Çin’in yeni süper güç olma yolunda artıları ve eksileri

Dr. Osman Gazi Kandemir, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Xinhua

Küresel siyasetin son yıllardaki en temel tartışmalarından biri, Çin’in yükselişinin nereye varacağı sorusu etrafında şekilleniyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin tartışmasız liderliği üzerine kurulan uluslararası düzen, bugün giderek daha fazla zorlanıyor. Bu zorlanmanın merkezinde ise Çin’in ekonomik, teknolojik ve jeopolitik kapasitesindeki hızlı artış yer alıyor. Ancak Çin’in yükselişi, doğrusal ve sorunsuz bir ilerleme olmaktan uzak. Güçlü avantajların yanında derin yapısal kırılganlıklar da bu süreci sınırlıyor.

İmalat merkezli güç modeli

Çin’in küresel sistemdeki en büyük avantajı, tartışmasız biçimde imalat kapasitesi. Bugün dünya imalatının üçte birinden fazlası Çin’de gerçekleştiriliyor. Bu tablo, yalnızca düşük maliyetli üretimle açıklanamaz. Çin, on yıllar boyunca altyapıya, lojistiğe ve sanayi kümelenmelerine büyük yatırımlar yaptı. Limanlardan demiryollarına, enerji ağlarından tedarik zincirlerine kadar uzanan bu altyapı, üretimin hızını ve ölçeğini olağanüstü ölçüde artırdı.

Devlet destekli sanayi politikaları bu sürecin önemli bir parçasıydı. Ancak Çin modelini ayakta tutan asıl unsur, firmalar arasındaki sert rekabet oldu. Yerel şirketler başlangıçta korundu, ardından yoğun bir fiyat ve verimlilik baskısına maruz bırakıldı. Ayakta kalanlar ise küresel ölçekte rekabet edebilen aktörlere dönüştü. Bu yapı, Çin’i yalnızca “dünyanın fabrikası” değil, aynı zamanda ileri üretimin merkezlerinden biri hâline getirdi.

Teknoloji ve yeşil dönüşüm avantajı

Çin’in yükselişinde son dönemde öne çıkan alanlardan biri de yeşil teknolojiler. Güneş panelleri, rüzgâr türbinleri ve batarya üretiminde Çin küresel lider konumunda. Bu sektörlerdeki maliyetleri hızla aşağı çekebilmesi hem iç pazarda hem de küresel ölçekte talebi artırıyor. Sonuç olarak Çin, yenilenebilir enerji teknolojilerinden elde ettiği gelirle, birçok ülkenin fosil yakıt ihracatından kazandığından daha fazla kazanç sağlıyor.

Bu durum, ekonomik olması yanında, siyasi bir etki yaratıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde Çin, ucuz ve erişilebilir enerji çözümleri sunan bir ortak olarak algılanıyor. Askerî ya da ideolojik araçlar kullanılmadan oluşan bu etki, Çin’in yumuşak gücünü besleyen önemli bir unsur hâline geliyor.

Kritik mineraller ve tedarik zinciri gücü

Çin’in elindeki en stratejik avantajlardan biri ise kritik minerallerin işlenmesindeki hâkimiyeti. Nadir toprak elementleri, grafit ve manganez gibi modern teknolojilerin temel girdilerinde Çin’in payı son derece yüksek. Bu mineraller yalnızca elektrikli araçlar ya da yenilenebilir enerji için değil, savunma sanayi ve ileri elektronik üretimi için de vazgeçilmez.

Bu tablo, küresel ekonomide ciddi bir bağımlılık yaratıyor. Çin bu bağımlılığı doğrudan bir silah olarak kullanmaktan kaçınsa da gerektiğinde böyle bir kapasiteye sahip olduğunu göstermiş durumda. Ancak bu avantajın da bir sınırı var. Aşırı kullanım, diğer ülkeleri alternatif kaynaklar geliştirmeye zorlayarak Çin’in uzun vadeli üstünlüğünü zayıflatabilir.

Yapay zekâda farklı bir strateji

Yapay zekâ alanında Çin’in izlediği yol, ABD’den belirgin biçimde ayrılıyor. Washington, yüksek maliyetli ve en ileri modeller üzerinden küresel liderliği hedeflerken, Pekin daha ucuz ve yaygın çözümlere odaklanıyor. Amaç, yapay zekâyı belirli sektörlerle sınırlı bir teknoloji olmaktan çıkarıp tüm üretim ve hizmet alanlarına entegre etmek.

Bu yaklaşım, Çin’e hız ve ölçek kazandırıyor. Veri kullanımı ve düzenleme konusundaki esneklik de bu süreci hızlandıran bir faktör. Buna karşın, yüksek seviye çiplere erişimde yaşanan kısıtlar, Çin’in bu alandaki kırılganlıklarını ortaya koyuyor. Teknolojik ilerleme devam etse de kritik donanım bağımlılığı tamamen ortadan kalkmış değil.

Jeopolitik özgüven ve askerî sınırlar

Ekonomik ve teknolojik kapasite artışı, Çin’in dış politikada daha özgüvenli bir çizgi izlemesine yol açtı. Güney Çin Denizi, Tayvan ve Asya-Pasifik hattında Pekin daha iddialı bir tutum sergiliyor. Çin ordusu sayısal büyüklük ve üretim kapasitesi açısından ciddi bir güç hâline gelmiş durumda.

Buna rağmen askerî alanda önemli soru işaretleri var. Uzun süredir büyük bir savaş tecrübesi yaşamamış olması, komuta zincirindeki sorunlar ve yolsuzluk iddiaları, bu gücün etkinliğini tartışmalı kılıyor. ABD hâlâ küresel ölçekte daha geniş bir ittifak ağına ve operasyonel deneyime sahip.

Ekonomik ve toplumsal kırılganlıklar

Çin’in süper güç olma yolundaki en büyük zorluklar, iç dinamiklerden kaynaklanıyor. Emlak sektöründeki kriz, zayıf iç talep ve deflasyon riski, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Uzun yıllar hızlı büyümeye alışmış bir toplumda, işsizlik ve gelir beklentilerindeki düşüş toplumsal huzursuzluğu artırıyor.

Bu huzursuzluklar kısa vadede rejimi sarsacak boyutta olmasa da uzun vadeli istikrar açısından risk oluşturuyor. Merkezî ve kapalı karar alma yapısı, ekonomik sorunlara esnek çözümler üretilmesini zorlaştırıyor.

Sonuç: Güçlü ama sınırlı bir yükseliş

Çin bugün küresel sistemi etkileyebilen büyük bir güç. İmalat kapasitesi, teknoloji yatırımları ve stratejik kaynak kontrolü, onu vazgeçilmez bir aktör hâline getiriyor. Ancak bu yükselişin önünde ciddi yapısal sınırlar bulunuyor. Ekonomik kırılganlıklar, toplumsal beklentiler ve dış politikadaki riskler, Çin’in süper güç iddiasını karmaşıklaştırıyor.

Bu nedenle Çin’i, ABD’nin yerini alacak tekil bir süper güçten ziyade, küresel dengeleri zorlayan ve dönüştüren bir “sistem içi rakip” olarak tanımlamak daha gerçekçi görünüyor. Önümüzdeki yıllar, bu yükselişin kalıcı bir liderliğe mi yoksa sınırlı bir hegemonluğa mı evrileceğini gösterecek.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU