Ahval

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

En bilinen biçimiyle "ahval ve şerait" Atatürk'ün gençliğe hitabında geçer.

Atatürk tam bağımsız bir Türkiye kurmak için çaba sarf etmiştir.

Tam bağımsız olmak bir mücadele işidir, bıkmadan, yorulmadan!..

Mevcut durum ve şartları işaret etmek adına ben buradaki "ahval" sözcüğünü alıp kullanıyorum. 

Şartlar giderek güçleşiyor, savaşlar sürüyor, sert ve kurnaz politik atmosfer içindeyiz, güç mücadelesi kendi prensipleri çerçevesinde artan şiddette sürüyor, silahlanma ve küresel çapta sosyo-ekonomik sıkışıklık var.

Bu arada sizlerin de nazarında kaçmadığına eminim, Türk aydınında ülke içinden dışarıya bakıldığında, ahvale bağlı bir faklı okuma söz konusu oluyor.

Bu akıl karışıklığı yaratır cinsten bir hâl. 

Yaşamın her bir ferde ve fertlerden oluşan milletlere düşen ödevler var.

Bu ödevlerin doğru çıkarılması için ise önce ahvali doğru tarif etmek gerekiyor.

Konumuz dış politika, uluslararası ilişkiler…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Başta söyleyeyim, Türk milletinden yana olarak bakalım.

Batı ve Doğu özlemi değil mesele, biziz esas olan!

Şöyle başlayayım;

Batı sistemini ve savunduğu değerleri, çağımızda lideri konumunda olan ABD'yi, bunun içindeki dengeleri, güçleri ve mücadele biçimini iyi anlamak gerekiyor. 

Buna karşılık Rusya'yı da iyi anlamak gerekiyor.

Sadece "emperyalistler" diyerek nereye yürünür?

Kim emperyalist, kim değil?

Tarihte kimler olmak istemedi?

Ruslar emperyalist değil mi?

Ne tür bir mücadelenin içindeyiz?

Tarih kitapları ile uluslararası ilişkileri detaylandıran kitaplar çok şeyi yazıyorken, kimler konuya yanlı ve ideolojik tarafıyla bakıyor? 

Kimler eksik okuma yapıyor.

Mesela çıkarcılık ve rekabet hiç olmadı mı ki uluslararası ilişkiler çalışanları bilgi verirken aşırmış gibi konuşurlar?

Bir çifte standart konusu var, bu dünyada ne bekliyorsunuz ki?

Tarih size gerekeni anlatmıyor mu?

Burada esas olan herkesin tabi olduğu ana sistem ve değerler mi, yoksa kör gibi bir tarafın şakşakçılığını yapmak mı?

Gerçek her zaman gerçektir.

Ama savaşlar rekabetin bir ileri perdesinde sahnelenir.

Rekabet derken düşmanlıklar peydah edilir.

Nüfuz mücadelesi derken, karşılıklı meydan okumalarla süreçlerin geçiştirileceği düşünülürken, birden silahlar patlayabilir.

Tarihte böyle oldu, yine olabilir.

Önce şunu ifade etmem gerekiyor;

Dünyada mücadele ne zaman bitti, hiç mücadelesiz bir an oldu mu da bugün zamanı durdurup iddiada bulunanlar çıkıyor?

Mücadele hep var. 

Olmaması gereken ne?

Hazır beklemek, birinin himayesine girerek güçleneceğini zannetmek, uyumak, tembelleşmek, safça düşünmek, kendini kandırmak, mücadeleden kaçmak, bir olamamak, hesapsız hareket etmek, ileriyi görememek…

Mesele mücadele eden insanların, toplulukların, halkların, ulusların ve hatta blokların asıl iddiası ne, bunu kendi fikirlerinizle ölçüp tartmanızdır.

Mesele sistem olarak kim neyi savunuyor, kim inkâr ediyor, bunu tanımlamanızdır.

Mesele herkesin refah ve güvenliğini artırmaksa, insanoğlunun olduğu her yer ve zamanda bir güç mücadelesi hep yaşanacaksa ve bugün küresel ölçekte bir rekabet varsa, zamanı durduramazsınız ve geriye de gidemezsiniz, önünüze bakacaksınız.

Kim ne yapacaksa yapsın, mazeret ileri süremezsiniz.

En önemli konu dünyaya bırakılan iz!

İziniz doğru mu? İlkeleriniz ne?

Medeniyetiniz büyüklük ve değer mi üretiyor, rekabeti dolaylı yollarla yapıp gerçekten uzak tutum ve davranışları mı ifade ediyor?

Evet, insanlık küresel bir buhranlı döneme daha giriyor.

Silahlanma ve keskin siyaset yapma şekilleri mevcut.

İşte bu noktada akıllı olmak gerekiyor.

Yanlış ata oynayanların tarihte ne gibi bedeller ödediği aşikâr!

Bir an bırakın bu yanlış at meselesini, beni dinleyin; eğer savunduğunuz değerler gerçekse, doğruysa ve insanlığı tarif eder cinstense belki bu uğurda hayatları feda etmek de söz konusudur, ama iyiler yok olunca ve sadece kötüler yaşayacaksa, durun orda, kendinizi koruyun, bir sonraki mücadele için…

Batı sistemi için iki nokta var:

  • Birincisi; serbest piyasa rejimi, ticaret ve finans işletimi ile hukuki taahhüt olarak bilinmelidir.
  • İkincisi, piyasalarda esas karar verici kim?  Eğer kararlar piyasa şartlarını bozan veya bozabilecek diktatörler ise Batı bununla savaşır. Batı sisteminde siyaset, hukuk ve ticaret asla manipülasyonlarla olmamalıdır ve süreçler kontrol dışına çıkmamalıdır. 

Bu sistemin mimarisi keşiflerden, Aydınlanma'dan, ulus ve uluslararası sistemin teşkilinden ve modern dünya sisteminin bütünleştirilmesinden müteşekkildir.

Bu köklü mimarinin hukuku da politik yöntemi de güvenliği de bellidir. 

Batı sistemini mimarisinin yakın dönemdeki usullere dahil edilmesinde Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın yarattığı atmosfer ve sonuçlar önemlidir.

Bu savaşlardan ABD büyük ölçüde galip çıkmış ve başat güç olmuştur. 

Dünya savaşlarında hedef işgalci diktatör Hitler ve uğruna savaştığı faşizm idi.

Batı normları faşizmi içinden ancak böylesi bir savaşla attı.

Savaştan sonra galip devletlerden SSCB de nüfuz alanını genişletme gayreti içinde oldu.

İdeolojisiyle, silahlarıyla, Rus tipi manipülatif politikalarıyla, sosyalist/komünist yapıyı idealize eden yaklaşımlarıyla, ama en önemlisi, otoriterlikle dünyada yayılmacılık politikalarını üstlenmiştir. 

Bu şekilde genişleyen SSCB'nin rakibi ABD olmuştur.

ABD, Batı sisteminin en güçlüsüdür. 

Bu iki sistem bir Soğuk Savaş gerçekleştirdi.

Sonunda demokrasi, özgürlük, serbest piyasa ekonomisiyle çalışan ve hukuku savunan Batı sistemi, Soğuk Savaşı da kazandı.

SSCB dağıldı. ABD, Dünya Savaşları'nın galibi olduğu gibi, Soğuk Savaş'ında galibi oldu. Rakibi bölündü, zayıfladı. 

Ama önemlisi, Doğu Bloku dediğimiz yapının savunduğu sistem çöktü, bu tarihte kısa bir süre fiilen uygulanan sistemin, insanlığın geleceği için yeterli güçte olmadığı anlaşıldı.

Batı sistemi karşısında yenik düşen ve aslında insanlığa refah ve güvenliği sağlıklı ölçüde vadetmediği anlaşılan SSCB dağıldı.

Ancak sahip olunan coğrafya jeopolitik güce ve genişliğe sahipti. Amaç eldekileri iyi kullanmaktı.

Eski KGB ajanı Vladimir Putin bunu yaptı, devleti ele geçirdi ve tekrar güç gösterisi yapmanın yolunu açtı.

Rusya özellikle 2020'lerde imparatorluk dönemini hatırladı, kendini rekabete dayalı ölçüde güçlü görmeye başladı.

Batı'ya yönelik olarak, SSCB dağılırken verdiği sözleri tutmadı, örneğin Budapeşte Anlaşması, nükleer silahlar meselesi…

Rusya'nın bu tavır değişikliği Batı'nın caydırıcılığını öne çıkardı.

Caydırıcılık savaşmadan düşmanı durdurabilecek tedbirleri eksiksiz almaktır.

Batı için bu bir yöntemdir.

Rusya sözünde durmayıp silahlanma ve işgalciliğe tevessül ettikçe, Batı, NATO vasıtasıyla genişleyip caydırıcı oldu. 

NATO'nun caydırıcı genişlemesi düşmanın işgalciliğini durdurmak demekti, amaç savaş yapmak değil, savaşı önlemekti.

Tecavüzkar davranan ve ikide bir dünyaya nükleer silah kullanmakla ilgili tehditler savuran tarafa dur demekti.

Amaç hem Rusya'nın yayılmasını önlemek hem Batı sisteminin işlemesini garanti altına almaktı.

Rusya nedir, neresidir? 

Tarihte Ruslar (buna aslı Avrupalı olan Slavlar diyebilirsiniz) sürekli genişlemiş ve işgalci olmuştu. 

Aslında Avrupa'da yer alan Slavların, Bering Boğazı'na kadar işgalci olması, Orta Asya içlerinde nüfuz elde etmesi emperyalist bir davranıştır.

Bugün de Başkan Putin, manipülatif siyasetiyle "Avrasyacı" fikrini yaymak istemektedir.

İşgalleri dışarıda tutun, Rusların Avrasya ile işi yoktur. 

Ruslar Avrasya'nın Türk taraflarını işgal etmişlerdir.

Avrasya'dan bahsedilecekse asıl bunu savunacak olan Türklerdir.

Türkler tam bir Avrasya ülkesidir, toplumudur ve kurduğu devletlerle açıktır ki bir Avrasya medeniyetidir. 

Bugün Putin ve onun provokatörleri iki koldan politika yapmaktadır:

  • Biirincisi, kendileri de emperyalist olduğu halde ABD'yi emperyalizmle ileri itmekte, bu algıyla bir mücadele alanı yaratmak istemektedir.
  • İkincisi, Avrasya'daki bütün toplulukları kendi nüfuzunda tutmak istemektedir.

Unutulmaması gereken gerçek şudur, bugün Altay Dağları'ndan Kamçatka'ya, Kamçatka'dan Macaristan'a olan coğrafya Türk'tür. Anadolu merkezdir.

Bugün Anadolu Türkleri kendilerine Türkiye adıyla bir yurt tutmuşlardır.

Tarihteki Çar Deli Petro'nun "sıcak denizleri" gibi, bugün de Putin'in hedefi Karadeniz ve Akdeniz bölgesinde yayılmak, nüfuz elde etmek, buraları yönetmektir.

Anadolu Türkiye'si hedefindedir.

Osmanlı döneminde savaştılar, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda doğu illerinden toprak, Boğazlar'dan imtiyaz istediler, bir dönem içten fetihle komünist ideolojiyle kendilerine bağlamak istediler, bugün de aklını çeldiklerini kullanıyorlar, bugünün icaplarıyla politika yapıyorlar, hatta yavaş yavaş NATO'da dışlatmak istiyorlar.

Önce bu noktadan başlayıp sonra içeride at oynatmak istiyorlar.

İyi de sistemleri ne?

Hangi sistem?

Kendi finans, garanti, hukuk, banka, sigorta, vs. güçleri ne?

Bir şeyler yapmak istiyorlar! Neyi? 

Yapmak istedikleri, ABD olmasın da ne olursa olsun, demekle özetleniyor.

Böyle olmuyor!

Altı boğ bu beklentinin, aldatmaca.

Mevcut sistem asırlardır üst üste insanlığın gücüyle, teriyle ve kanıyla inşa edildi…

Bu yapıda Ruslar da başkaları da var.

Halbuki Mustafa Kemal Atatürk nasıl yüzünü Batı'ya döndüyse, Batı'nın iyi olan her değerini kazanmayı hedeflediyse, bugün de Türkiye, Batı içindedir hem bir Avrasyalı olarak.

Türkler Avrasyalıdır.

Tarihte Çin'in kuzeyini de yönettiler (Sarı Nehrin kuzeyi), Fin ovalarına da geldiler.

Cengiz Devleti tam bir Avrasya İmparatorluğudur.

Osmanlı Devleti üç kıtayı birleştirmiştir, tıpkı Roma İmparatorluğu gibi.

Bu söylediklerimi cümle alem bilir; Avrupalılar, Ruslar, Amerikalılar ve dahi Çinliler.

Hem Avrupa'nın coğrafi sınırları neresi?

Bugün çoğu cahil zannediyor ki Trakya Avrupa kıtasında, Anadolu değil… Hayır.

Kuzeyden Ural Dağları'ndan hattı alın, Hazar Denizi'nin kuzeyi, Kafkasya ve Anadolu'nun batısı, Atlantik'e kadar coğrafi olarak Avrupa kıtasıdır.

Avrupa kıtasının kuzeyi Kuzey Buz Denizi, güneyi Akdeniz'dir.

Ne aslını unut, ne onun bunun kullanabileceği oyuncak ol, ne de coğrafyanı unut!

Asıl gerçekçilik noktasında bundan taviz verme. Ama politika yap. 

Politika şu: İnsana yakışan değerlerin yüceltilmesi, işgalcilerin ve tiranların önünde dik durulması.

Politika yapmak, politika cambazlarının önünü kesmekle olur.

Politika yapmak, istikameti şaşırmamakla olur.
 


Gelelim Çin'e.

Bir kere şu unutulmasın.

Çinliler akıl hocası olarak Singapur Kralına sordular ilk, bu aç ve kalabalık milleti nasıl doyururuz diye.

Malum, Mao Zedong sadece komünizm ile çiftçi ve yoksul halkı bir arada tutabiliyordu.

Ancak dünya savaşı sonrasında parlayan ABD ve Avrupa zenginliği her şeyi önüne katınca Mao bir şey yapmak gerektiğini anlamıştı.

ABD de Çin'in ekonomik potansiyelini anlamıştı. Yeni kapasite yaratmak ekonominin asıl işidir ne de olsa. 

Mao Zedong ile başlayan ve Jiang Zemin ile hız kazanan işbirliği süreci özetleyelim.

Sonuçta Çin'i ABD serbest piyasa ekonomisi beslemiştir.

Bugün yaklaşık nüfusu 1,4 milyar olan Çin hem üretici hem de tüketici olarak dünya ekonomisinin büyümesiyle ilgili ödevi yerine getirmiştir.

Daha sonrası malum, Çin'in içinde gelişen çok büyük kapitale sahip erkler Çin ideolojisine tehdit oluşturabileceği nedenle özellikle Şi Cinping tarafından bir iç tehdit halinde görülmeye başlanmıştır.

Çin'in ABD ve Batı sistemine dahil olmasının önüne geçmek için Jinping, hem içerideki güçlenmiş kesimleri hem de Batı'yı hedef alan bugünkü meydan okuyan türdeki politikalarını ortaya koymuştur.

Batı'nın demokrasisini, hukukunu, insanı geliştiren değerlerini Çin bir tarafa koymak zorunda.

Değilse bütün Çin, Batılı olur; tıpkı Japonlar, Güney Koreliler ve Tayvanlılar gibi. 

Çin medeniyetini bilmeyen yok.

Zeki ve çalışkan Çinliler bundan sonra da insanlığa katkı sağlayacaklar.

Mesele ne?

Serbest piyasa ekonomisine tabi özgür Çin mi, yöntemi bütünüyle devlet- kapitalizmi olduğu halde baskıcı rejimiyle kendine komünist dediği çarpık şekildeki Çin mi?

Önce hukuk!

Herkes için…

İnsan hakları diyoruz.

En önemlisi de şu, Çin de Ruslar gibi parçalıdır, başka halklardan müteşekkildir.

Örneğin, Türkleri ve diğer kavimleri çıkarın oradan geriye ne kalır?

Ama şunu önerebiliriz, insan haklarına ve hukuka dair ihlal yapmayın, bu ilk aşamada kabul edilebilir.

Tayvan'ın Çinli nüfusu belli ama onlar tam anlamıyla Batı sistemiyle büyüdüler ve bugünkü özgür ülke olma haklarına kavuştular.

Çinliler ne diyor?

Emperyalistler onları esir aldı!

Buyurun buradan yakın! İnsanlar değer üretebilecekleri refah içinde, huzurla yaşayabilecekleri bir sistemi istiyorlar, Çin'deki zorbalığı değil.

Peki, önceki Çin liderleri gibi Şi Cinping'in sert politikasının amacı ne?

Bütün Çin'deki Çinliler, Tayvanlılar gibi düşünebilir, tam da o sınırdalar, bu gidişatla güç ellerinden kayıp gidebilir…

Kalkınmak başka şey, ülkenin dizginlerini elde tutmak için Çin Komünist Partisi üzerinden otokratik bir yönetimi sıkılaştırmak başka şey.

İçinde bulunduğumuz duruma bakalım: Savaşlardan, tehditlerden, işgallerden ve silahlanmadan söz ediyoruz… 

Son örnek Rusya'dır. Ukrayna'yı, önce Kırım, sonra Doğu Ukrayna olmak üzere işgal etmek için savaşı başlatmıştır.

Bu savaş sürmektedir. Rusya'nın amacı Karadeniz'de alanını genişletmek ve diğer taraftan NATO'nun genişlemesinin önüne geçmektir. 

Demokrasilerde insani sistemi geçerli kılmak esastır.

Sistem dışında olanlar ve sistemi bozmak için manipüle edenler tehdit kabul edilir.

Şu an bile görmektesiniz, otokrasilerde hukuk konusu sorunludur.

Bu Çin ve Rusya için en bariz örnektir.

Bu ülkeler ile iş birliğine önem verenler, ancak kendi siyasi konumlarını sağlama almak isterler.

Kelime oyunları iyi değildir.

Ancak politikacılar, ideologlar, manipülatörler, demogoglar ve propogandistler bunu yaparlar.

Benim ülkemde de bunlarda var ve menfi etkileri oluyor.

Bu milli değerlerimize ve beka fikrimize zarar veriyor.

Son söz: Hayatta hiçbir şey kolay değildir!

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU