Kurtuluş Savaşı gerçek bir savaş mıydı?

Prof. Dr. Mesut Uyar Independent Türkçe için yazdı

Geçen yıldan bu yana Kurtuluş Savaşı’nın önemli aşama ve muharebelerini anmaktayız.

Anma tören ve faaliyetleri 2023 yılına kadar devam edecek. Ancak üzerinden bir yüzyıl geçmesine, yüzlerce kitap ve binlerce makale yazılmasına rağmen Kurtuluş Savaşı konusunda ülkemizde kafa karışıklığı ve kutuplaşma devam etmektedir.

Bu yazının konusu da bu kafa karışıklığının temelinde yer alan bir soruyla ilgilidir.

Kurtuluş Savaşı gerçek bir savaş mıydı?

Bir askeri tarihçi ve savaş çalışmaları uzmanı olarak soruya önce teknik açıdan yaklaşmak istiyorum.

Basitçe tanımlarsak savaş, devletler ve devlet dışı aktörler tarafından kendi siyasi hedeflerine ulaşmak için askeri güce yani şiddete başvurmasıdır.

Fakat her askeri çatışma savaş sayılmaz. Savaş olması için belirli bir düzeyin üzerinde şiddet uygulanması (toplam zayiatın binden fazla olması), kayda değer bir süre devam etmesi ve örgütlü bir şiddetin (emir-komuta bağları kuvvetli askeri teşkilat) varlığı gereklidir.

Kurtuluş Savaşı, uluslararası güvenlik disiplininin belirlediği bu kıstasların hepsini fazlasıyla karşılamaktadır.
 

aa1.jpg
Fotoğraf: Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı (ATAM) Arşivi / AA


İşe hukuk (silahlı çatışma hukuku) açısından bakacak olursak savaşın resmen ilan edilmesi ve resmen sona erdirilmesinin gerekliliği ön plana çıkmaktadır.

Kurtuluş Savaşı’nın başladığı kabul edilen Mayıs 1919’da Osmanlı İmparatorluğu, Amerika hariç (Amerika ile Osmanlı birbirlerine savaş ilan etmedi) İtilaf devletleriyle (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve diğerleri) ateşkes antlaşması imzalamış ama henüz barış antlaşması yapılmamıştı.

Yani hukuken savaş hali devam etmekteydi. Buna iyi bir örnek günümüzde Güney ve Kuzey Kore arasındaki durumdur.

27 Temmuz 1953’te iki taraf ateşkes antlaşması imzalamış ama barış antlaşması konusunda mutabakat sağlayamamışlardır.

İki ülke arasında savaş hali halen devam etmekte ve sınır da hukuken kabul edilmiş bir sınır değil ateşkes hattıdır.

İstanbul Hükümeti sonradan Sevrés Antlaşması’nı imzalasa da bu antlaşma meclis tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmedi. Yani savaş hali devam etti.

Türkiye için Birinci Dünya Savaşı ve dolayısıyla Kurtuluş Savaşı resmen 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lausanne (Lozan) Antlaşması'yla sona ermiştir.

Kısacası uluslararası siyaset ve hukuk açısından Kurtuluş Savaşı’nın bir savaş olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
 

aa4.jpg
Fotoğraf: AA


Kurtuluş Savaşı’nın savaş olup olmadığını anlamanın üçüncü yöntemi ise karşı tarafın yani düşmanın gözünden bakmaktır.

İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Ermenistan nasıl görmektedir?

Fransa, Yunanistan ve Ermenistan savaşı farklı isimlendirseler de (Kilikya Seferi, Küçük Asya Seferi, Ermeni-Türk Savaşı) varlığını ve kendilerinin aktif olarak katıldığını kabul etmektedirler.

Bu ülkeler hatırat ve akademik yayınlar dışında savaşın resmi veya yarı resmi askeri tarihlerini yayınlamıştır.

Örneğin Yunan resmi askeri tarihi 9 cilttir (ayrıca tek ciltlik Yunanca ve İngilizce özeti de basılmıştır).

İngilizler savaşa doğrudan değil dolaylı olarak katıldıklarını ifade etseler de savaşın bazı safhalarında aktif olarak muharebelere katıldıklarını kabul etmektedirler.

Örneğin 13 Temmuz 1920’de 20'nci Hussar (hafif süvari) Alayı’nın Gebze’de Kuvva-i Milliye mevziilerine yaptığı taarruz İngiliz ordusunun son alay çapında süvari taarruzu olarak İngiliz askeri tarihine geçmiştir.

İngiliz ordusu resmi askeri tarih yazımını başlatmış ve taslak bir kitap hazırlanmıştır.

Ancak bu kitap uzun yıllar arşivde bekledikten sonra 2013’te özel bir yayınevi tarafından basılabilmiştir.

Türklerle İtalyanlar arasında birkaç küçük çatışma dışında bir savaş yaşanmasa da İtalyan askeri tarih başkanlığı 2010 yılında resmi askeri tarih kitabını yayınlamıştır.

Tarafsız sivil ve askeri gözlemciler de 1919-22 arasında Türkiye coğrafyasında bir savaşın devam ettiğini kabul etmektedir.

Savaşa dair gözlemlerini o dönemde muhtelif gazete ve dergilerde yayınladıkları gibi bazıları sonradan konuyla ilgili hatırat veya telif eser de yazmıştır.
 

aa2.jpg
Fotoğraf: Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı (ATAM) Arşivi / AA


O tarihteki düşmanlarımız bile gerçek bir savaşın olduğu kabul edip bunun resmi tarihini yazmalarına rağmen neden ülkemizde bazı gruplar Kurtuluş Savaşı’nı savaş olarak görmemekte ve küçümsemektedir?

Bu sorunun cevabı Kurtuluş Savaşı’nın tabiatı ve cereyan tarzı ile alakalıdır.

Kurtuluş Savaşı bir taraftan büyük ölçüde birbirinden bağımsız cephelerde dış düşmanlara karşı verilen bir konvansiyonel savaş iken diğer taraftan da çok boyutlu bir iç savaştır.

Ne yazık ki resmi ve akademik tarih kitaplarının genelinde bu iç savaş boyutu “isyanlar” tabiriyle basitleştirilip küçümsenmektedir.

Oysa hem iç savaşta verilen can kaybı ve maddi zarar dış düşmanlara karşı verilen savaş zayiatı ile aynı düzeyde ve belki de daha fazladır, hem de iç savaşta açılan yaralar halâ kapanmamıştır.

Bu açıdan Kurtuluş Savaşı, aynı dönemdeki Rus İç Savaşı’na büyük benzerlikler göstermektedir.

Tarihçilerimiz Kurtuluş Savaşı’nı incelerken komşu coğrafyalarda aynı dönemde yaşanan olayları dikkate alıp mukayeseli inceleme yapmadığı için benzerlik ve farklılıkları görmeden değerlendirme yapmaya devam ediyoruz.
 

Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi.jpg
Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi / Fotoğraf: Wikipedia


Aynı dönemde farklı iç ve dış düşmanlara karşı çoğu zaman birbirinden bağımsız muharebe ve çatışmaların cereyan etmesi Türkiye’nin farklı vilayetlerinde Kurtuluş Savaşı’nın yüz ve tabiatının farklı görülmesine neden olmuştur.

Savaş, Kuzeydoğu Anadolu’da Türk-Ermeni, Ege’de Türk-Yunan, Güney ve Güneydoğu’da Türk-Fransız ve Ermeni savaşları şeklinde cereyan ederken Güney Marmara, Batı ve Doğu Karadeniz ile İç Anadolu’da iç savaş olarak kendisini göstermiştir.

Dolayısıyla Türk-Yunan Savaşı’na ağırlık veren resmi ve akademik tarihçilik Ege bölgesi dışında yaşananlara açıklama getirmemektedir.

Buna bir de iç savaşın kaybeden tarafta yer alanların günümüzde de devam eden rahatsızlığı eklenecek olursa Kurtuluş Savaşı’na yönelik rahatsızlık ve kafa karışıklığı daha iyi anlaşılacaktır.

Örneğin düşman işgaline uğramamış Yozgat için Kurtuluş Savaşı demek büyük ölçüde Çapanoğlu İsyanı ile sınırlıdır ki bunun da isyan olduğunu Yozgatlılar halen kabullenememiştir.

Üstelik isyanı TBMM Hükümeti adına gereksiz bir gaddarlıkla bastıran Çerkes Ethem’in de sonradan ayaklanmış olması Yozgatlıların yarasına tuz basmaktadır.
 

a.jpg
Fotoğraf: Ankara Havadis


İç savaşın kaybedenlerinden bazıları Yozgatlılar ve Konyalılar gibi İstanbul Hükümeti’ni saltanat ve devletin meşru temsilcisi, Ankara’yı ise İttihad ve Terakki’nin devamı görerek harekete geçtikleri için kendilerini isyancı görmemişlerdir.

Batı Karadeniz ve Güney Marmara’daki Çerkesler ise bir taraftan saltanat ve hilafet için savaştıklarını düşünürken diğer taraftan bazıları bağımsız ve özerk bir devlet hayali de görmüştü.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt isyanlarında da benzer bir durum söz konusudur.

Yalnız dinsel, etnik ve bölgesel değerlendirmeleri yaparken kamplaşmanın tam da bu ayrımların sınırından geçtiğini düşünmek hatalıdır.

Resim gerçek bir iç savaşta olduğu gibi oldukça karmaşıktır. Çerkes ve Kürtlerin bir kısmı saltanat ve/veya bağımsızlık için isyan ederken diğer kısmı ise Ankara saflarında savaşmıştır.

Kabileler, aileler ikiye bölünmüş kıyasıya kan dökülmüştür. Uğranılan kayıp ve zarar o kadar büyüktür ki örneğin o tarihte nüfusu Ankara’dan daha fazla olan Zile çok uzun bir süre kendini toparlayamamış dışarı nüfus veren küçük bir kasaba kimliğine bürünmüştür.
 


Dikkate almamız gereken bir başka önemli husus ise İttihat ve Terakki’nin mirasıdır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi yaptığı radikal reformlar, Birinci Dünya Savaşı’na girişteki rolü ve savaş esnasındaki yönetim tarzı sonucu halkta parti ve üyelerine karşı büyük bir tepki vardı.

Bu tepki muhafazakârlar ve Türk harici etnik gruplarda daha da fazlaydı.

Ayrıca İttihatçıların ülke içi ve dışında sürgün ettiği siyasetçi, dinadamı, aydın, bürokrat ve askerler ateşkes sonrası geri dönerek başta İstanbul olmak üzere önemli merkezlerde tekrar iktidar olmuştu.

Onlar için birinci öncelik İttihatçılarla hesaplaşmaktı.

İntikam duygusu bazılarını o kadar kör etmişti ki Ankara Hükümeti ve Kuvva-i Milliye içinde eski İttihatçıların ağırlığı olduğunda işgalcilerle aktif veya pasif işbirliğinden çekinmemişlerdi.

Tarih yazımında çoğunlukla karikatürize edilen bu eski sürgün ve yeni iktidar sahipleri içinde önemli siyasetçi, dinadamı ve aydınlar vardı.

Bunlar icraat, yazı ve sözleriyle geniş kesimleri hiç değilse belli bir süre etkileyebilmiştir.

Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde bunlar zorunlu veya gönüllü olarak tekrar sürgüne gittiler.

Yeni cumhuriyetin radikal reformları yurt dışına çıkan sayısını artırdı. Çoğunluğu 1938 genel affı ile ülkeye dönüp yeni siyasi rejimle barışan muhaliflerin muhalefet günlerinde yazdıkları özellikle son yıllarda resmi tarihe alternatif metinler olarak sunulmaktadır.

Ancak ilginçtir Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilk dönem liderlerini eleştiren bu metinlerin hiçbirinde Kurtuluş Savaşı’nın gerçekliliği sorgulanmamaktadır.


Sonuç olarak mevcut bütün uluslararası ölçütler çerçevesinde ve bize karşı savaşan ülkelerin de kabul ettiği gibi Kurtuluş Savaşı gerçekten bir savaştır ve yaklaşık üç sene süren bu savaş esnasında binlerce kişi ölmüş ve yaralanmıştır.

Ülkemizde bazı grupların Kurtuluş Savaşı’nı savaş olarak kabullenememesi ve küçümsemesi bu savaşın aynı zamanda iç savaş olmasından kaynaklıdır.

İç savaşın yaraları halen kapanmamıştır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU