Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmaları kararı: Yanlış zamanda yanlış mesaj

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev (ortada), ABD Başkanı Donald Trump'ın ev sahipliğinde Washington D.C.'de gerçekleştirilen "“C5+1" formatındaki Orta Asya-ABD Zirvesi'ne katılmak üzere başkenti ziyaret etti. Trump, Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmaları'na katılmayı kabul ettiğini duyurdu / Fotoğraf: AA

Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmalarına katılma kararı, diplomatik bir manevra olarak sunulsa da zamanlaması ve içeriği açısından ciddi sorunlar barındırıyor. Gazze'de devam eden insanlık trajedisi göz önüne alındığında, bu adımın ne kadar isabetli olduğu tartışmalı.


Sembolik bir hareketin ağır bedeli

Astana'nın bu kararı, esasen 33 yıldır süren diplomatik ilişkilere resmi bir çerçeve kazandırmaktan öte bir anlam taşımıyor.

Kazakistan ve İsrail 1992'den beri diplomatik ilişkilere sahip; iki ülke arasında ticari ve kültürel bağlar uzun yıllardır mevcut.

Bu bağlamda, İbrahim Anlaşmalarına katılım, pratikte yeni bir kapı açmaktan ziyade, mevcut duruma sembolik bir mühür basmak anlamına geliyor.

Ancak semboller önemlidir ve zamanlamaları daha da önemlidir. Kazakistan'ın bu kararı alırken Gazze'deki gelişmeleri görmezden gelmesi, uluslararası kamuoyunda haklı bir tepkiye yol açmıştır.

Washington'da düzenlenen C5+1 zirvesi sırasında yapılan bu açıklama, Trump yönetimine yakınlaşma çabasının bir ürünü olarak görülse de bölgesel barış ve adalet arayışlarıyla çelişen bir görüntü çiziyor.


Konjonktürün önemi

İbrahim Anlaşmaları 2020'de imzalandığında, bölgede farklı bir atmosfer hâkimdi.

Anlaşmaların arkasındaki fikir, İsrail ile Arap dünyası arasında ekonomik ve güvenlik iş birliğini artırarak yeni bir dönem başlatmaktı.

Ancak o günden bu yana bölgede yaşananlar, bu vizyonun ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi.

Gazze'de sivil kayıpların yetmiş bine yaklaştığı, insani krizin derinleştiği ve uluslararası mahkemelerin bile soykırım iddialarını değerlendirmeye aldığı bir dönemde, yeni bir ülkenin İbrahim Anlaşmalarına katılması, barış inşası değil, mevcut politikaların meşrulaştırılması olarak algılanıyor.

Kazakistan gibi ılımlı ve dengeli dış politika izlemeye özen gösteren bir ülkenin, bu hassas dönemde böyle bir adım atması, kendi uluslararası itibarını zedeleyici bir hareket olarak değerlendirilebilir.


Trump'a yakınlaşma diplomasisi

Kazakistan'ın bu kararının ardında, Trump yönetimiyle ilişkileri güçlendirme ve Washington'dan ekonomik yatırım çekme arzusu olduğu açık.

Rusya ve Çin gibi iki dev güç arasında sıkışmış Orta Asya ülkeleri, ABD ile bağlarını güçlendirmek için fırsatlar arıyor.

Ancak bu stratejik hedef, bir başka trajediye göz yummak pahasına mı gerçekleştirilmeli?

İbrahim Anlaşmaları, Trump'ın ilk döneminin dış politika vitrini olarak sunuldu.

İkinci döneminde ise yönetim, bu "markayı" canlandırmaya çalışıyor.

Kazakistan'ın katılımı, bu canlandırma çabasının bir parçası olarak görülüyor.

Ancak bu, Astana'nın kendi değerlerinden taviz verdiği anlamına gelmiyor mu?

Bir ülkenin, başka bir ülkenin lehine uluslararası kamuoyunda aldığı pozisyon, o ülkenin değerlerini ve önceliklerini yansıtır.

Kazakistan, çok uluslu ve çok dinli yapısıyla hoşgörü ve denge sembolü olarak bilinir.

Bu özelliklerini korumak, kısa vadeli diplomatik kazançlardan daha önemli olmalıdır.


İslam dünyasının sessizliği ve Kazakistan

Gazze krizinde İslam dünyasının genel tutumu, zaten eleştiri konusu.

Birçok Müslüman ülke, ekonomik ve stratejik çıkarları nedeniyle net bir tavır almaktan kaçınıyor.

Kazakistan'ın bu adımı, ne yazık ki bu sessizliği pekiştiren bir hamle olarak okunuyor.

Kazakistan nüfusunun yüzde 70'inden fazlası Müslüman.

Bu toplumsal gerçeklik, dış politika kararlarında göz ardı edilemez.

Halkının büyük kesiminin hassasiyetlerini dikkate almayan bir dış politika hamlesi, iç politikada da sıkıntılara yol açabilir.

Gazze'deki dramı yakından takip eden Kazak halkının, hükümetlerinin bu kararını nasıl karşıladığı merak konusu.


Alternatif yollar vardı

Kazakistan'ın ABD ile ilişkilerini güçlendirmesi ve ekonomik iş birliğini artırması için İbrahim Anlaşmalarına katılmak tek yol değildi.

İkili diplomatik girişimler, ticaret anlaşmaları, enerji iş birliği ve teknoloji transferi gibi pek çok araç mevcuttu.

Nitekim bu araçlar zaten kullanılıyordu.

Astana, bu sembolik harekete tevessül etmeden de Washington'la köprülerini sağlamlaştırabilir, hatta Orta Asya'nın ABD için önemini vurgulayarak daha etkili bir pozisyon alabilirdi.

Gazze'deki gelişmelere duyarlılık göstererek hem İslam dünyasındaki konumunu koruyabilir hem de uluslararası hukukun ve insan haklarının evrenselliğine bağlılığını gösterebilirdi.


Pragmatizm, prensip ilişkisi

Dış politikada pragmatizm önemlidir, ancak prensipler olmadan pragmatizm, basit fırsatçılığa dönüşür.

Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmalarına katılma kararı, kısa vadeli stratejik hesapların uzun vadeli itibar kaybına nasıl yol açabileceğinin örneği olabilir.

Bu karar, ne İsrail-Filistin sorununa çözüm getirecek ne de bölgesel barışa katkı sunacak.

Aksine, Gazze'deki mevcut durumun normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması algısını güçlendirecek.

Kazakistan gibi dengeli ve ılımlı bir dış politika izlemeye özen gösteren bir ülkenin, tarihin bu hassas anında böyle bir tercih yapması, maalesef hayal kırıklığı yaratıyor.

Uluslararası toplumun, özellikle de Müslüman ülkelerin, insan haklarının evrenselliği ve uluslararası hukukun üstünlüğü konusunda net tavır alması gereken bir dönemde, Kazakistan'ın seçimi ters yönde bir adım olarak tarihe geçecek gibi görünüyor.

Belki de gelecekte, bu kararın yeniden değerlendirilmesi ve daha dengeli bir pozisyon alınması gerekecek.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU