Şehr-i Diyarbekir, surlarına, taş duvarlarına sinmiş hikâyeleriyle, binlerce yıllık köklü tarihiyle; surlarının gölgesinde yankılanan sesleriyle, edebiyatıyla, fikir insanlarıyla, musikisiyle, direnciyle yoğrulmuş bir kentin adıdır.
Bu yıl, bu kadim şehir bir kez daha kelimelerin büyüsüne ev sahipliği yaptı.
9. Diyarbakır Kitap Fuarı, binlerce okuru, yazarı, yüzlerce yayınevini ve sanatçıyı bir araya getirerek, edebiyatın yalnızca bir uğraş değil; bir yaşam biçimi, bir direnme hâli olduğunu hatırlattı.
Fuarın kapıları açıldığı andan itibaren, Diyarbakır'dan ve çevre illerden insanlar kitapların büyüsüne yolculuk etti.
Fuar alanına gelen her insan, taşıdığı hikâyeyi başka hikâyelerle ortaklaştırdı.
Yıllardır bir yazarla tanışmanın hayalini kuranlar, çocuğuna ilk kitap setini almak için gelenler; kimi de yalnızca o atmosferi solumak, o kalabalığın içinde kendi sessizliğinde yolculuk edercesine dolanıp duruyordu.
Her yaştan, her kimlikten, her dilden insanın kitapların çevresinde birleşmesi; kültürün ve sanatın birleştirici, çoğaltıcı bir güç olduğunu bir kez daha imledi.
Bu tablo, şairler ve yazarlar kenti Diyarbakır'ın okumaya verdiği önemin somut bir göstergesiydi.
Bir zamanların tarihini sözle taşlara kazıyan bu şehir, bugün o sözleri kitapların sayfalarında yeniden kuruyor.
Okumak, bu topraklarda sadece bir alışkanlık değil; bir kimlik, bir duruş, bir hatırlama biçimi hâline gelmiş durumda.
Yazarlar, şairler ve sözün halkası
Fuara bu yıl Türkiye'nin farklı şehirlerinden çok sayıda yazar, şair, akademisyen ve düşünür katıldı.
İmza günleri zaman zaman oldukça yoğundu.
Bazı yazarlar sessizce masalarında kitaplarını imzalarken, bazıları okurlarıyla derin sohbetlere daldı.
O anlarda, söz ile insan arasındaki kadim bağ yeniden kuruluyor; her imza, bir hatırlamanın, bir dokunuşun izine dönüşüyordu.
İşte o an, fuarın gerçek anlamı ortaya çıkıyor; kitaplar yalnızca okunmuyor, yaşanıyordu.
Sur'a dair bir söyleşi ve eksik tanıklık
Bu yıl fuarın söyleşi etkinliklerinden biri "Sur'u Konuşmak" başlıklı oturumdu.
Diyarbakır'ın kalbinde yer alan, tarihiyle olduğu kadar yaşadığı yıkımla da hafızalara kazınmış Sur, uzun uzun konuşuldu.
Sur'un mimarisi, yıkımı, yeniden inşası, hafızası… Sur'un yıkılışına birebir tanıklık etmiş, orada bir zamanlar yaşamış bir insanın/konuşmacının da yer alması daha mı iyi olurdu diye düşündürdü.
Elbette araştırmacılar, yazarlar ve şairler konuşacak, insana ve tarihe yara olmuş konulara değineceklerdi; ancak bazı konular anlatmakla değil, birebir yaşamış olanların tanıklığıyla anlamına kavuşur.
O gerçekliği yaşayanlar konuştukça, anlattıkça gerçek tarih yazılır.
Sur'un sokaklarını, taşlarını, sessizliğini bilenlerin; orada doğup büyük yıkıma tanık olanların yokluğu üzücüydü.
Bunu "hafızanın dışlanması" olarak ifade etmiyorum; ancak hafızaya tanıklık değil, hafızanın kendisi orada olmalıydı.
Yine de o söyleşi, kentin belleğinde yeni sorular bıraktı:
Bir şehir, kendini kimlerin sesiyle anlatır?
Tanıklık olmadan hafıza tamamlanabilir mi?
Sur'un yıkımını/talanını ne kadar anlatabildik?
Belki de Diyarbakır bu sessizliğiyle bile konuşuyordu.
Çünkü bu şehirde her eksiklik, başka bir hikâyenin kapısını aralar.
Yayınevleri, diller ve kültürel zenginlik
Bu yılki fuar, yayınevleri açısından da oldukça zengindi.
Türkiye'nin köklü yayınevlerinin yanı sıra yerel ve bağımsız yayınevleri de dikkat çekici bir şekilde temsil edildi.
Bu çok dillilik, Diyarbakır'ın kültürel dokusunu yansıtıyordu.
Okurlar yalnızca romanlar, şiirler ya da denemelerle değil; aynı zamanda farklı dillerde anlatılan ortak hikâyelerle buluştu.
Bazı yayınevleri yerel yazarları öne çıkarırken, bazıları yeni, genç kalemlere alan açtı.
Kentin kültürel çeşitliliği kitap raflarında da hissediliyordu: Bir stantta modern Kürtçe edebiyatının önemli isimleri yer alırken, hemen yanındaki rafta Türkçe edebiyatın klasiklerinden bir seçki sergileniyordu.
Böylece fuar, bir bakıma dillerin ve kültürlerin birbirini dinlediği bir edebî buluşma noktasına dönüştü.
9. Diyarbakır Kitap Fuarı'nda Kürt yayınevleri, fuarın en dikkat çeken bölümlerinden birini oluşturdu.
Avesta, Pirtûka Kurdî, Sitav, Ava, Nûbihar, Lis, Weşanên Ar, Aram ve Pîll gibi yayınevleri; dil, kimlik ve kültür ekseninde yıllardır sürdürdükleri üretimlerini okuyucularla buluşturdu.
Kürt edebiyatının hem klasik hem de çağdaş örneklerini sergileyen bu yayınevleri, genç yazarlar ve araştırmacılar için de önemli bir buluşma noktası oldu.
Fuarda Kürtçe kitaplara olan yoğun ilgi, bölgedeki dil bilincinin ve kültürel merakın canlılığını bir kez daha ortaya koydu.
Yayınevlerinin stantlarında sadece kitaplar değil; aynı zamanda bir hafıza, bir direniş ve dilin sürekliliğine duyulan derin bir bağlılık da hissediliyordu.
Okurun dönüşü
Son yıllarda yaşanan tüm zorluklara, dijital dünyanın hızına ve dikkatin dağılmasına rağmen, Diyarbakır'da okurun geri dönüşü dikkat çekiciydi.
Okur, yalnızca dinleyen değil; sorgulayan, tartışan, düşünce üreten bir özne olarak karşımıza çıktı.
Fuar boyunca dikkat çeken b ir detay daha vardı: Çocuk kitapları bölümü.
Yüzlerce çocuk, renkli masalarda kitap okuyor, yazarlarla konuşuyor, fotoğraf çektiriyordu.
O anlarda geleceğe dair umut görünür hâle geliyordu.
Çünkü okuyan bir çocuk, yalnızca bir birey değil; bir toplumun sessiz devrimidir.
Bir kültürün sürekliliği
9. Diyarbakır Kitap Fuarı, bir etkinliğin ötesinde, kültürel bir sürekliliğin göstergesiydi.
Her yıl biraz daha büyüyen ilgi, kitapların Diyarbakır'da hâlâ önemli bir karşılığı olduğunu kanıtladı.
Bu şehir, taş kadar kalıcı, su kadar akıcı bir hafızaya sahip.
Ve o hafıza, edebiyatla, şiirle, okumayla besleniyor.
Hepsi, aynı hikâyenin farklı biçimleriydi: Bir kentin kendini söze dönüştürme hikâyesi.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish