Her şeyin kabulü, her şeyin reddine karşı: "Ah Bartleby, ah insanlık"

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Herman Melville

Hız çağıyla dünyanın duvarları yıkıldı, sınırlar ortadan kalktı, diyorlar. Duvarlar yıkıldı, sınırlar ortadan kalktı, çağ hızlandı ama insanın ruhu yüzyıl geriye gitti. Belki de daha fazla.

İnsanın onarılmazlığı geçmişte elbette vardı, ama şimdilerde daha fazla. Ruhun içindeki özgürlük, başkalarının perdelerine baktıkça, başka nesnelere tamah ettikçe, maddi olana hizalandıkça yok olmayla karşı karşı karşıya kaldı.

Yalnızca iktidara küfretmek, bir ideolojinin sınırlarında yer almak bireyi temiz tutmayacaktır.

İliştiği dünyaların kapısından üzerine sinmiş bir kirlilikle çıktığında, temiz görünümü karşısında neredeyse herkesin gözlerine, kulaklarına, ruhlarına bir körlük ve sağırlık fırlatmıştır.

Gizleyerek, kurgulayarak gösteren, konuşan kişiliklerin tam da orta yerinde bir aldanmışlıkla yol alınır. Hiçbir konuda bireysel bir reddi olmayan, hiçbir konuda bireysel çıkışlara kalkışmayan bir sarhoşluk merhalesi içinde yürür artık insanlık.

Kalbine çoktan çekiçler vuran, kalbini ezen başkalarına göre bir şekle getiren bir karşı üşüme gelir ve sürer gider böylece. 


İnsanın çağın ayaklarına denk yürüyüşü, durmadan her şeyi istemesi, onu kendi sınırları dışında ruhunun betonla kaplandığı dünyalara sevk eder. İçeridekinin acımasız sallantısında dışarıyı suçlayan o acımasızlık, oyunlarla, yalanlarla bezenir.

Çürümenin içteki kaplanmışlığı dışarıya büyük bir korkunçluk, kokuşmuşluk sindirdiğinde artık ne dışarıdaki ne de içerideki aynıdır.

Bu bulaşıcı insan ruhu, koca bir toplulukla karşılar insanlığı. Ama suç nerededir? Kimdedir? Zamanda mı, zamanın getirdiklerinde mi?

Zamanın çarklarına uyum sağlayanın her daim yanıldığı yer ise zamanın ondan bağımsız ilerleyişini sürdürdüğüdür.

Çünkü kişinin kaderi son bulduğunda zaman ilerlemeye devam eder. Zaman sadece dişlileri besleyecek bir şeyler her zaman bulur.

Zamanın taşlı duvarları arasında durmaktan geri durmayan, yolunu orada bulmayan çalışan, hayatın ve ruhun keşfine dair tek bir çabaya bürünmeyen kişi, elbette sıçrattığı oyunlar eşliğinde kendi çıkmazını başkalarını kötü bir yere çekerek yapar.

Bu noktada, kırılganlığın, içsel yüzleşmenin, hasetlerin içini kırbaçladığı anda, Friedrich Nietzsche'nin "Kendileriyle ne yapacaklarını bilmiyorlar, -bu yüzden başkasının mutsuzluğunun resmini yapıyorlar duvara: Her zaman başkalarına muhtaçlar!" cümlesi geniş bir çerçeveyi aralar.

Zaman ölür, öldürür; masumiyet zedelenir, gölge düşürür güzelliğe. Yerinde beklemekten geri durmayan, insanın ruhuna eğilmekten kaçınmayan birçok masum hal tuzla buz olur.

Sadece masumiyet değil, masumiyetle iç içe olan da dağılır. Nasıl olsa kötülük uykusundan irkilip uyanan kimse yok, nasıl olsa kötülük kulvarında taraftarlık mühim, nasıl olsa kötülüğün tarafları destekler düşüncesindeki sarhoşlukla kaldıkça kalır kişi.

Kuşandığı sadece kötülük değildir; kuşandığıyla özgürlüğünü kaybetmiş, kendini sansürlemiş, insanlık ruhundan uzaklaşmıştır.


İnsan, zamanın ağzı ve kulaklarını kullandığı gibi, ağız ve kulaklarla bir el de edinir. Bu el de kulak da ağız da onun değildir. Çoktan hapsolmuştur, zamanın saçağı altına düşmüş, kendi özgürlüğünden taviz vermiş, kendi olmayı akıl edememiş bir kişi olarak durur.

Oysa, zaman ve zamanın getirdikleri, insanı yalnızca kendine hapsetmez, başkalarını da o hapisliğe, kirliliğe, hasete, habisliğe çeker. Birey, kişi, insan, şimdiki dünyada "Yapmamayı tercih ederim" cümlesinde durur mu? 


Bartleby bu dünyanın neresindedir?

Herman Melville'nin Katip Bartleby kitabı, sivil direniş temelinde okunsa da çağımızın içine düştüğü duruma bakacak olursak birçok açıdan ele alınabilir, gözetlenebilir.

Her bakış açısının bırakacağı izler mutlaktır. Yokladığımız bir kapı, bir pencere ya da bir yola dönüşebilir böylelikle.

Kitabın temel aldığı yapının dışına çıkmak, sadece hikayenin düşünce yapısından sızan yamalardan ibaret olur.

Öyle olsa dahi, insanın ruhen, fikren baktığı ya da aldığı düşüncelerin başka bir çatlak açması, ancak kitaba değer katabilir.

Bir protestocu ve pasif direnişçi olarak sembol haline gelen Katip Bartleby, yüzeyin altını açtığımızda ise bambaşka bir insanlık sorunuyla yüz yüze bırakır.

Bartleby, bütün yaşam biçimlerini, düzeni ve sunulanı tamamıyla reddeden bir karşı çıkışla ve aynı zamanda karamsırlıkla, benliğini olmama yönüne göre hizaya sokar.

Varlığı görünen bir biçimde kalırken, benliğini yok oluş tasavvuruyla sınırlandırır. Bu olmama ve yok olma hali, düşünceyi olağan başka bir varlık üzerine inşa eder.

İnşa edilen fikir de ölümsüz bir protestoyla dikilir dünyanın duvarlarına karşı. Sadece sistematik bir düzen, ideoloji, sivil kalkışma olarak değil, dini pratiğin sembolleri arasında nefs ile sınanan sırra da vakıf olunur: Reddedilen dünyanın nimetleridir de. 
 


"Yapmamayı tercih ederim" kalkışmasıyla Katip Bartleby, tam olarak bu dünyanın neresindedir, bu dünyanın neresine düşer?

Bilinmez, kestirilmez, muğlak, belirsiz ruh haline ve eylemlere sahip olan Katip Bartleby'in bu çözümlenemez durumu kadar olacaktır soruların cevabı.

Bartleby, "zavallı" bir bakışla çözümlenemez. O tümden her şeyi reddederken, reddi karakterize edecek bir insan yığınından da yoksundur.

Potansiyel kavrayıştaki inkar, fikirsel boyuta indirgenen içe hareket edişle bütünleşir. Görünürdeki güç yokluğu, eylemdeki ısrarla giderilir; bedeni yok ederken ruhun biricikliğini, ruhun dünyaya set koyması güç denklemiyle karşılaşır.

Bartleby, güç denklemini eylemin eylemsizliğinden alarak, reddin reddiyle üretim koşullarının tümden yok sayan, tümden görmezden gelen, insan ilişkilerini yerle bir eden sistemin çarklarını döndürmeyen ya da döndürmek istemeyen bir döngüdedir. 


Reddetmekten uzaklaşan birey kötülüğe yaklaşır

"Herkes işine geldiği gibi davranır" sözü tedavülden neredeyse hiç kalkmadı, kalkacağı da görünmüyor.

Uçsuz bucaksız insan selinin biriktirdiği molozlar, çöpler, küller, balçıklar… tam da bu tedavülden kalkmayan söz nedeniyle, sessiz kötülük felaketlerini önümüze yığar.

İnsanın giderek ruhunu yitirdiği, yitirirken de kendisiyle birlikte birçok şeyi elleriyle gömdüğü ölümüdür artık. Hiç yoktan, bir kültür biçimi olarak böyle bir yaşam sürdürülmektedir.

Böyle bir yaşamın kime, neye bir yararı var? Bartleby gibi reddedebildiği yerde kazandırılacak bir düşünce biçimiyle insanın içteki nezakete, güzelliğe çirkinlik ve kötülük bulaştırmayacağı aşikar olandır. 


Katip Bartleby gibi "Yapmamayı tercih ederim" demek, piyasanın dayattıklarını, dünyanın nimetlerini kabul etmemekle insanın insan kalabilmesinin en sahici yöntemine dönüşebilir.

İnsan, her şeyi kabul ettiği, her şeyle herkesle iyi geçindiği, her şeyi mübah saydığı yerde değerlerini de yitirir.

Bireyin etik ile direniş arasındaki donelerle, dünyanın kaydına ters bir kayıt düşürerek yapacağı bir insani eylemdir.

Bu eylem insanın ruhunu koruyan, insan ilişkilerini bayağılık, hesap kitap üzerine kurmayan, oyunlara başvurmayan bir yapıya götürür.

Bireyin kötülük eğilimlerini azaltırken karşısındakine de kirliliği sıçratmama imkanı doğurur. Vicdanın kötülüğe karşı reddini körükler. 


İdeolojilerin kamufle ettiği kötü benlikler, ikiyüzlülükler, çıkarlar, gösteriş çağındaki beğeniler, görünümler böyle bir reddedişin ortaya çıkışıyla ancak gerçekçi amacını bulabilir. Çünkü her görünme isteği, aynı zamanda arkasında bir kötülük de gizler.

Birinin sırtına basarken kendi en yükseğine ulaşma arzusuyla yanıp kavrulur birey. İnsanlık dramı bu nedenledir ki, reddedilmediği noktada ruhunu yitirmekte, yitirilen ruh daha çok maddeye ulaşma, daha çok tüketme üzerine kurgular kendini.

Ve böylece her ulaşma arzusu, her yükselme arzusu başkalarının ezilmesini de beraberinde getirir.

Sonuç olarak kitabın sonundaki o kritik yakarmanın ya söylemin dünyayaya dayattığı gerçek kalır geriye:

Ah Bartleby, ah insanlık.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU