Kudüs'te geçtiğimiz günlerde toplanan 39. Dünya Siyonist Kongresi, İsrail devleti ile dünya çapındaki Yahudi diasporası arasındaki ilişkide tarihi bir kırılmayı gözler önüne serdi.
Kongre delegelerinin aldığı kararlar, doğrudan mali ve politik sonuçları olan bir kopuşun işaretlerini taşıyor.
Kongrede yaşanan tarihi çatlak
Haaretz gazetesinin 2 Kasım tarihli haberine göre; 302'ye 235 oyla kabul edilen karar, İsrail hükümetinin yabancı devlet fonlarına ağır vergi ve kısıtlamalar getirmeyi amaçladığı yasa tasarısına karşı, etkilenecek sol-liberal sivil toplum kuruluşlarına Dünya Siyonist Örgütü (WZO) kaynaklarından destek sağlanmasını öngörüyor.
Bu, diasporanın İsrail hükümetine açık bir meydan okuması anlamına geliyor.
Aynı oturumda kabul edilen iki karar daha, ayrışmanın derinliğini gösterdi: WZO fonlarının Gazze'de kurulabilecek yeni yerleşimlere ve Batı Şeria'daki kritik E1 bölgesine aktarılmasının engellenmesi.
E1 bölgesi, iki devletli çözümü fiilen imkânsız kılacağı için uluslararası toplumun en hassas çizgilerinden biri.
Sağ-dindar blok temsilcileri oylamayı "usul eksikliği" gerekçesiyle geçersiz ilan etmeye çalışsa da ortada artık inkâr edilemez bir gerçek var: Dünya Yahudiliğinin liberal çoğunluğu ile İsrail'deki aşırı sağ hükümet arasında açık bir ideolojik çatlak oluştu.
Gerilimin tarihsel kökleri
İsrail ile diaspora arasındaki bu gerilim aslında yeni değil.
Devletin kuruluşundan bu yana var olan fay hatları, yıllar içinde giderek derinleşti.
Kurucu lider David Ben-Gurion'un meşhur sözleri bu ilişkinin doğasını özetler:
Biz İsrailliler ön saftayız, onlar arka safta. Ön saftaki askere arka saftan emir verilmez.
Bu yaklaşım, diasporadan maddi destek beklenirken, siyasi kararlarda söz hakkı tanımama anlayışını yansıtıyordu.
1967 Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail'in bölgesel üstünlük kazanması diaspora için gurur kaynağı olurken, Batı Şeria ve Gazze'nin işgali yeni bir ahlaki tartışmanın kapısını araladı.
1970'lerde Amerikan Yahudi toplumu içinde şekillenen "liberal siyonizm", İsrail'in varlığını desteklerken işgali sorgulamayı mümkün kılan bir zihin haritası oluşturdu.
1980'lerden itibaren ise İsrail iç siyaseti sağa kayarken, diaspora özellikle Amerika'da laiklik, bireysel özgürlük ve sosyal adalet gibi değerlere yöneldi.
Bu farklılaşma, zamanla "aile içi anlaşmazlık"tan "dünya görüşü çatışması"na dönüştü.
Netanyahu dönemi: Kurumsallaşan kopuş
Benjamin Netanyahu'nun uzun iktidar yılları, gerilimin kurumsallaşmasının dönüm noktası oldu.
2010'lardan itibaren ABD'deki muhafazakâr çevrelere, özellikle Evanjelik Hristiyanlara yaslanan bir dış destek hattı inşa eden Netanyahu, Amerikan Yahudi toplumunun büyük kısmını oluşturan liberal kesimleri dışarıda bıraktı.
2015 sonrası dönemde Likud-Şas-Birleşik Tevrat Yahudiliği-Dini Siyonizm ekseninde şekillenen koalisyon, din-devlet ayrımını fiilen ortadan kaldıran politikalar izledi.
Reform ve muhafazakâr Yahudiliğin Kotel'de dua hakkı engellendi, kadınların dini mekânlardaki görünürlüğü kısıtlandı.
Diasporanın çoğunu temsil eden ABD Yahudi federasyonlarının "İsrail'de eşitlik" çağrılarına kulak verilmedi.
Yargı reformu: İlk büyük kırılma
2023'te başlatılan yargı reformu girişimi, kopuşu kaçınılmaz hale getiren ilk büyük kriz oldu.
ABD'deki 70'den fazla Yahudi kuruluşu -aralarında Reform hareketi, Anti-Defamation League ve Jewish Federations of North America- ortak bildiri yayımlayarak reformu "İsrail demokrasisine tehdit" olarak nitelendirdi.
New York'tan Melbourne'e kadar düzenlenen protestolara on binlerce diaspora Yahudisi katıldı; bazı federasyonlar İsrail'e fon akışlarını geçici olarak durdurdu.
Netanyahu'nun bu tepkileri "dış müdahale" olarak değerlendirmesi, diaspora çevrelerinde "artık istenmiyoruz" hissini pekiştirdi.
Yapılan anketler çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu: 35 yaş altı Amerikalı Yahudilerin yüzde 40'ı "İsrail'i desteklemenin dini kimliğin bir parçası olmadığı" görüşündeydi.
STK Yasası: İkinci cephe
2025 sonbaharında gündeme gelen STK yasası, diaspora ilişkilerini daha da zora soktu.
Yabancı devletlerden gelen bağışların yüzde 80'ine vergi getiren, insan hakları örgütlerinin mahkemeye başvurma hakkını kısıtlayan tasarı, İsrail'e onlarca yıldır milyonlarca dolar bağışlayan diaspora vakıflarının sert tepkisiyle karşılaştı.
ABD ve Kanada'daki büyük bağışçılar, İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar'a gönderdikleri ortak mektupta tasarıyı "dar siyasi çıkarlarla motive olmuş, demokrasiyle bağdaşmayan" bir girişim olarak tanımladı.
Bu düzeyde açık bir eleştiri, Yahudi diasporasının tarihinde neredeyse hiç görülmemişti.
Yerleşim fonlarına veto: Sembolik kırılma
WZC'nin E1 ve Gazze kararları derin bir sembolik kırılmayı temsil ediyor.
Çünkü Dünya Siyonist Örgütü, 20'nciyüzyıl boyunca İsrail'deki yerleşim politikalarının mali omurgası olmuştu.
1948 öncesinde toprak satın alımlarını finanse eden, 1967 sonrası Batı Şeria'da yeni yerleşimlerin altyapı fonlarını sağlayan WZO, şimdi tarihte ilk kez bu fonları kısıtlama yönünde oy kullanıyor.
Diaspora, kendi kurduğu sistemin finansal yönünü tersine çevirerek "yerleşim değil, çözüm fonlaması" aşamasına geçiyor.
Bu durum, Netanyahu hükümeti açısından ekonomik kaybın ötesinde bir meşruiyet krizi anlamına geliyor.
Genç kuşağın uzaklaşması
Diasporadaki genç kuşaklar, anne-babalarının aksine İsrail'i artık bir "kimlik merkezi" olarak görmüyor.
2024'te yapılan araştırmaya göre, 18-35 yaş arası Amerikalı Yahudilerin yalnızca yüzde 24'ü "İsrail'le güçlü bir duygusal bağ" hissettiğini söylüyor.
Sosyal adalet hareketleri, çevre duyarlılığı ve evrensel insan hakları söylemleri içinde yetişen bu kuşak için İsrail'in Filistin politikası, ahlaki çerçeveleriyle bağdaşmıyor.
"İsrail'i eleştirmek antisemitizm değildir" sloganı artık akademik çevrelerde olduğu kadar genç Yahudi örgütlerinde de yaygın.
Üç eksendeki gerilim
Bugünkü tablo üç eksende özetlenebilir:
- Siyasi gerilimde diaspora, İsrail'in iç hukuk düzenlemelerine açıkça karşı çıkıyor ve ilk kez aktif pozisyon alıyor.
- Kültürel gerilimde, İsrail toplumu giderek daha dindar-milliyetçi hale gelirken diaspora laik ve liberal değerlerde ısrar ediyor.
- Ekonomik gerilimde ise diaspora fonlarının yönü değişiyor; artık bağışlar devlet kurumlarına değil, sivil toplum projelerine akıyor.
Ortak kaderden ayrışmaya
Diaspora ile İsrail arasındaki gerilim artık dönemsel bir anlaşmazlık değil, kimliksel bir ayrışma.
Bir taraf Yahudi halkının güvenliği için güçlü bir devletin varlığını savunurken, diğer taraf o devletin ahlaki sınırlarını hatırlatıyor.
WZC'nin son kararı, dünya Yahudiliğinin artık İsrail'in politikalarını otomatik olarak onaylayan bir birlik olmadığını ilan ediyor.
Elbette bu tür gelişmelerin İsrail'de hemen anlayışın değişeceği, hükümetin yıkılacağı ya da Filistin'e özgürlük sağlanacağı anlamına gelmediğini bilmek gerekir.
Ancak mevcut anlayışın meşruiyeti giderek zayıflıyor ve bu erozyonu izlemek bile ümit verici.
Tarihin büyük değişimleri genellikle böyle başlar: önce meşruiyet krizi, sonra finansal destek kaybı, ardından diplomatik yalnızlaşma.
Bu ayrışma, İsrail'in uluslararası alandaki konumunu da etkileyecek.
Ancak unutulmamalı ki ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği sadece diaspora vasıtasıyla değil, Cumhuriyetçiler içinde yer alan önemli Evanjelik anlayışın da etkisiyle sürüyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish