki bir şatoda misafir etti Fransa. Bu üç devletin çeşitli alanlardaki uzmanları, onları yönetimle ilgili önemli konularda bilgilendirdiler. 

Bir gün konuşma yapmam için beni de davet ettiler. Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan'la birlikte gittim. Her iki heyetten birçoğuyla daha önce de tanışıyordum. Sohbet uzun sürdü. Özetle şunları söyledim:

Türkiye'de Barzani ve Talabani'nin temsilcilikleri var. Ama Kürdistan temsilciliği yok. Kürdistan'da Barzani ve Talabani'nin ayrı parlamentoları, ayrı hükümetleri, ayrı peşmerge kuvvetleri var. Ama bir Kürdistan ordusu yok.

Kişilere bağlı bu oluşumları bir gün yel alır, sel götürürse ortada bir şey kalmaz. Kürdistan Bölge Yönetimi modern kurumlarını oluşturursa, büyük felaketlerden sonra bile bu kurumlar Kürt toplumunun varlığını daha güçlü olarak sürdürebilirler. 

Kurumlar, kadrolardan ve kurallardan oluşur. Bu aynı zamanda bir tecrübe birikimiyle beraber, kolektif bilinci de yaratır.

Kurumlar, hayatiyetlerini topraktan alan ağaçlara benzerler. Bir ağacı keserseniz, ağaç ölmez. Kökü üzerinden yeni filizler yeşerir ve bu filizlerden eskisinden daha canlı, daha güçlü ağaçlar olur. 

Kurumlar da böyledir. Onlar da hayatiyetlerini toplumdan alırlar. Toplumun bilincinde ve hafızasında yaşarlar. Kapatılsalar da varlıklarına son vermeye çalışsalar da onu bütünüyle yok edemezler. Büyük felaketlerden, büyük tahribatlardan sonra bile bir gün ortaya çıkar, işlevsel hale gelirler. 

Sözünü ettiğim, adı 'kurum' olan, ama kişiye bağlı oluşumlar veya çağdışı kurumlar değil, çağdaş modern kurumlardır.


Ne yazık ki federal yönetim aşiretçiliği ve kişisel yönetim geleneğini tasfiye edip modern kurumlarını kuramadı. Mesut Barzani ile Paris'te bir hafta kadar beraber kaldım. Bana sorduğu sorulardan anladım ki, Mesut Bey bütün Kürtleri kapsayan bağımsız bir Kürdistan'ın kurucusu, tarihi bir şahsiyet olmak istiyor. Nitekim bununla ilgili girişimi başarısız oldu ve Kürtler bir kısım önemli kazanımlarını da kaybettiler.


Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, anlattıklarınızın herkes için aydınlatıcı olmasını umarım.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU