Dünya ve Ortadoğu basınında en fazla merak edilen şey; ABD destekli İsrail'in 13 Haziran 2025 tarihli saldırısıyla başlayan ve 12 gün süren savaşın sonrasında bölgede değişen dengelerin gelecekte nasıl bir şekil alacağıdır.
Bağlı olarak da yoğun nüfuslu farklı inanç ve etnik topluluklar (Kürtler, Beluçlar, Azeriler, Dürziler, Aleviler vs) açısından bölgedeki mevcut haritaların bozulup yeniden çizilmesinin mümkün olup olmayacağıdır.
Yanıtları çok da kolay olmayan sorular bunlar.
Nedenine gelince:
Dünya tarihine ilişkin tecrübeler göstermiştir ki, siyasi sınırlarla haritaların değişmesi genellikle onlarca ve hatta yüzlerce yılı alabiliyor. Bölgenin değişimiyle ilgili farklı fikirler ise kehanetten komplo teorilerine siyasi analizlerden gelecek hakkındaki kurgulara kadar uzanan bir yelpazeyi oluşturuyor.
Önemsenmesi gereken tespitleri olan ABD'nin Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker, Şubat 2025'teki söyleşisinde ikinci iktidarı döneminde Donald Trump'ın bölge politikasının ana hatlarını şöyle çiziyor:
ABD yönetimi her şeyden önce dış politikada işlemciliğe (transactionalism yani ister insan ister çevrenin bir parçası olsun tüm katılımcıların etkilendiği ve değiştirildiği işbirlikçi bir siyaset tarzı ) dayalı bir yaklaşım benimsiyor. İkinci olarak anlaşma yapma eğilimi yüksek. Üçüncü olarak, yaklaşımın doğası gereği oldukça sarsıcı ve radikal olduğu söylenebilir.
Belki de en önemlisi, ABD'de direkt askeri müdahalelere karşı güçlü bir duruş sergileyen bir yönetim söz konusu. Trump ve ekibi, özellikle ‘sonsuz savaşlar' olarak adlandırılan uzun vadeli ABD askeri konuşlanmalarına karşıdır. Dolayısıyla ikinci dönem politikalarında ilk döneme kıyasla daha keskin bir dönüş yapacaktır.(Bkz. https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/270220259)
Komplo teorileri mi, yoksa aleni proje mi?
Arap dünyası ve Türkiye kamuoyunda komplo teorileri diğerlerinden daha fazla rağbet görüyor.
İsrail'in savaş yoluyla Filistin, Lübnan, Suriye ve İran'da yaptıklarından sonra küresel ve bölgesel ölçekli komplolar sosyal medyada giderek yaygınlaşıyor.
Siyonistlerin dünya hâkimiyeti türü anlatım ve ayakları yere basmayan öyküleri ise eskisi kadar olmasa da milliyetçi-mukaddesatçı camiada rağbet görüp paylaşılabiliyor.
Netanyahu, Lübnan ve Suriye'de İran yanlısı milislere ağır bir darbe vurduktan sonra "Ortadoğu'yu yeniden şekillendireceğiz!" dediğinde, Siyonistlerin Nil ile Fırat nehri arasındaki toprakları işgal edeceğine inanların Türkiye'deki oranı yüzde 84 civarındaydı.
Hâlbuki Arz-ı Mev'ud (Sözüm ona Rabb tarafından Yahudi kavmine vaat edildiğine ilişkin rivayet), Yunan milliyetçilerinin Megalo İdea mefkûresi, nihayetinde Türk milliyetçilerin Adriyatik Denizinden Çin Seddine kadar uzanan Türk yurdu ve Kızıl Elma ülküsünden başka bir şey değildir. Şimdiye dek hiçbiri de gerçekleştirilebilmiş değildir.
Arap dünyasına gelince:
Kapı arkalarında ve karanlık ortamlarda dile getirilenler daha çok Amerikan-İsrail gizli komploları hakkındadır ki kulislerde ileri sürülen iddialar boş laflardan ibarettir.
Çünkü ABD-İsrail'in siyaset ve askeri erbabı, kimsenin başına gizliden gizliye çorap örüp bölge için komplo tertip etmiyorlar.
Tam tersine, Ortadoğu geneli veya bölge ülkeleri hakkındaki plan ve projelerini açıkça, hemen hiç mahcubiyet duymadan paylaşıyorlar. Üstelik de her ülkeye uygun slogan, şiar ve mottolar buluyorlar.
Söz gelimi, "Diktatörler ve zulüm gidecek, demokrasi ve özgürlükler gelecek!" sloganı bunlardan biridir.
Nitekim bu şiara kapılan Mısır, Libya, Tunus, Fas ve Suriye'deki halklar ayağa kalktılar.
Gelgelelim "Arap Baharı" yakıştırmasıyla gerçekleşen bu haklı/meşru mücadele sonrasında kazananlar kitleler değil, daha önceden açıklanıp planlandığı gibi "Kökten değişim isteyip hayata geçiren" büyük güçler oldu.
Hatırlanırsa çok önceleri ABD Başkanı G. Bush'un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hakkında "Yaratıcı Kaos" kavramını kullanarak bölgeyi köklü bir değişime tâbi tutacaklarından söz etmişti.
Sonrasında Irak-Afganistan-Sudan hattında önemli altüst oluşlar yaşandı. Günümüzde olup bitenler de bu planın bir parçası olmalı…
Demografik, siyasi ve coğrafi değişim süreci
O zamandan bu yana karlar eridi, toprağın şekli ortaya çıktı; gerçekler gözle görülür bir hal aldı.
Bunu ilk telaffuz edip hayata geçiren ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu.
Ardından Donald Trump iri gövdesi ve kıt (sıra dışı veya anormal) aklıyla sahnede arzı endam etti.
Netanyahu'nun bölgeye ilişkin plan ve projelerini (İbrahim Antlaşmaları, Gazze'deki soykırım, Filistin halkının tehciri, Suriye'nin bazı topraklarının ilhakı, İran'a saldırı vs) desteklediğini açıkladı.
Böylelikle Trump, İran'a yönelik saldırı planının sadece "Nükleer silah projesini ortadan kaldırmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda bölgesel ölçekte stratejik değişikliği içerdiğini" kibirli bir tavırla açıklamış oldu.
Doğrudur; ABD Başkanı, İran ile İsrail arasındaki geçici ateşkes anlaşmasını sağladı.
Lakin umdukları proje bundan ibaret değildi.
Savaş uçaklarının bombaladığı yerlerden hâlâ dumanlar yükseliyor ve küllenmiş ateşin közü alttan alta harlanıyor; çünkü İsrail ile ABD'nin asıl talepleri henüz karşılanmadı.
Gerçek şu ki, mutabakattan ne çıkarsa çıksın yapılagelenler esas olarak İran ile savaş halinin sürmesine ve ülke içinde kargaşanın başlamasına yönelik çabalardır.
Kaçınılmaz olarak bu tutum Ortadoğu'da yeni nüfuz alanlarının belirlenip paylaşılmasına; farklı yol ve yöntemlerle bölgenin yeniden biçimlendirilmesine yol açacaktır.
Şöyle bir bakalım:
ABD-Türkiye-İngiltere üçlüsü rejimin değişmesinde ve Colani'nin Şam'daki yönetimin başına getirilmesinde hayati bir rol oynadı.
Suriye, eski Suriye değil. Eski Suriye ordusuyla çatışıp duran ve Esad rejimine sürekli baskı uygulayan Amerikan yönetimi, şimdi Colani ile görüşüyor.
Pentagon ise yeni Suriye ordusunun inşasında rol alıyor.
Suriye hükümeti, İsrail ile görüşmelerine devam ediyor.
Belli bir süre sonra Colani de İsrail ile Avraham Antlaşmaları imzalayan diğer Arap ülkelerine katılmış olacak.
Yeni yönetim zaten Suriye'nin İsrail ile ilgili gizli arşivlerini Netanyahu hükümetine teslim ederek İsrail ile işbirliğinin yollarını erkenden döşedi.
"Emperyalizme ve Siyonizm'e karşı mücadele ettiğini" söyleyen ve Filistin'in kurtuluşuna destek temelinde milliyetçi sloganlarla bölgeyi etkileyen Baas Partisi de yok artık.
Onun yerine Şam'da cihat sloganlarıyla ortalığa dehşet saçan, aynı zamanda son derece fırsatçı ve menfaatçi davranan, henüz şekli tam belli olmamış bir şeriat yönetimi var.
Artık Suriye'de modern mahkemeler yerine şeriat mahkemesi, kadılar, ahlak zabıtaları ve toplumsal boşlukta alanı dolduran şeyhler devrede.
Emevi günleri anılıp yüceltilmekte; Emevi edebiyatına rağbet teşvik edilmekte.
2003 yılındaki askeri işgalle birlikte diktatör Saddam Hüseyin'in devrilmesinin ardından benzeri değişimlere uğrayan Irak devleti henüz selamete çıkamamıştır.
İran'ın zayıflatılmasına paralel olarak Türkiye ve S. Arabistan'ın da etkisiyle bu ülke muhtemelen farklı bir şekil alacaktır.
Lübnan'da eskiden Hizbullah'la birlikte hareket eden farklı güçler vardı.
Bu ittifak daha çok Rusya, Suriye ve İran'dan destek alıyor ve tarafsız görünmesine rağmen İsrail'e karşı direniş hattında yer alabiliyordu.
İsrail'in askeri bakımdan Hizbullah örgütünü iyice zayıflatıp liderleriyle komutanlarından onlarcasını suikastlar ve bombalarla tasfiye etmesinden sonra, yeni Lübnan Fransa-Suudi Arabistan-ABD'nin etkisi altına girdi. İsrail'e karşıt cephede yer almıyor artık.
Ürdün ise oldukça sıkışmış durumda.
Tehcir projesi çerçevesinde Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin kendi topraklarının önemli bir kısmına yerleştirilmesinden çekiniyor.
Nüfusunun yüzde 60 kadarı Filistinli olan Ürdün, böyle bir tehcir gerçekleştiğinde demografik yapısının tamamen değişmesinden korkuyor.
Bu durumu kendisi için kâbus sayan ve krallık tahtının sarsılıp devrilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve bugüne kadar Doğu Kudüs'ün tarihi-dini mirasının vasiliğini yapan Ürdün, bu imtiyazından da mahrum kalmak istemiyor.
Nitekim İsrail, Filistinli Arapların yaşadıkları kadim şehir Doğu Kudüs'ü kendi denetimindeki Batı Kudüs ile fiili olarak birleştirip burayı tümüyle ve her bakımdan Yahudileştirmeye başladı bile.
Trump da bu oldubittiyi destekleyip Kudüs'ün İsrail'in ezeli ve ebedi başkenti olduğunu resmen kabul etti ve ABD Büyükelçiliğini buraya taşıdı.
Filistinlilerin yoğun yaşadıkları Batı Şeria'da Ürdün Çukuru adı verilen tarımsal açıdan verimli bölge gün be gün Yahudi yerleşimcileri tarafından işgal edilip modern köy-kentler inşa edilmektedir ki Eriha vilayeti bu çukurun merkezindedir.
Her iki planın da amacı; Filistin'in demografik dengesini kökten değiştirip Gazze ile Batı Şeria coğrafyasını tümüyle Yahudileştirmek, fanatik Siyonistlerin ocağı haline getirmektir.
Zorla göçertilecek Filistinlilere gelince; onlar da tasarlanan proje gereği gönderilecekleri Sina (Mısır), Ürdün ve Suudi Arabistan topraklarında gerçekleşecek demografik değişikliklerin temel taşı haline getirileceklerdir.
Türk ordusunun askeri denetiminde bulunan Kuzey Suriye'de ise sayıları yüz binleri bulan göçmenler oradan oraya göçertilmektedir.
Son 14 yılda Afrin, Tel Abyad ve Rasulayn'da Kürtlerin yerine Araplar ve cihatçı aileler yerleştirilmektedir.
Afrin Kürt Dağı çevresinde Katar dolarlarıyla köy-kentler inşa edilmiş; Afrin merkezde planlı göçertme sonucu yüzde 93 oranındaki Kürt nüfus yaklaşık yüzde 4'e düşmüştür.
Halep, Lazkiye, Hums, Hama ve Deyrizor bölgelerindeki Arap-Kürt, Hıristiyan-Müslüman, Alevi-Sünni oranları sürekli değişmektedir.
Görüldüğü üzere coğrafi bir sınır değişikliği olmamakla birlikte Ortadoğu'da siyasi-toplumsal zemin değişikliği çoktan hayata geçmiştir.
Türkiye'yi tedirgin eden İsrail
Filistin'de Gazze yerle bir edildi ve Hamas askeri bakımdan büyük darbe yedi.
Hemen ardından Hizbullah (Lübnan) bombalarla devre dışı bırakıldı.
Ertesi gün gerçekleşen Suriye'deki bu rejim değişikliği NATO üyesi Türkiye'yi derinden sarstı.
Son İran-İsrail çatışması ise Türkiye için hem hayati bir tehlike hem de bulunmaz bir fırsat olarak algılandı.
Felaket sayılabilecek derecedeki iktisadi durgunluk ve aşırı yayılmacı ihtirası yüzünden içeride ve dışarıda teşhir olan İsrail, askeri bakımdan yükseldikçe çevre ülkelerin kaderini değiştirecek operasyonel hamlelerini artırıyor.
Nitekim Suriye topraklarının bir kısmını emrivaki kabilinden işgal ederek yeni bir nüfuz alanı (bilhassa Dürziler, Kürtler, Arap Alevileri ve Hıristiyanlar) oluşturmaya çalışıyor.
İsrail'in bu hamleleri Ankara yönetimini ciddi biçimde tedirgin ediyor.
Son İran-İsrail çatışması nedeniyle topraklarına sığınan İranlıları da hesaba katarsak; Afganistan, Suriye, Irak ve Afrika'dan gelen milyonlarca göçmen yüzünden demografik bir değişikliğin eşiğine gelen Türkiye kamuoyunu oldukça etkiliyor.
Ekonomik anlamda Türkiye'nin muhtemel rakipleri S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Fransa ve İngiltere'dir.
Askeri açıdan şu andaki baş rakibi ise İsrail'dir.
Nitekim ünlü İsrailli medya sunucusu İyal Berkoviç, 2 hafta önceki bir yayınında Türkiye'yi açıkça tehdit ederek "Geçmişte Hamas ile eşit konumdaydık; sonra onu ezip geçtik. Sürecin ikinci yarısında İran'ı bozguna uğrattık. Galiba finali Türkiye ile oynayacağız..." diyor;
"Yeni Suriye benim sayemde kuruldu, burayı kimseyle paylaşmam!" anlayışıyla hareket eden Türkiye ise "Yeni yavru vatan" yerine koyduğu Suriye'nin efendisi Colani'yi başkalarına kaptırmadan onunla askeri-ekonomik-ticari anlaşmalar yapma yolunda çaba harcıyor.
Kürtlerin rolü ve önemi
Değişim sadece devletleri değil; aynı zamanda nüfusu kalabalık devletsiz halkları da kapsamaktadır.
Bölgedeki altüst oluşla birlikte birer araç değil aktör konumuna çıkan Kürtlerin de jeopolitik değişim ve denklemlerde hesaba alınmaları gerekiyor.
Nitekim Kürtlerin zorlu bir denklemin içinde olduğunu ifade eden ABD'nin Yakın Doğu bölgesinden sorumlu Dışişleri Eski Bakan Yardımcısı David Schenker şöyle diyor:
Washington'da Kürtlere karşı özel bir anlayış var. Kendi içlerinde birleşmesi, Bağdat ve Şam karşısında daha güçlü olmalarını sağlar.
Ankara'nın "Terörsüz Türkiye" şiarıyla başlattığı Kürt açılımı, daha doğrusu Kürtlerin himayesine soyunması da ilerideki sosyo-politik değişikliklerin işaret fişeği sayılıyor.
Değişimin sonu görünmüyor. Pakistan bile bu çemberin içinde kalıyor.
İran meselesini kendi lehlerine çözmeyi tasarlayan ABD-İsrail ikilisi, etki alanlarını Pakistan'a kadar yaymaya çalışıyorlar.
Bu durumda eski müttefiki Çin'e sırtını döneceği varsayılan Pakistan, Amerikan-İsrail sepetine yerleşirse Pekin'deki yönetimin tavrının ne olacağı merak ediliyor.
Bir soru: Çin-Rusya ikilisi kendi aleyhlerine değiştirilmesi muhtemel bir proje sonrasında İran ile Pakistan'ın ellerinden çıkmaması uğruna neler yapabilir, nerede ve nasıl devreye girebilirler?
Ortadoğu'nun büyük bir değişime gebe olduğu anlaşılıyor! İster Batılı ülkeler isterse Rusya-Çin lehine olsun, bölgedeki bloklaşmalar sabit ve nihai görünmüyor. Her an her yana kayabilecek durumdalar.
Amerikan ordusundan emekli Yarbay Ralph Peters'in "Kanlı Sınırlar" isimli eserinde yazdığı gibi; "Askerlerle bazı devlet yöneticileri tarafından Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi" ihtimalinden bahsediliyor.
Örneğin Trump, "Küçük bir ülke olan İsrail'in büyümesi gereğinden" söz edebiliyor.
Görünen o ki Ortadoğu'daki çatışmalar, devletler arasında veya ülke içinde çeşitli biçimlerde devam edecektir.
İran'ın 4 Arap ülkesinde yaptığı ve İsrail'in de uyguladığı gibi, ülkeler nüfuzlarını genişletmeye çalışacaklardır.
Ancak Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek veya Netanyahu'nun öncülük ettiği bütün haritaları yeniden çizmek fikrinin gerçekleşmesi hâlâ çok uzaktır, hatta imkânsıza yakındır.
Bu noktada şu sorular karşımıza çıkıyor:
Haritalar gerçekten değişebilir mi?
Sebebi (dini veya etnik) ne olursa olsun, coğrafi/siyasi haritaları değiştirmek barışa yol açabilir mi?
Bizce değişim mümkündür ancak kısa zamanda olması beklenemez.
Irak, Suriye, Yemen, Libya ve Lübnan'daki yıkıcı iç-dış çatışmalara rağmen coğrafi sınırlar henüz değişmemiştir.
Sadece demografik yapı ile iç siyasi dengeler altüst olmuş, eskilerin yerine yenileri geçmiştir.
Geçmişten bu yana haritaların değişimi (Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesi, Güney Sudan'ın merkezden kopması, Eritre'nin Etiyopya'dan ayrılması, Kıbrıs adasının ikiye bölünmesi gibi) ne istikrar sağlamış ne de barışı getirebilmiştir.
Bu durumda bölgenin nasıl bir şekil alacağı henüz müphem ve muğlaktır.
Süreç içinde bugün akla gelmeyen sürprizlerle ileride karşılaşmak mümkün olacaktır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish