Hak yemek orucu bozar mı İsmail abi?

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Ekran alıntısı: YouTube - KRTkulturTV

Geçenlerde gazeteci arkadaşım İnan Demirel'in ısrarı üzerine Cemil Kılıç ve İhsan Eliaçık'ın da konuk olduğu KRT TV'de Gündem Özel adlı programa katıldım. 

Programın iki ana teması vardı. Dindar çevrelerde iktidar ile bağlantılı haksız zenginleşme ve dünyevileşme sorunu ile yine dindar çevrelerde gözlemlenen deizm ve ateizmin yaygınlaşmasını konuştuk.

Farklı düşüncelere ve kimliklere sahip 3 konuk da sıra kendilerine geldikçe, 10-15 dakikalık süre içinde kendilerine has görüşlerini serdettiler.

Bu iki ana tema hakkında da iki yaklaşım var. Genellikle dillendirilen ilk yaklaşım, bu bozulmaların sebebinin İslamcılıktan kaynaklandığı, dindarların dindar oldukları için bu aşırı zenginleşmeye ve hatta deizme savrulduklarını savunuyor. 

Ben ise bu söylemin kutuplaşmayı besleyen temel bir yanılgı ve ideolojik fırsatçılık içerdiğini savunuyorum. 

İktidar ve ona eklemlenen kimi çevrelerin İslamcılıktan dolayı değil, İslamcılıktan, dindarlıktan uzaklaştıkları için bu yozlaşmalara malul olduklarını ifade ediyorum. 

Programda da her iki konuk ilk söylemi dillendirirken Seyyid Kutub'tan Mevdudi'ye örnekler vererek her ikisini de eleştirdim. 


İkinci bölümde konumuz Talha Hakan Alp'in açıklamaları üzerinden deizm, ateizm, inanç sorunları ve arayışlara geldiğinde İhsan Eliaçık konuşmaya başladı.

Gerek Cemil Bey gerekse de ben, İhsan Bey'in görüşlerine sıra bize gelene kadar gülmekle yetindik. İnan ise, aykırı görüşlere şaşırmadan edemedi. 

Sıra bana gelince "İhsan Bey'in görüşlerini mi, Talha Hakan'ı mı konuşalım" dedim. Ardından da ekledim:

Anlaşılan o ki İhsan Bey'le Talha Hakan Alp arasında pek bir fark yok.


Konuyu detaylandırmaya çalışırken de yayın son bulmak zorunda kaldı. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile canlı röportaj yapılacağı belirtildiğinden son tur kısa kesildi.

Sosyal medyada ise sadece Eliaçık'ın konuşmasından 2 dakikalık bir bölüm paylaşıldı.

1 saat 15 dakikalık programın, 2 dakikalık bir bölümü üzerinden bu mübarek ramazanda tefsir de yapan bir fıkıh "hocası", şahsıma "şeytan", "zındık" ve "kafir" derken onun arkadaşı başka bir "hoca" olan başka bir "hoca" ise "pislik", "avarel", "paçavra" diye hakaret etti. 

Ardından şair-köşe yazarı İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak'taki köşesinde şöyle yazdı

Komik olmadığı garanti fıkra şu: Cemil Kılıç, Bülent Şahin Erdeğer ve İhsan Eliaçık oturmuşlar, Allah hakkında konuşuyorlar.

Bu üçlü, kendilerinden bekleneni yapıp 'biri Allah'ı inkâr etse bile dürüstse, yalan konuşmuyorsa falan cennete gider' şeklinde, bizim cennetimizi bile bize bırakmayan bir performans gösteriyorlar.

Yani şu. Adamların cennet hayali bile bizi, bizim inandığımız cennete sokmayıp kendilerine VIP köşkler edinmek. 'Bari cennetimizi bize bırakın ulan' da diyemiyoruz zira hep haklılar, aşırı haklılar, ölecekler haklılıktan.


Evet, evet! Tüm bunları oruçlu ağızlarıyla mübarek ramazan günü yaptılar.

Biz bir üçlü değildik, bizden İsmail Bey ne bekliyordu onu da bilmiyorum ama oturmuş Allah'ı da konuşmuyorduk. Aksine farklı fikirlerden üç konuk, kavga dövüş yapmadan tartışıyorduk.

Yalan, hakaret, çarpıtma, iftira, itibar suikastı yapmak... Tüm bunlar din adına hem de kendi din kardeşleriniz tarafından yapılıyor.

Hele ki "bizim cennetimiz" diye cenneti de tekeline aldığını açıkça beyan eden köşe yazarı arkadaşımız ile yemiş içmişliğimiz var. 

İnsan bir arar sorar, "ben izleyemedim ama orada ne konuşuldu" diye değil mi?.. Hadi aramadınız en azından YouTube linkini 2 kat hızlandırıp yarım saatte tüm programı izler ona göre bir değerlendirme yapar değil mi?..
 


Ama uzunca bir köşe yazısı yazmak için 2 dakikalık bir konuşmayı alıp, üç konuğun da hemfikir olduğu bir görüşü konuştuğu iftirasını atabiliyor. Bunu yaparken de kendine tapuladığı cennetini bana karşı savunuyor hazret!

Bir programa konuk olunca diğer konukların tüm fikirlerine imza atmış olmuyorsunuz. Aksine çoğu platformda birbirine çok uzak isimler buluşurlar. Bunu ortalama zeka sahibi herkes bilir. Ama demek ki önyargılar, taassup kalplerini ve akıllarını felç etmişler bilemiyorlar. Ne diyelim...

Konu Eliaçık'ın düşünceleri/iddiaları değildi ama müstakil bir program yapılırsa elbette detaylıca eleştirilerimi dün ve bugün olduğu gibi o gün de söylerim.  

Ramazan ayında şahsıma "zındık", "pislik", "şeytan", "kafir", "avarel" diyenlerle insani/İslami hukukumuzun olduğunu düşünürdüm; demek ki yokmuş. Bu şahıslardan birinin ise çok sevdiğim dayanışma içinde olduğum Süleymaniye Vakfı çatısında olması ise ayrı bir üzüntü sebebim.

Eliaçık hakkındaki fikirlerimi soranlara gelince. Google'da ikimizin isimlerini yan yana yazarak basit bir tarama yapsanız bile hakkındaki görüşlerime 2 saniye içinde ulaşabilirsiniz. Bunun yerine suizan, iftira ve hakaret ile geyik muhabbeti yapmayı tercih etmek ahlaki bir sorun.

Özet geçersem; Eliaçık uzun bir süredir hoyratlığa maluldür kanımca. Hassas pek çok konuda zücaciye dükkanına giren fil misali görüşler serdetmekte, pek çok önemli konuyu bu sebeple çarçur etmektedir.

Dediğim gibi eleştirilerimin detaylarına Google'dan ulaşabilirsiniz.

Ayrıca belirtelim ki Resulullah (sav) Ukaz panayırlarında davet etmişti İslam'a. Biz de her ortamda doğru bildiklerimizi ifade etmekten kaçınmayacağız.

Yüz kızartıcı bariz bir suçu olmadıkça herkesle aynı platformda karşılaşmaktan da kaçınmayacağız. Kur'an bize bu özgüveni kazandırdı.


"Her yol mubah dindarlığı" Müslümanlığı çürütürken

İşte asıl sorun tam da bu. Yediğimiz içtiğimiz hukukumuz olan dindar insanların bir programı baştan sona izlemeden, açıp arayıp sormadan, 2 dakikalık bir video üzerinden iftira ve çarpıtmalarla dolu makale döşenmeleri, kendilerini hoca diye takdim edenlerin ise ağızlarından küfürlerin, aşağılamaların eksik olmaması. Şu mübarek ramazanda hakka girmeleri.

"Allahsız cennetiniz" bu olsa gerek...

Cenneti babalarının malı görmelerinin sebebi, kendilerini seçilmiş ve kurtarılmış kavim olarak görmeleri aslında.

Buna İslami literatürde "ucb" deniyor. Yani dinsel kibir.

Zaten "Bu kadar ibadet ediyorum, şu kadar şekilsel dindarlık gösteriyorum; e Allah da herhalde beni cehenneme atacak değildir ya!" düşüncesinin dindarın kalbinde ürettiği kurtulmuşluk vehmi.

İşte o vehim büyüdükçe büyüyor kalbi bir hastalığa dönüşüyor. Artık kişi, dinin temel ahlaki kaygıları yerine şekiller, ritüeller, sloganlar üzerinden kimlikçilik yapmaya başlıyor ve o yolda hak yemek, hukuksuzluk yapmak artık onun için çok da önemli olmamaya başlıyor.

İşte o zaman hukuksuzluğu kendisine mübah görmeye başlayan bu zihin yapısı, kendi gibi düşünmeyene tahammül etmemeyi de geçip, onu imha etmeyi kendi kafasında normalleştiriyor.

Zirveden tabana bugün dindarlarımızı zehirleyen de bu kalp hastalığı. Tıpkı 15 Temmuz'da ve öncesinde ülkemizi ateşe atan; "Hoca efendi" diye yüceltilen şahsın ve müritlerinin düşünce tarzında olduğu gibi. Aynı şekilde işliyor kafa…

Kılıçarslan'ın gösterdiği bu psikolojik reaksiyon şayet hakkaniyetli bir değerlendirme olsaydı Eliaçık'ı müstakil biçimde ele alır adam akıllı eleştirirdi. Ancak muhterem yazısında Eliaçık'ın aşırı yorumları üzerinden muhalif olan tüm dindarların koltuk alamadıkları için Allah'ı inkar noktasına geldikleri gibi bir iddiayı dillendirebiliyor. 

Oysa bu konformist tatlı su dindarlığının ülkemizdeki Müslüman imajına Eliaçık'tan çok daha zarar verdiğini göremiyor.

Gençler için artık 90'lı yıllar "İslamcı" retoriği bir cazibe merkezi değil. İnternetin yaygınlaşmasıyla artık insanlar her konuda birbirinden çok farklı verilmiş alternatif pek çok cevaba ulaşabiliyorlar.

 
Statükoyu değiştirmeye talip İslami söylem sahiplerinin statükonun kendisine dönüşerek kendi değerlerine yabancılaşmaları karşısında yeni nesiller sahih, ayakları yere basan doğruya doğru yanlışa da cesaretle yanlış diyebilen İslami bir duruşu, örnekliği, adil şahitliği göremediklerinde dine, dindara dair ne varsa soğumaya, sorgulamaya, uzaklaşmaya başlıyorlar. 

Tam da bu vakada yaşadığımız şeyi alışkanlık haline getirdiğiniz için… Hak hukuk gözetmeden hoyratça dindarlık gösterisi yaptığınız için. 

Şayet sizin "dindarlığınız" ülkede yaşanan insan hakları ihlalleri hakkında da yolsuzluklar, yozlaşmalar hakkında da cesaretle konuşabiliyor olsaydı, işte o zaman güven telkin eden sıcak bir ses, bir dertdaş olurdunuz. 

Ama siz konforlu alanlarınızdan hak hukuk adalet taleplerini, dostça uyarıları "politik doğruculuk" diyerek tahfif etmeyi, kimlikçilik üzerinden ritüel dindarlığını bize şiir, edebiyat vs. diye sunuyorsunuz. 

Bununla da kalmayıp sizin gibi düşünmeyen herkesi "kafir", "cehennemlik", "namazsız", "oruçsuz" zannediyor cenneti de o sebeple kendinizin VIP salonu zannediyorsunuz. 

Konuştuklarınızdan değil konuşmanız gerekirken konuşmadıklarınızdan dolayı İslami söyleminiz eğreti, iliştirilmiş ve imitasyon duruyor. 

Sırtınızı yasladığınız hiyerarşik tahakküm, ülkede yaşanan haksızlıklar konusunda nezdinizde özenli bir suskunluğu da beraberinde getiriyor. 

Kendi cennetini bu dünyada her türlü yolu mubah görerek kuran, huzur haklarıyla lüks ve şatafatla devleti ebed müddet diyerek tanrılaştırdığınız tahakküm ağı üzerinden zenginleşirken Eliaçık'a vurmak da kolaydır azizim. 

Eliaçık yukarıda da dediğim gibi elbette eleştirilmeli eleştirilmesine de önce dönüp bir aynaya bakmalı. O zaman tüm yozlaşmalar ile ülkenin getirildiği şu noktanın "komik olmadığı garanti fıkranın" kendisi olduğunu da görebilirsiniz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU