Gerçek Ronaldo ve diğerleri

Emre Sarıkuş Independent Türkçe için yazdı

Ronaldo'dan daha iyi olmak için önce onun seviyesinde olmak gerek.


1980'lerin sonlarında PSV Eindhoven kulübü yöneticileri scouting operasyonlarını Güney Amerika'ya odaklamak istediklerinde orada çok sıra dışı futbolcular ile karşılaşacaklarını biliyorlardı.

Getirecekleri nitelikli genç yıldızlar kulübün yetişdtirici ve rekabetçi kimliğiyle yoğrularak birkaç yıl içinde kulübe para kazandıracak bir seviyeye ulaşacaktı.

Bu süreçte elde edilecek sportif başarı da aynı zamanda Philips markasının da uluslararası satışlarını artıracaktı.

1988'de Guus Hiddink'in başında olduğu takım Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanınca PSV scout ekibi o yaz Seul'deki olimpiyatlarda 7 gol atan Romario'nun mutlaka alınmasını gerektiğini Philips yöneticilerine söylediler.  
 

hiddink-romario-psv.jpg
Guus Hiddink ile Romario


Romario'nun transferi sadece 1988'in en ilginç futbol olaylarından biri değildi. Bu transfer sonraki yıllarda Avrupa futbolundaki yıldız golcü standartını da yukarı çekecekti.

Guus Hiddink, Romario için "şimdiye dek çalıştığım en ilginç oyuncu" demişti:

Eğer büyük bir maçtan önce biraz sinirliysem bana gelir ve kafana takma koç, gol atacağım ve kazanacağız derdi. İnanılmaz olansa bunu on kez söylediyse sekizinin gerekleşmiş olması...


Hiddink'ten sonra gelen Bobby Robson'un "Bazı zamanlar acınacak derecede tembeldi; ama onu mutlaka kadroya almalıydınız, yoksa yapacağı hat-trick'ten mahrum kalırdınız" dediği Romario o kadar kolay gol atıyordu ki, -ayağı kırıldığı dönem de dahil- 5 sezonda 142 maça çıkıp 127 kez bunu başarmıştı. 

Romario'nun PSV macerası Cruyff'un Barcelonasına gidişiyle son bulurken yerine gelecek oyuncunun onu aratmayacak biri olması gerekiyordu.

PSV scout ekibinden Ernie Brandts bir Güney Amerika seyahati sırasında Cruzerio altyapısında oynayan 17 yaşındaki bir gençten çok etkilenmişti.
 


Brandts Voetbal'a yaptığı açıklamada bu çocuğu bir ay boyunca idmanlarda ve maçlarda izlediğini ve büyülendiğini söyledi.

İyi bir fizik, sıra dışı bir hızlanma, etkili şutlar ve yüksek gol yüzdesiyle onun başka bir gezegen gelmiş gibi olduğunu anlatan Brandts, 16 yaşını yeni tamamlayan bu gencin ismini Ronaldo Nazario olarak açıklamıştı.  
 


Milan ve Juventus'un Ronaldo'yu istediği biliniyordu. Ancak menajerinin tavsiyesi üzerine ve Romario'nun telkinleriyle Ronaldo, Eindhoven'a gelmeyi kabul etti.

Romario, Ronaldo'ya PSV'nin Avrupa'nın en iyi organize edilmiş kulüplerinden biri olduğunu ve onun Avrupa futboluna alışma evresi için iyi bir seçim olacağını söylemişti.

Belo Horizonte'den annesi ve kız kardeşini de yanına alarak Hollanda'ya uçan Ronaldo, ligdeki ilk 2 maçında toplam 3 gol attı.

Eylül 1994'te UEFA Kupası ilk turunda Leverkusen'e 5-4 yenildikleri maçta da üç gol atınca tüm dünyanın ilgisini çekti.

Onu artık herkes tanıyordu. Maç sonunda Rudi Völler basına "hayatımda hiç böyle 18 yaşında bir oyuncu görmedim" diyecekti.

Ronaldo o sezon sonunda 36 maçta 35 gole ulaştı. Henüz yirmisinde bile yoktu ve yapabileceklerinin sınırsızlığını görmek zor değildi. 
 


Ronaldo 90'larda Brezilyalı hücumcuların fiziksel dönüşümünün ilk temsilcisiydi.

Kıta Avrupasının giderek sertleşen rekabet ikliminde takımlar güçlü, atlet ve devamlılığı yüksek oyunculara daha çok ihtiyaç duymaya başladılar.

Ronaldo'da hepsi vardı ve tüm bunların yanında olağanüstü bir top hakimiyetine sahipti. Her iki ayağını da kullanabiliyordu ve topla birlikteyken akıl almaz bir hıza ulaşıyordu.

Marcel Desially onun için "Bu kadar hızlıyken böylesine hassas top kontrolü olan bir futbolcu hiç görmedim" demişti.
 


Bobby Robson içinse hayatında gördüğü en hızlı şeydi. Robson ile Ronaldo'nun yolları farklı zamanlarda PSV'den geçmişti.

1991 ve 92'de lig şampiyonluğunu kazanan Romariolu takımın hocası Robson'du. PSV sonrası 4 sezon Portekiz'de çalışan Sir Bobby, Cruyff ayrıldıktan sonra büyük tartışmalar eşliğinde 96 yazında Barcelona'ya geldi.

İlk istediği isim Ronaldo'ydu. Ve 20 milyon dolar karşılığında PSV'de iki sezonda 46 maçta 42 gol atan Brezilyalıyı Nou Camp'a getirdiler. 
 


O sezon Robson'un yardımcısı olarak Barcelona'ya gelen Jose Mourinho da Ronaldo için "Şimdiye dek gördüğüm en iyi futbolcu" demişti.

Bu cümlenin ispatı sayılabilecek olay ise 11 Ekim 1996'da Compostela deplasmanında yaşandı.

Ronaldo en büyük, en iyi ya da en sıra dışı olmasını sağlayan özelliklerinin hepsini bir arada sergilediği öylesine insanüstü bir gol attı ki, golden sonra Bobby Robson'un başını iki elinin arasına alıp ayağa fırladığı o an yıllar sonra bile golle birlikte hatırlanıyordu.

Ronaldo orta sahada kazandığı topla gitmeye başladığı anda peşine takılan Said Chiba onu tam 6 kez faulle durdurmaya çalışmıştı.

Sol arka üst adalesine ve ayak bileğine vurdu, formasını yırtacak kadar çekti, sırtından itti ancak tüm bu engellemelere rağmen Ronaldo kaleye gidene dek ayakta kaldı.

Guardian'dan Nick Miller yıllar sonra Chiba'yı ahırdan kaçan atının peşinden koşan bir adama benzetecekti.

Komik duruma düşen sadece Chiba değildi. Onu hiçbir savunmacı durduramıyordu. Ronaldo Barcelona'daki o tek sezonunda tam 47 gol attı.

Copa del Rey, Avrupa Kupa Galipleri Kupası ve İspanya Süper Kupası'nı kazanan ekibin en önemli parçasıydı. Dünyada Yılın Futbolcusu, Dünyada Yılın En iyi Golcüsü, Altın Ayakkabı, Balon d'Or, Pichici dahil bireysel olarak alınabilecek ne kadar ödül varsa topladı.

20 yaşında dünyanın en iyi futbolcusuydu. 1997 yazında 27 milyon dolarlık serbest kalma bedelini ödeyen Inter onu transfer etti. Maradona'dan sonra dünya transfer rekorunu kıran ikinci futbolcu artık Ronaldo'ydu.
 


O da tıpkı Maradona gibi yeteneğine en büyük meydan okumayı yapacak lige gelmişti. Bir süre sonra dünyanın en sert savunmacıları da onun hızı karşısında fazla bir şey yapamadı.

O sezon attığı 25 gol, kazanılan UEFA Kupası, 98 yazındaki Dünya Kupası En İyi Oyuncu unvanı ve yine aldığı birçok ödülle Ronaldo Nazario sadece kendisiyle rekabet eder hale geldi.

San Siro tribünlerinde onu ancak sakatlığın durdurabileceğini söyleyenler bir Lecce maçında onun sahadan sekerek çıkışına tanık oldular.

6 ay sonra sahalara döndüğündeyse 6 dakika içinde tendonları dağılmış bir halde sedyeyle çıkışını izlediler. Ronaldo topla hızla giderken yön değiştirmiş ve birden dizini tutarak yığılıp kalmıştı. 
 


Ronaldo'nun fizyoterapisti Nilton Petrone yıllar sonra FourFourTwo'ya yaptığı açıklamada Ronaldo'ya tam olarak ne olduğunu ve o güçlü fiziğin neden böylesi bir sakatlığa karşı bu kadar savunmasız olduğunu anlatıyordu:

Ronaldo genetik olarak özel kas liflerine sahipti. Inter'de ona birkaç hız testi yaptık ve Ronaldo'nun sadece hıza sahip olmadığı, aynı zamanda inanılmaz bir koordinasyona sahip olduğu sonucuna vardık. Soldan sağa fırlayabilmesinin yolu saf bir koordinasyondu.

Testler, muhtemelen 100 metreyi 10,2 veya 10,3 saniyede yapabileceğini gösterdi; Usain Bolt'un bu mesafeyi 9,8 saniyede koştuğu düşünülünce bu inanılmazdı. Ayrıca çok güçlüydü ki bu da başka bir genetik armağandı.

Bunu yıllarca süren futbol antrenmanlarıyla birleştirince hız, güç ve koordinasyonun mükemmel kombinasyonunu geliştirdi. Fakat çok fazla güce sahip olan sporcular da kas ve tendon yaralanmaları riski altındadır.

Yavaş futbolcular normalde bu tür sorunları yaşamazlar. Ancak Ronaldo'nun yaralanmaları vücudunun zayıf olmasından değil, patlayıcı kapasitesinden kaynaklanıyordu. Sadece düz bir çizgide hızlı koşmakla kalmadı, aynı zamanda inanılmaz bir hızla yön değiştirdi.

Ronaldo'nun düştüğü, ayağa kalktığı ve sonra çok hızlı bir şekilde soldan sağa geçtiği birkaç an vardı... Bu yüzden, bu şekilde oynadığı müddetçe sakatlıkların her zaman bir olasılık olduğu açıktı.


Ronaldo'nun dizi Lecce maçından önce 1999 yılı boyunca ağrılarla alarm vermişti. Lecce maçındaki tendon yırtığının ardından geçirdiği ameliyat ve rehabilitasyon ile 6 ay sahalardan uzak kaldı.

Her şeyin düzeldiği düşünüldüğünde son bir kez Paris'te kontrolden geçti. Doktoru 15 dakika oynama izni vermişti. O oyuna girdikten sonra sadece 6 dakika sahada kalabildi.

Topla yön değiştirdiği an diz kapağı tendonunu yırttı ve uyluğun ortasında kaldı. Bir daha futbol oynaması mümkün gözükmüyordu. Oynasa bile yeniden eskisi gibi olamazdı.  

Nilton Petrone anlatıyor:

Ameliyattan hemen sonra dizi bir futbol topu büyüklüğündeydi, buna inanamazdınız. Kanı boşaltan üç veya dört tüp vardı. Ağrıdan ağlıyor ve morfinin acısını dindirmediği söylüyordu. Bir gece yarısı beni aradı ve sordu: "Bana tekrar futbol oynayabileceğimi söyle ve lütfen bana yalan söyleme.


Petrone Ronaldo'nun yeniden doğuş hikâyesinin en yakın tanıklarından biriydi. Rehabilitasyon süresi boyunca onun yanında kaldı.

Petrone Ronaldo'nun futbola dönmesine dair o küçük ihtimali gerçekleştirmek için hemen her gün ara vermeden 9 ila 10 saat çalıştığını söylemişti:

Ona, ameliyat edilmesi gereken sağ dizinin sol dizinden daha iyi olduğunu hissettiği zaman tamamen iyileşeceğini söyledim. Dönüşünden kısa bir süre sonra olan tam olarak buydu.


Ronaldo 2000-2001 sezonunu tamamen kaçırdı. 2001-2002'de ise 10 maça çıkabildi. Eski patlayıcılığını yeniden sakatlanmaması için dizginlemişti.  
 


Buna rağmen bile durdurulamıyordu. 2002 Dünya Kupası'nda 8 gol attı ve gol kralı oldu. Turnuva bitiminde Real Madrid'in Los Galacticos projesine 46 milyon euroluk bir bedelle katıldı ve yıl bitmeden üçüncü kez Dünyada Yılın Futbolcusu Ödülü'nü kazandı. 

Ronaldo tıbben çok düşük bir ihtimali gerçekleştirerek ve lakabı ‘el fenomeno'nun hakkını vererek futbol tarihinin belki de en büyük geri dönüşünü yapmıştı.

En sansasyonel zamanlarının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen bile bugün onunla kıyaslanabilecek bir golcü yok.  Ne Haaland, ne Mbappe, ne diğerleri…  

Henüz hiçbiri onun hızı, koordinasyonu, gücü ve tekniğine aynı anda sahip değil. Ronaldo'dan daha iyi olmak için önce onun seviyesinde olmak gerek. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU