Fransız yarı-başkanlık sisteminin özellikleri

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: elysee.fr

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kuruluşundan Gelen Özellikler" başlığı altında geçen hafta yayımlanan makalemde, Fransız IV. Cumhuriyeti'nin III. Cumhuriyet'i tasfiye edişi ve yerine kurulan yarı başkanlık sistemine değinmiş, konuyu orada bırakmıştım.

Şimdi, kaldığımız yerden devam edelim…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Fransız yarı başkanlık sistemi bir dönem Türk medyasında oldukça gündemdeydi. II. Dünya Savaşı'nda Hitler faşizmine karşı gösterilen direnişin ardından, Fransa'da komünist partizanların ve Sovyetler Birliği'nin saygınlığı artmıştı. Bu atmosferde kurulan IV. Cumhuriyet, proletaryanın ve emekçi halkın temsilini mümkün kılan bir yapıya sahipti. Ancak bu durum, Fransız burjuvazisini ciddi biçimde rahatsız ediyordu.

Buna ek olarak, sömürgelerin bağımsızlık süreçleri -özellikle de Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın varlığı- burjuvaziyi ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda zorluyordu. Sonuçta ülke genelinde bir "yönetememe" durumu ortaya çıkmış, siyasal istikrarsızlık derinleşmişti.
 


Burjuvazi bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda ustaca kullandı. De Gaulle'ün tarihsel kişiliğinden de yararlanarak, yarı başkanlık sistemini toplumun önüne bir çözüm olarak sundu.

Yeni düzene göre, cumhurbaşkanını artık halk seçecekti. Bu yöntem, cumhurbaşkanının meşruiyetini doğrudan halktan aldığı şeklinde yorumlanıyor; böylece parlamentoya karşı sorumluluk yükümlülüğü ortadan kalkıyordu.

Cumhurbaşkanının yetkileri son derece genişti. Devletin yasama, yürütme ve yargıdan oluşan üç sacayağının yanı sıra özellikle yürütmenin başı konumundaydı. Ancak bu "baş olma" durumu hukuki olmaktan çok fiili bir nitelik taşıyordu. Başta dış politika olmak üzere, temel siyasal konular cumhurbaşkanının denetimindeydi. Hükümet onun başkanlığında toplanıyor, onsuz ancak yazılı izinle bir araya gelebiliyor ve yalnızca tali konular hakkında karar alabiliyordu.

"Barış" dönemlerindeki yetkileri arasında parlamentoya mesaj iletmek, parlamentoyu feshetmek, seçim kararı almak, referanduma gitmek, Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmek, başbakanın önerdiği bakanları onaylamak veya görevden almak, dış politikayı yürütmek ve devleti uluslararası alanda temsil etmek bulunuyordu. Olağanüstü koşullarda ise cumhurbaşkanı, parlamento ve hükümetin tüm yetkilerini devralarak ülkeyi "kanun hükmünde kararnameler"le yönetebiliyordu.

Görüldüğü üzere, Fransız yarı başkanlık sistemi cumhurbaşkanına son derece geniş yetkiler tanımıştı. Bunun sonucu olarak yasama organı zayıflamış; cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümetten oluşan yürütme organı ise "karma model" görünümüne rağmen cumhurbaşkanının şahsında yoğunlaşarak güçlenmişti.

Yasama ve yürütme arasındaki görev alanları kesin çizgilerle ayrılmış; başbakan ile hükümet, cumhurbaşkanıyla parlamento arasında bir tür aracı konumuna düşmüştü. Parlamento, cumhurbaşkanının aldığı kararları onaylayan bir merciye dönüşmüştü. Cumhurbaşkanı, referanduma giderken parlamentoyu çoğu zaman devre dışı bırakmış; kanun hükmünde kararnamelerle yasama yetkisini sınırlandırmış, gerektiğinde Anayasa Konseyi aracılığıyla parlamentonun çıkardığı yasaları denetim altına almıştı.

Sonuç olarak, Fransız yarı başkanlık sistemi siyasal iktidarın cumhurbaşkanında merkezileştiği bir yapı üzerine inşa edilmişti.

***

Ne var ki bu sistemin istikrarlı bir işleyişe kavuşması, parlamentodaki çoğunluğun cumhurbaşkanını desteklemesine bağlıydı. Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında uyum ve iş birliği zorunluydu. Bu uyum bozulduğunda, yarı başkanlık sisteminin tıkanması ve siyasal istikrarsızlığın ortaya çıkması kaçınılmazdı.

Hükümet, parlamentodaki çoğunluğun desteğiyle oluşturuluyor; esasen Bakanlar Kurulu parlamentoya karşı sorumluluk taşıyordu. Ancak parlamentoda çoğunluğun farklı eğilimdeki partilerin eline geçmesi ya da hükümete desteğini çekmesi durumunda, cumhurbaşkanı adeta "boşlukta" kalıyor ve siyasal kriz kaçınılmaz hale geliyordu.

Cumhurbaşkanı, bu gibi durumlarda parlamentoyu feshedip erken seçim kararı alabiliyordu. Ne var ki sandıktan benzer bir siyasi bileşim çıktığında, kriz aynı biçimde sürüyordu. Fransa'da böylesi çıkmazlar genellikle tarafların uzlaşmasıyla aşılmaya çalışılırdı.

Peki, ya uzlaşma sağlanamazsa?

Fransız yarı başkanlık sisteminin temel amacı siyasal istikrarı sağlamaktı. Ancak "uzlaşmazlık" durumuna ilişkin, sistemin kendi içinde ne bir güvencesi ne de bir çözüm mekanizması bulunuyordu.

***

Görüldüğü üzere, Fransız yarı başkanlık sisteminde kararlar büyük ölçüde cumhurbaşkanı tarafından alınmakta; parlamento bir onay merciiye, başbakan ve hükümet ise aracı konumuna indirgenmekteydi.

***

Şimdi şu sorular gündeme geliyordu:

Teorik olarak bu düzene nasıl "burjuva demokratizmi" denebilirdi?

Farklı siyasal eğilimler, temsil ve karar alma süreçlerine nasıl katılabilecekti?

Bu soruların yanıtı, Fransız proletaryasının ve halkının tarihsel mücadele birikiminde; De Gaulle'ün tarihsel kişiliğinde; kulağa hoş gelen anti-Amerikancı, bağımsızlıkçı söyleminde; Mitterrand'ın sol kimliğinde; sivil toplumun gücünde ve demokratik-kültürel değerlerin canlılığında aranmalıydı. Tüm bu unsurlar, devletin farklı sınıfların çıkarlarını gözetmeyen dar, faşizan bir baskı aygıtına dönüşmesini engelleyen temel etkenlerdi.

Bununla birlikte, yarı başkanlık sisteminin burjuvazinin ekonomik, toplumsal ve siyasal krizine kalıcı bir çözüm getirmediği de açıktı. Aksine, bu kriz ortamı giderek derinleşiyor; özellikle Le Pen hareketi örneğinde görüldüğü üzere, aşırı sağın ve radikal eğilimlerin güçlenmesine zemin hazırlıyordu. Bu süreç, Fransız burjuva demokratizmini olumsuz etkiliyor, sistemin çerçevesini proletarya ve halk aleyhine daraltıyordu.

Sonuç olarak, "Fransız yarı başkanlık sistemi" biçiminde sunulan bu yapının esas amacı, II. Dünya Savaşı sonrasında proletarya ve halkın kazandığı siyasal mevzileri geri almak ve özellikle Cezayir başta olmak üzere sömürge sorununa köklü bir çözüm getirmekti.

Ancak Fransız toplumunun güçlü iç dinamiklerinden kaynaklanan karşı eğilimler, teorik olarak faşizme elverişli olan bu siyasal çerçevenin tam anlamıyla yerleşmesini ve toplumu kendi kalıbına göre biçimlendirmesini engelledi. Bu noktada, De Gaulle'ün "diktatörlük" yetkilerini kontrollü biçimde, toplumsal güç dengelerini gözeterek kullanmasının; ayrıca Cezayir sorununa çözüm odaklı yaklaşımının krizi hafifletici etkisinin önemli bir rol oynadığı söylenebilir.

***

Fransa'da aşağıdan yükselen komünist eğilimli toplumsal hareket, Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın da etkisiyle, burjuvazinin "yönetememe" krizinin ve siyasal istikrarsızlığın başlıca gerekçesi haline getirilmişti.
Yukarıdan kurulan yarı başkanlık sistemi ise bu toplumsal gelişmenin önünü kesmenin bir aracıydı.

Ne var ki, toplumun temel güç dengeleri sağcı-faşizan aşırılık eğilimlerini sınırlayınca, ülkenin iç dinamizmi -kısmi istisnalar dışında- büyük ölçüde korundu. Üstelik askeri çözümde ısrar eden faşist Paraşütçüler Grubu'nun girişimleri, darbe teşebbüsü dâhil, engellendi ve Cezayir Sorunu'na nihayet siyasi bir çözüm getirildi.

***

Peki, Türkiye toplumunun iç dinamikleri, benzer biçimde sağcı-faşizan eğilimlerle donanmış bir yönetim tarzını dengeleyebilecek güçte midir?

Eğer değilse, bu durumun sonu nereye varacaktır?

Esasen geriye şu temel soru kalıyor: Türkiye, kendi "Cezayir Sorunu"na nasıl yaklaşacaktır?

De Gaulle'vari bir çözüm alternatifi içeren, devleti nispi demokratik ölçülerde yeniden yapılandırmayı hedefleyen bir program mı izlenmektedir?

Yoksa devlet, süregelen bir savaşın yarattığı baskı ortamında kendini giderek militarizmle kuşatmak, olası parlamenter engelleri ortadan kaldırmak ve karar alma süreçlerini hızlandırmak için mi tekçi cumhurbaşkanlığı yönetimine yönelmiştir?

Açıkçası, son döneme kadar düşüncelerim ikinci olasılık üzerinde yoğunlaşıyordu.

Ancak bunca yaşananlardan sonra kötümserliği bir kenara bırakmak istiyorum.

Umarım devletin henüz bilmediğimiz, demokratik bir dönüşüm ve yeniden yapılanma programı vardır; ve umarım bu değişim, gerçekten o programı hayata geçirmek içindir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU