Rusya, Taliban yönetimini resmen tanıyan ilk büyük güç olarak uluslararası kamuoyunda dikkat çekici bir hamle yaptı.
Bu gelişme, yalnızca diplomatik bir tanıma eylemi olarak değil, aynı zamanda tarihsel sürekliliğe sahip jeopolitik bir stratejinin parçası olarak değerlendirilmeli.
Tarihi arka plana sahip olan bu adım, Çarlık Rusyası'nın 19'uncu yüzyılda İngiltere ile yürüttüğü "Büyük Oyun"un güncellenmiş bir versiyonunu çağrıştırıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
O dönemde Orta Asya, iki imparatorluk arasında nüfuz mücadelesinin en önemli sahnesiydi.
Rusya, Afganistan'ı ele geçirip Hindistan'a inmek ve İngiliz sömürgesinden pay almak istiyordu.
İngiltere ise Kabil yönetimini kendi gölgesi altında tutmak suretiyle Afganistan'da bir tampon bölge oluşturarak Hindistan'daki sömürge kaynaklarını tehlikeye atmamaya çalışıyordu.
Bugün ise Ukrayna'yı Rusya'ya karşı en güçlü şekilde destekleyen İngiltere ve ABD, Çin'e karşı destekledikleri Hindistan'ı Afganistan kanalıyla sıkıştıracak bir hamleye muhatap oldular.
Bu bölge, farklı güç merkezlerinin stratejik hesaplarının kesiştiği çok kutuplu bir jeopolitik arenaya dönüştü.
Uluslararası ilişkiler perspektifinden bakıldığında Rusya'nın bu hamlesi, çok katmanlı bir stratejiyi içeriyor:
- İlk olarak; Moskova "güç boşluğunu doldurma stratejisi" çerçevesinde yakaladığı fırsatı hemen kazanca çevirme amacında. Öyle ki, 2021'de ABD'nin Afganistan'dan beklenmedik bir zamanda beklenmedik şekilde çekilişiyle oluşan güç boşluğu, bölgesel aktörler için yeni fırsatlar doğurdu. Moskova, bu boşluğu hızla doldurarak hem güvenlik, hem de diplomasi açısından ön almayı hedefliyor. Bu yaklaşım, neorealist teorinin temel ilkelerinden biri olan "güç dengesi" ilkesine uygun olarak, hegemonik boşlukların başka aktörlerce doldurulacağı varsayımıyla örtüşüyor.
- İkincisi; Rusya Çin ile ortak pozisyon alma siyaseti izleyerek çok kutuplu küresel sistem iddiasını reel olarak destekledi. Bu hamlesinde de görüldüğü gibi Rusya, Çin ile giderek yakınlaşan stratejik ilişkiler ağı kurmak noktasında hevesli. Moskova uzun zamandır Afganistan özelinde Pekin ile örtüşen bir dış politika yürütmektedir. Her iki ülke de Afganistan'da Batı'nın etkisinden arındırılmış bir güvenlik mimarisi tesisi konusunda görüş birliği içinde. Bu bağlamda Moskova'nın Taliban yönetimi ile ilişkilerini resmi düzeye taşıması, Kabil rejiminin uluslararası alanda meşruiyet kazanması açısından önemli. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi bölgesel platformlar üzerinde tesirlerini gösterecektir.
- Üçüncüsü; Rusya halen Türkistan coğrafyasında siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan kayda değer bir etkiye sahip. Moskova bu hamlesiyle Orta Asya'daki etki alanını pekiştirme potansiyelini gösterdi. Afganistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi Orta Asya ülkeleriyle sınır komşusudur. Bu nedenle Moskova'nın Taliban yönetimini tanıması, yalnızca Afganistan'la değil, aynı zamanda çevre ülkelerle olan ilişkilerini de yeniden konumlandırmasını sağlıyor. Özellikle kaçakçılar ve radikal grupların Orta Asya'ya ve Rusya'ya sıçrama riski göz önünde bulundurulduğunda, Rusya kendi güvenlik alanını önleyici diplomasi ile tahkim etmeyi hedefliyor. Bu, bölgesel güvenlik kompleksleri teorisiyle açıklanabilecek bir dinamik.
- Dördüncüsü, Rusya Afganistan'ı küresel izolasyondan çıkarma noktasında öncü güç rolü oynayabilir. Öyleki Rusya, Taliban yönetimini tanıyarak onu küresel izolasyondan çıkarmaya aday başlıca aktör haline geldi. Rusya, bu güvenlik odaklı pragmatik yaklaşımla bölgesel istikrar ve terörle mücadele gibi gerekçelerle Talibanı tanıyarak aynı zamanda enerji, altyapı ulaşım, tarım gibi alanlarda Afganistan ile işbirliği yapma istekliliğini göstererek Batı'nın dışladığı Afganistan'ı, Çin'le birlikte uluslararası sisteme entegre edebilecek en güçlü ülke konumuna gelmeyi hedeflemiştir. Moskova, bu hamleyle bölgedeki kartları yeniden dağıtma imkânına sahip.
Rusya'nın Kabil Büyükelçisi Dmitri Jirnov, "100 yılı aşkın bir süre önce Rusya (Sovyet Rusya, 1919), Afganistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuştu. Bugün de bu kararla iki ülke arasındaki geleneksel dostluğu pekiştiriyoruz" ifadeleri ile hem Taliban'ı tanıma kararına tarihsel bir referans verdi, hem de zımni olarak aslında Rusya'nın Afganistan'ın jeopolitik konumu nedeniyle Rusya için tarihsel olarak aslında her zaman Rusya'nın güç ve denge politikaları için vazgeçilmez olduğunu, Rusya'nın Afganistan'ı kontrolü altında tutma arzusunu gösterdi.
Taliban'la doğrudan ilişki kuran Rusya, onu Batı dışı bir düzene çekmeye çalışırsa bölgedeki taşlar yerinden oynar.
Hatta bu süreç başarılı olursa, dünya kamuoyu Kuzey Kore benzeri, ama bu kez Rusya destekli yeni bir yapı ile karşı karşıya kalabilir.
Rusya'nın Afganistan'ı tanıma kararının zamanlama olarak İran-İsrail/ABD savaşı sonrası gelmesi manidar olduğu kadar Rusya'nın kendi güvenlik alanını tahkim etme düşüncesinin hızlandırılması anlamına da geliyor.
İsrail'in Ortadoğu'da ABD ve Batı dünyası için üstlendiği rollerin bir kısmını Afganistan, Rusya ve Çin için Orta Asya'da yapmaya aday.
Her ne kadar Rusya-Afganistan ilişkisi ABD-İsrail ortaklığı kadar sıkı olmasa da, bu yeni yakınlık bölge dengelerini ciddi biçimde etkileyebilir.
Moskova'nın amacı net: Askeri değil, diplomatik ve kültürel yollarla Taliban rejimi üzerinde nüfuz kurmak.
Kremlin, yumuşak güç unsurlarıyla "Afganistan'da kim söz sahibi olacak?" sorusunun yanıtını değiştirmek istiyor.
Bu yönüyle Moskova, Taliban üzerinde yumuşak güç unsurlarıyla etki kurmayı hedefleyen bir "rejim etkileme" stratejisi izliyor.
Yeni dönemde Orta Asya'da söz sahibi olmak isteyen tüm aktörlerin bu gelişmeyi dikkatle okuması gerekiyor.
Türk dünyasının geleceği
Rusya'nın Taliban yönetimiyle resmen ilişki kurması yalnızca Afganistan'ın uluslararası sistemdeki konumunu değil, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) başta olmak üzere ŞİÖ ve BRICS gibi bölgesel ve küresel teşkilatların ekonomik ilişkiler, dış politika ve güvenlik önceliklerini de yeniden gözden geçirmelerine neden olacaktır.
Bu bağlamda söz konusu teşkilatların askeri kanatlarının kurulması gelecekte yaşanabilecek potansiyel gelişmelerdendir.
1853-1856 Kırım Savaşı sonrasında Moskova'daki Çarlar ve Sovyet liderler Orta Asya'yı jeopolitik hinterland yani "arka bahçe" olarak gördü.
19'uncu ve 20'nci yüzyılda Türkistan üzerindeki hâkimiyet, Rus dış politikasının değişmeyen hedeflerinden biri oldu.
Bugün Moskova, Taliban üzerinden Afganistan'da nüfuz tesis ederek bu tarihsel rolü yeniden canlandırma potansiyeline haizdir.
Bu durum, yalnızca Rusya'nın stratejik çevresiyle sınırlı kalmayıp, doğrudan Türk dünyasının siyasi, ekonomik, kültürel ve güvenlik çıkarlarını da ilgilendiriyor.
Bu gelişme, büyük güçler arası nüfuz rekabetinin klasik bir örneğidir.
ABD'nin çekildiği Afganistan'da oluşan güç boşluğu, Rusya ve Çin gibi aktörler tarafından doldurulmak istenirken, Türkiye ise çok katmanlı ve esnek dış politika araçlarıyla bu dönüşümün dışında değil içinde yer almak suretiyle hareket edecektir.
Türkiye'nin hem Moskova, hem de Taliban yönetimiyle tesis ettiği denge politikası, bu yeni dönemde daha da önemli hale geliyor.
Zira Afganistan'daki Türk kökenli halklar özellikle Özbek ve Türkmen topluluklar, yalnızca etnik bağlamda değil, aynı zamanda yumuşak güç ve insani diplomasi boyutunda da Türkiye için stratejik önemde.
Bu topluluklar üzerinde var olan etki alanı genişletilerek Türk dünyasının Orta Asya'daki birlik ve beraberlik vizyonu güçlendirilebilir.
Son tahlilde, Türk Devletleri Teşkilatı'nın güvenlik gündeminin daha kurumsal bir çerçeveye taşınması ve bölgesel güvenlik iş birliğinin güçlendirilmesi kritik hale geliyor.
Afganistan'ın istikrarsızlığı, TDT üyesi ülkelerin sınır güvenliği, radikal akımların yayılması ve bölgesel ekonomik ilişkiler ve ticaret rotaları açısından risk faktörü oluşturuyor.
Ankara'nın bu süreçte hem Moskova ile stratejik diyaloğu sürdürmesi, hem de Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan gibi Türk Cumhuriyetleriyle çok katmanlı ve eşgüdümlü bir diplomasi yürütmesi, Türkiye'nin Avrasya siyasetindeki etkisini artıracak temel unsurlardan biri olacaktır.
Sonuç olarak, Rusya'nın Taliban'la kurduğu ilişki sadece ikili diplomatik düzlemde değil, çok taraflı güvenlik, etki alanı rekabeti ve kimlik politikaları bağlamında da okunmalı.
Orta Asya'da söz sahibi olmak isteyen her aktör gibi Türkiye'nin de bu yeni jeopolitik düzeni dikkatle analiz etmesi ve buna göre konumlanması söz konusudur.
Rusya'nın Taliban yönetimini tanıması, ilk bakışta bir diplomatik jest gibi görünse de, altında tarihsel hafıza, bölgesel güç rekabeti, güvenlik endişeleri ve küresel düzen arayışlarını içeren çok katmanlı esnek bir dış politika hamlesidir.
Bu gelişme, hem uluslararası ilişkiler teorisi açısından hem de Avrasya jeopolitiği bağlamında dikkatle takip edilmesi gereken dönüm noktası niteliğinde.
Rusya'nın bu hamlesi, sadece Afganistan değil, doğrudan Türk dünyası coğrafyasını da ilgilendiriyor.
Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan gibi ülkelerle sınır komşusu olan Afganistan'daki istikrarsızlık, Türk devletlerinin güvenliği açısından potansiyel bir tehdit oluşturduğu açık.
Ancak Afganistan'da istikrar sağlanırsa, başta Rusya olmak üzere bölge ülkelerinin güvenlik ve refahına olumlu katkılar sunacaktır.
Bu gelişme, Türk dünyasının jeopolitik reflekslerini daha aktif hale getirmesi gerektiğine işaret ediyor.
Rusya'nın attığı adımlar, Türkiye'nin bölgedeki etkinliğini ya sınırlayabilir ya da işbirliği fırsatlarına kapı aralayabilir.
Ankara'nın vizyonu bu risklerin üstesinden gelecektir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish