Bir Afrika trajedisi

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Günümüzde Afrika üzerine konuşanlar, yorum yapanlar daha çok güncel politikalar üzerinden konuştukları için kıtanın durumuna dair bir tespit sunmazlar.

Kıtayı değerlendirirken iki de bir yetmezlik, yoksunluk jargonunu dillerine pelesenk eden sözümona uzmanların (!) ürettiği söylemin argümanlarının temelsizliğini ve meselenin boyutunun vahametini göstermek için trajik bir hikâyeye odaklanacağım. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Güney Afrikalı entelektüel ve romancı R.R.R. Dhlomo'nun An African Tragedy [Bir Afrika Trajedisi] romanı yayımlanalı neredeyse bir asır geçti.

Siyahların sömürge kentlerinde maruz kaldığı ayrımcılığı, eşitsizliği gösteren roman daha çok dönemin dinî havasının belirlediği bir eser olarak değerlendirildi. 

Şunu unutmamalıyız: Sömürge Afrika'da kentler beyazlar için vardı, siyahlar ise taşranın diplerine itilmişti. 

Şehirler merkez olma itibariyle her zaman cazibesini korumuştur; şehirlerde yaşayan siyahlar ise kenar mahallelerde yaşamak zorundaydılar. 

Bir Afrika Trajedisi, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan kent kültürüne ışık tuttuğu için tarihi bir belge özelliğini taşıyor. 

Dhlomo'nun romanı bir ödev bilinciyle yazdığı aşikardır. Bu ödev bilinci yazarın Hristiyanlık inancından kaynaklanmaktadır.

Hristiyanlık doktrini açısından okunduğunda kefaret, bağışlanma, günah ve tövbe kavramlarının insanı nasıl kapsadığını gösteren roman, trajik olanı resmeder. 

Roman, Durban'da bir Siam köy okulunda öğretmenlik yapan genç bir Hristiyan olan Robert Zulu'nun, evlenmek için başlık parasını denkleştirmek amacıyla Joburg'a gitmeye karar vermesiyle başlar.

Zira öğretmen maaşları azdır ve her halükârda şehre gidip çalışmanın kazançlı olduğunu düşünür Robert. Ancak Robert'ın Joburg'a gitme kararının yegâne sebebi evlenebilmek değildir.

Anlatıcı, ikinci neden olarak şunları söyler:

Günümüzde en aptal gençler bile şehir hayatının taşradan her bakımdan daha iyi olduğunu düşünürken, genç ve eğitimli birisinin şehir hayatını görmeden ve yaşamadan ölmesinin elim bir trajedi olduğunu düşünmüştü Robert.


Hikâye, Robert'ın Johannesburg'da geçirdiği iki yılı özetleyen şu cümlelerle başlar:

Bu zaman zarfında hızlıca zengin olmak uğruna her tür menfur işe bulaşmıştı. Ancak giriştiği bütün işler onu zengin etmek yerine kötülüklerin ve ahlaksızlığın en dibine çekmişti.
 


Robert'ı bu serencamın içine çeken en önemli neden arkadaş seçimi olur. İkincisi de anlatıcının bir zevküsefa şehri olarak çizdiği Johannesburg'un cazibesine kapılmasıdır. 

Robert zevke düşkünlüğünden önce nefsiyle iç muhasebeye girer. Zira alışkın olmadığı bir dünyaya ayak basmak üzeredir.

İçinden bir ses ona, "Yapma! Mahvolacaksın! Tanrıya olan sorumluluğunu hatırla. Ardında bıraktıklarını düşün. Adam ol!" der.

Ancak başka bir iç ses bu kez sesli ve ısrarcı biçimde onu kalbinden vurur:

Zevk burada, Johannesburg'da yaşayan genç insanların özüdür. Yaşamaya bak, abicim! Eğer neşeli kalabalığa karışıp paranın ve üstündeki kıyafetinin seni tanıtmasına izin verirsen, dans eden sosyetik ve hoş kızlar senden hoşlanır, hayran olurlar sana!


Bu ikilemde başarılı olan zevkin cazibesidir. Robert arkadaşı tarafından bir gece kulübüne davet edilince ilk başta içki içmemesiyle alay konusu olur.

Bir erkeklik meselesi gibi öne sürülür içki içmek. Kendisine sunulan içkiyi içerek Robert kendisini ispatlamışken, iradesini de alegorik olarak şeytana teslim eder. 

Dhlomo bu duruma ontolojik bir gerekçe bulmakta gecikmez. Anlatıcı, nefsine yenilen Robert ile arkadaşını, cennetteki İblis ile Havva meseline örnek olarak verir:

Robert, buhran içinde asla, ah!, asla tereddüt etme. Kalbinden geçen ilk kanaate sarıl! John onu tereddüt ederken gördüğünde, onu kazandığını biliyordu. 

Habis bir biçimde tebessüm etti, Havva cennette cazibesinden kaçmak yerine onunla müzakereye durduğunda İblis de bu şekilde gülümsemiş olmalıydı.


Eğlence mekânları, kenar mahallelerde, banliyölerde siyah çocukların futbol topu gibi yuvarlandıkları yuvalar olarak çizilir.

Anlatıcının "alçaltılmış insanlığın her türlüsü" olarak tanımladığı Prospect banliyösü böyle bir yer. 

Alkolün ve kötü kadınların etkisiyle cinayetler ve saldırılar hayvanca bir gaddarlıkla gerçekleşir.


Her türlü cinayetin, saldırıların "hayvanca" ve "gaddarca" işlendiği bir mekân. Anlatıcı tam anlamıyla ahlak penceresinden bakarak, eğlenenleri yargılamaya kadar varıyor.

Hafif, ahlaksız kadınlar yırtık pırtık elbiseler içinde banliyöde çıplak göğüslerini sergiliyorlardı. Hayatta tek emelleri her ne pahasına olursa olsun para kazanmak olan kadınların, akılsız eğitimli insanlardan ve saf madenci çocuklardan pis akçeyi almak için en büyük avları ve tuzakları sert içkileri ve fahişelikleriydi.


Dhlomo'nun romanın önsözündeki şu ifadeleri hikâyeyi gerçekçi bir zemine oturtarak toplumsal sorunlara da ayna tutmayı hedeflediğini göstermektedir:

Çalkantılı Johannesburg kentinde varoluş mücadelelerinde halkımızın- özellikle de gençlerin- hayatlarını etkileyebilecek her türlü olayı not etmek için kulaklarımı ve gözlerimi her zaman açık tutmaya çalıştım.


Aslında Dhlomo, hikâyenin kutsal aileyi yıpratan fenalıkları ortaya koymayı amaçladığını belirtir.

Şehir merkezinden yaklaşık bir kilometre ötede olan Prospect banliyösündeki eğlence mekânlarında insanlar alkol ve zevk düşkünlüğünden her şeyini kaybedebilir, sözgelimi Robert Zulu, temsilî bir karakter olarak düşmüş bir insanı resmeder. 

Anlatıcının gece kulübünü iğrenç bir ortam olarak sunması, âdeta kötücüllüğün yuvası diye göstermesi ahlakçı tavrını netleştiriyor.

Odanın yarısı kızlı erkekli gruplarla doluydu. Ter ve kötü içkilerin etkisiyle hava leş gibi kokuyordu. İçeri girdiklerinde Robert istemsizce titredi. Böylesi bir eğlence sahnesini beklemiyordu.


Dhlomo'nun bu kaygısını sadece ahlakla açıklamayız. Mekanların gençleri yutan mezarlık olmasına tepki gösteriyor. 

Şüphesiz trajik olan kaçınılmazdır!

Ancak bütün bunlara rağmen Dhlomo'nun ikircikli tutumu zaman zaman karşımıza çıkıverir. Sözgelimi, "Şüphesiz Siyah Afrika lanetlidir!" der anlatıcı. 

Aynı zamanda entelektüel birisi olarak Dhlomo aslında dönemin sömürgeciliğinin siyahları nasıl bir cenderenin içine yerleştirdiğinin gayet farkındadır.

İlk Afrika metinlerinde yabancıların dininin liberal görüşlerin benimsenmesi ve yayılmasında etkili olduğunu söylemeliyim. 

"Siyah Afrika lanetlidir!" sözü Pan-Afrikancı düşüncenin de bakış açısını göstermektedir. Dönemin entelektüellerinin tek yönlü gelişmediklerini, çok farklı kültürel etkileşimlerden beslendiklerini belirteyim.  

Siyahların mahkûm olduğu banliyölerdeki hayatın acımasızlığını gösteren roman, şiddet ortamının müsebbibi olarak sömürgeciliğin ayrıştırıcı ve eşitsiz politikalarını öne sürer. 

Romanın çıkışından yarım asır sonra, Güney Afrikalı entelektüel Steve Biko'nun sömürgeci ayrımcılığın siyahları mahkûm etmesine getirdiği eleştiri durumun göründüğünden çok daha karmaşık olduğunu gösterir:

Asık suratlı kilise vaizleri, her Pazar kasabalarındaki siyahları hırsızlık, ev soyma, bıçaklama, cinayet, zina ve benzeri bir sürü suçla suçluyorlar. Hiç kimse bu fenalıkları işsizlik, aşırı kalabalık, yoksulluk, eğitimsizlik ve göçmen işgücüyle ilintilendirmeye çalışmıyor. Hiç kimse iğrenç davranışları tamamen göz ardı etmek istemez, ancak olayları göründüğünden biraz daha derinlemesine analiz etmemiz gereklidir.


Biko'nun bu değerlendirmesi açısından bakıldığında siyahların yaşam şartlarının, sömürge yönetimlerinin iktidarında bir kader açmazı olduğu görülür. 

Şüphesiz Siyah Afrika lanetlidir! 

Bu söz bile başlı başına siyahları çepeçevre kuşatan, onları bir "futbol sahasındaki meşin top" gibi oradan oraya savuran siyah kıtanın beş yüz yıllık serencamı değil de nedir! 

Bu gerçekçi yaklaşım Bir Afrika Trajedisi'ni dönemin edebiyatında farklı bir yere oturtur. 


Romanın en önemli tarafı belki de trajikliği çok sıradan bir vakada bize göstermesidir.

Dhlomo günahın cazibesini ve insanın meylini gösterirken aynı zamanda günahın bireyselliğini de sorgular, çünkü günahın toplumsal yönü ve topluma verdiği zararın boyutu daha trajiktir aslında.

Dhlomo günah olgusunun üç boyutunu yansıtır: Bireysel, toplumsal ve dinsel. 

Robert Zulu nefis muhasebesinde yenilmişti. Gece kulübünde erkekliğini göstermek için içki içen Robert o geceden sonra kendisini kaybeder, Joburg'a niçin geldiğini unutarak daha önce belirttiğim gibi zevküsefaya dalar.

O geceden sonra o kadar çok içmişti ki sonunda umutsuz bir ayyaş oluverdi.  Sağlığı harap olmuştu.


Kutsal Kitap'a sıklıkla başvuran anlatıcı, zevk peşine düşenleri "nefsin köleleri" olarak tarif eder: 

Şu nefs kölelerinin, İsa Peygamberin Aziz Yuhanna İncil'inde, onuncu bölümün on altıncı ayetinde dokunaklı ve etkili sözleriyle anlattığı adamın koyunları olabileceği hiç mi akıllarına gelmez?


Yuhanna onuncu bölüm on altıncı ayette şöyle denir:

Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak.


Buradaki açık istiare tevhide çağrıdır aynı zamanda. Hristiyanların inançları gereği sapmışlardan sorumlu olduğunu, ilgisiz davranmalarının doğru olmadığını söyler anlatıcı. 

Dhlomo romanda zıt karakterleri tasvir ederken, bir alternatif sunmayı da hedefler okura. Söz gelimi Hristiyan vaizleri eleştirirken dini bütün karakteri ise bir kadındır.

Robert'ın eşi Jane, mümin, adanmış, yeniden doğmuş bir Hristiyandır. Bir sabır timsali olarak çizilir. Allah'tan tek isteği çocuk sahibi olmaktır.

Allah ona bir çocuk bağışlar ancak annesinin Robert'tan kaptığı hastalık yüzünden çocuk ölür. 

Dhlomo'nun duaya getirdiği yorumu burada alıntılamak istiyorum:

Ah! Keşke sadece bilmiş olsalardı! Tanrı pek çok durumda arzuladığımız şeyi elde etmekten bizim iyiliğimiz için sakındırır bizi. Eğer O'nun iradesinin nasıl çalıştığını anlayabilsek, bize açılmayan kapılar için asla ısrar etmezdik.


Dhlomo, Hristiyan ruhban sınıfını eleştirirken Jane'i adeta günahsız Meryem Ana figürü olarak resmederek bir yönüyle dinî hiyerarşiyi de eleştirir. 

Roman trajik sonla biter: Robert Zulu öldürülür. Robert son nefesini vermeden her şeyi itiraf eder papaza. 

Robert'in hikâyesi alegorik olarak farklı okumalara açık, zaman zaman kışkırtıcı yönleriyle dikkat çekmektedir.

Cennet'ten düşüşle başlar ve yeniden istiğfarla arınma sürecine girer hikâye. 

Eser, klasik bir Faust mitinin Güney Afrika sömürge topraklarında yeniden dirilmesi olarak okunabilir.

Robert dünya hayatının sefasını tercih ederek ruhunu satmıştı iblise. En nihayetinde itiraf ettikten sonra günahların bağışlanması elzemdir Hristiyanlık terminolojisinde. Zira İsa Mesih'in kanı tüm günahları temizler. 

Sonuç olarak, Bir Afrika Trajedisi, toplumsal ve dinî yaşantıdaki kırılma noktalarını yansıtarak, sömürgeciliğin iki yüzlü politikasını ve tahrifkârlığını açıkça gösterir. 

Romanda mevcut durumun açmazını özetleyen şu ifadeyi bir daha alıntılayıp yazımı sonlandırayım:

Siyah Afrika lanetlidir!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU