ABD Başkanı Donald Trump'ın ikinci iktidar dönemiyle birlikte dış politikada belli ölçülerde farklı görülen bir uygulama modelini görüyoruz.
Bu modelde Trump'ın geçmişi ve kişiliğiyle özdeşleşen bir yapı mutlaka vardır. Bunun Amerika'nın iç politikasına yansıması başka konudur.
Fakat dış politikada dünyayı ilgilendiriyor, hatta çok ülke Trump'a göre pozisyon alma ihtiyacı duyuyor.
Örneğin, Ortadoğu'da barış konusu belli bir örneklik teşkil etti.
İş insanı kökenli Trump'ın dış politika tarzı basitçe; "Benim dediğim doğrudur, söylediğimi yapın siz de kazanın, büyük bakın ve siz de refahınızı arttırın, biraz risk alın, cesur olun…" gibi temaları içeriyor.
Burada bırakmayalım, konuyu detaylandıralım.
Uluslararası ilişkiler ve Trump
Uluslararası ilişkilerin bugüne kadarki tezahürü, savaşlar, barışlar, çatışmalar veya anlaşmalar sistemi içerisinde, biraz ağır aksak işleyen yönlerin var olduğu düzendir, esasen güçler-arası hiyerarşiye dayalı, çeşitli denge ve mücadele biçimleriyle gerçekleşir.
Uluslararası ilişkiler Trump ile birlikte bir hız kazanıldı; buna ivmelendi diyebiliriz.
Hangi Trump?
Doktrini (Bkz: "Trump doktrini") gereği bir elinde havuç, diğer elinde sopa tutan biri.
Trump doktrini hem sertliği hem de barışçı olmayı içeriyor.
Hangi Trump?
İsrail'e tam destek verdi, donanmasını bölgede tuttu, CENTCOM sürekli Tel Aviv'deydi. Gazze'nin taş taş üstünde kalmayana dek vurulmasına sebep olan silah ve mühimmatı veren Trump idi.
Trump, Beyaz Saray'a geçeli tam dört kez Netanyahu ile görüşme yaptı.
İsrail'in yapıp ettiği faaliyetlerde sürekli takipte oldu. İran'a müdahale etti.
Barış elini uzatmak için bekledi.
Belli bir seviyede resmin kendi çıkarı için de gelişmesini bekledi.
Sonunda harekete geçti, şovunu yaptı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kötü mü oldu?
Bu herkes için değişir.
Ama sürecin tamamı içinde çok soru gelir akıllara…
Trump ve ABD için başka konuları ve örnekleri dile getirmek mümkün.
Ben bu konuları özellikle post-modern yaklaşım olarak açıkladım.
Post-modern ifadesini daha önce kullandım (Bkz: "Post-modern politik ekosistem").
Günümüzde çok şey değişirken dış politika ve uluslararası ilişkiler formatları mı değişmeyecek?
Kaldı ki karşımızda Trump gibi bir lider var!
Aslında Trump'ın, "Ben yaptım, barıştırdım, sorunları çözdüm" yaklaşımı, çeşitli çevrelere biraz itici veya absürt gelmiş olabilir.
Hatta buna "narsist" kişilik etkisi diyenler de çıktı.
Fakat, Ocak 2025'ten bu yana, henüz 1 yıl dolmadan, dünya, yavaş yavaş bu tür dış politika ve diplomasi şeklini çözmeye ve uyum göstermeye çalışıyor görüntüsü verdi.
Hatta bazı ülkeler ve liderler bu farklı tarza, diğerlerine oranla daha yakın oldu.
Trump'ı kabul eden ilk örnek coğrafya Ortadoğu oldu.
7 Ekim'de başlayan ve bugünlerde barışa evrilen bu son İsrail-Hamas çatışması içerisinde bu tarz yaklaşımın somutlaşması gözlendi ve Trump'ın post-modern dış politikayla ilgili bazı detaylar elde edildi.
Bu İsrail-Hamas ateşkesi veya barışı konusuna ileriki bölümde değineceğim, şimdi diplomasideki, dış politikadaki ve uluslararası ilişkilerdeki bu yeni perspektifi biraz daha açalım.
Bilindiği gibi, bugüne dek sorunları çözecek nitelikte barış konferansları yapılır, çok sayıda ülke ve delege belli kentlerde toplanırdı.
Bu liderler ve delegeler uzunca süre hem kendi içlerinde hem de karşılıklı müzakereler yaparlardı.
Bu belki 3 gün sürerdi, belki aylarca devam ederdi.
Barış konferansları neticesinde ya anlaşma olur ya da ara verilirdi, başka bir düzenin tesisi çabası görülürdü.
Bugün baktığınızda ortada oldukça karmaşık, ama sadece o işe katkı verebilecek aktörlerin devreye sokulduğu hızla hareket edip, nihai amaca teksif olan, çözüm fikrini veya niyeti ortaya koyan bir yöntem var.
Bu yöntemde ve içeriklerinde fazla miktarda belirsizlikler barınsa da bu yaklaşım isteklilerin katkı vermesini ve inisiyatif almasını kolaylaştırmaktadır.
Anlaşma metinleri bile net değil! Anlaşma metinlerine dair "bu bir barış anlaşması" diyebileceğimiz doku olmasa da ilerleme mümkün olabilmektedir.
Yeni diplomasi şeklinde doğrudan lidere bağlı özel temsilcilerin atanması ve güvenilir yakınların faaliyeti önem kazandı.
Bu hızlı hareket etmenin bir formülü olarak Trump tarafından uygulanmaya başlandı.
Ortadoğu'da da Ukrayna-Rusya savaşında da örnekleri var.
Bu kimseler kilit isimlerden seçiliyor ve sahaya doğrudan nüfuz sağlayabiliyor.
Günümüzde istihbarat diplomasisi de öne çıkan konulardandır.
İstihbarat direktörleri sahayı düzenleme görevlerinin yanı sıra, sonuçta bir masa etrafına gelmesi beklenen aktörleri ikna etmek üzere çalışmaktalar.
Belli bir sorunu çözmek için bir noktaya toplanmış liderlerin gölgesinin düştüğü bir barış masası tasavvur edin.
O masada, bir güç oluşumu sağlanıyor.
Bu noktada, ortak politik güç ile bir barışçı düzen inşa etmek şeklinde bir sonuçtan bahsedebilirsiniz.
Aktörler, bir başat aktörün etrafında güçlü konumdaki liderler, bölgesel liderler, inisiyatif almak isteyenler, gibi tasnif edilebilir.
İmzayı atanlar ile böylesi bir imzaya çeşitli amaçlarla kendi gücünü veya çıkarını yansıtan aktörlerin "ortak niyet beyanı" gerçekleşmiş olur.
Başka ifadeyle, başat aktör lideri, diğer imzacılar ve orada bulunmakla destek veren aktörler, "bu iş artık böyle olacak" şeklindeki "ortak irade" metnini veya görüntüsünü oluştururlar.
Bu yeni dış politika uygulaması her ne kadar Trump ile hız kazandı ise de acaba Rusya, Çin, Avrupa gibi klasik yöntemi esas alanlar tarafından nasıl bir görüntü çıkacak?
Bu günümüzün yaklaşımı diğer güçlerce de doğrudan kabul edilecek mi, acaba tam olarak kullanılabilecek bir yöntem haline dönüşecek mi?
Dünya genelinde belki melez bir diplomasi ve dış politika şekli oluşabilir.
Putin'in Rusya'sı bu melez uygulamaya adaydır.
Avrupa ülkelerinden bazıları da buna katılabilir.
Trump ile birlikte günümüzde ortaya fiili bir durum çıktı; diplomasi, dış politika ve uluslararası ilişkiler (ki buna bundan böyle "küresel çözümler" de dense yanlış olmaz) hız kazandı, çok alanlı baskıya dönüştü, özellikle medya baskısı küresel algıya etki ediyor ve bütünüyle Trump'ın bu "kazan-kazan" şeklinde ifade edilebilen yöntemine dayalı bir "riskli model" ortaya çıkıyor.
Bu yeni model bir baskı oluşturuyor (buna "dominasyon" diyeceğiz), bu baskı esasen "algı yönetimi" olarak bildiğimiz bir yöntemi içinde barındırıyor.
Medya, dominasyonda ve algı yönetiminde çok işe yarıyor.
Bütün insanların algısında o işin öyle olduğunu veya olması gerektiğini inşa eden büyük bir medya yapısı işlerlik kazanıyor.
"Risk yönetimi" dış politikaya tamamen girdi.
Klasik devlet yapılarının bu hızlı dış politika süreçlerinde, bir de bunun üstüne risk almaları hususu, üzerinde oldukça tartışılması gereken yeni bir durumdur.
Jeopolitik ve stratejik bağlamda bunun getirisi götürüsü ne olacak, göreceğiz.
Uluslararası ilişkilerde "yumuşak güç" ve "sert güç" uygulamaları bilinir.
Yakın zamandan beri ABD "akıllı güç" yöntemini uygulamaktadır.
Akıllı güç, stratejik planlamayı da bu şekilde yapmayı ve sonunda kazanım elde etmeyi gerektirir (Bkz: "Akıllı güç").
Bütün bu çerçevede düşünürsek, Trump'ın post modern dış politikasının ana hatları şunlardır:
Kazan kazan, risk yönetimi, hızlı hareket, lider diplomasisi, özel temsilciler, istihbarat diplomasisi, dominasyon, medya ve güçlü algı yönetimi, refah öncelikli barış inşası, risk alınması, inisiyatif geliştirilmesi ve akıllı güç.
Bunu aşağıdaki şekilde resmedebiliriz:
Mısır zirvesi örneği
Gelelim Mısır'daki Hamas-İsrail çatışmasını sona erdiren veya en azından ara verilmesi süreci ile tarif edebileceğimiz konuya.
Temel değişiklik şu, mutabakat metinlerinin kaleme alınmasındaki teknik şöyle hazırlanıyor:
Taraflar (katılımcılar) mutabakat metninde kendi bakış açısını görebilsin, kendine göre alacağını alsın, ancak sonuçta birlikte hareket etmeye rıza göstersin, varsa riski almak için girişimde bulunsun.
Bakın burada; niyetler, mutabakatlar, ateşkes sözcükleri, güvenceler, silahların bırakılması, hızla refaha ulaşılması, aynı zamanda barış sözcüğünün ifade edilmesi, irade gibi kavramlar var. Ateşkes ve barışın nasıl olacağı hakkında oldukça soru soruluyorken, yani "belirsizlikler" had safhadayken, yine de bir "ümit" üzerinden çalışmaların ilerletilmesi söz konusu olmaktadır.
O halde bu Hamas-İsrail barışı konusu, bir "umudun iradesi" şeklinde mi tarif edilebilir, yoksa "niyetlerin iradesi" veya diğer ifadeyle çıkarların ortak noktasına dayalı iradeyi mi tarif edebilir?
Dış politikada niyet beyanı nasıl gerçekleşecek?
Görüldüğü üzere, Şarm el-Şeyh'te bir "niyet beyanı" oluşturuldu, mutabakat metni buna göre hazırlandı.
Hamas-İsrail meselesinde, fiili durumda görülmekte, dahası var; Afganistan'dan Doğu Akdeniz'e, Güney Kafkasya'dan Yemen'e, hatta Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bölgedeki barışta, Ortadoğu barışında, Trump "irade bende" diyor!
Hamas neyi umut ediyor ve iradesi ne ölçekte saha ve masaya yansıyor?
İsrail için benzer muhasebeyi yapın.
Nihayetinde Trump'ın Amerika'sı uygulamasına bakın.
Şarm el-Şeyh'teki anlaşma bir "Refahın ve Barışın Sürdürülmesi için Trump Deklarasyonu" olarak açıklandı.
O halde yeni durum şu:
Mutabakat, niyet beyanı ve deklarasyon metni ile ne denli sonuç alınabilir?
Amaca gidilecek yolda güçlü bir iradenin altında görev paylaşımı söz konusudur.
Bu görev paylaşımında temel hedefe bakılması gerektiğini görüyoruz.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır dönüşü uçakta gazetecilere, Trump Deklarasyonu metnini de okuyarak, şu konuyu hatırlattı:
ABD Başkanı Sayın Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Sayın Sisi, Katar Emiri Sayın Al Sani ve şahsım dörtlü bir imza uygulaması yaptık. Attığımız bu imzalar sıradan değil. Bu imzalarla da artık bu barış iradesi tarihin kayıtlarına girmiş durumda. […] İnşallah Gazze'de şu an itibarıyla çatışmalar sona ermiş durumda. Bunun Sayın Trump tarafından ilan edilmiş olması çok çok önemli. Bu işin birinci derecede takipçisi Sayın Trump olacak. Bunu kendisiyle yaptığımız görüşmelerde de ifade etti...
Türkiye
Türkiye'nin pozisyonuna bakalım.
Türkiye bu yeni modeli kullanan ender ülkelerden birisi oldu.
Burada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yine kendi kişiliği ve yöntemi esas oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başkan Trump ile benzer anlayış ve yaklaşımlara sahip olduğunu iddia edenler de yok değil.
Ama neticede birbirleriyle yakın diyalog kurabiliyorlar.
Konuyla ilgili Trump şöyle söyledi:
Ne zaman ihtiyaç duysam [CB Erdoğan] hep yanımda oldu. Bizi asla yarı yolda bırakmıyor.
Her defasında Trump, Erdoğan hakkında çok sevdiğini ifade eden sözcükler kullanıyor ve dünya sahnesinde bunu açıkça ifade ediyor, iş yapma tarzının benzerliğini öne çıkarıyor, desek doğru olur.
Bu son karmaşık olayda çerçeveyi doğru çizmemiz gerekiyor.
Esas konu (daha önce tanımladığım üzere) Ortadoğu ve bir bakışla da Doğu Akdeniz gibi bir önemli coğrafyayı kapsıyor.
İçinde neler var, Doğu Akdeniz'e bakalım:
- Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının belirlenmesi,
- Buna dayalı anlaşmaların yapılması,
- Denizdeki petrol ve gaz sahalarının işletilmesi,
- Burada başka yeni enerji çalışmalarının yapılması ve zenginliklerin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması,
- Batı entegrasyonuna bağlı banka, sigorta, ticaret usullerinin ve hukukun işlemesi,
- Bütün bunları yapabilecek iradenin olması,
- Radikallerin eline silah alıp çıkması yerine, güçlü ve anlayışlı ülke politikalarının daha fazla refahı istemeleri,
- Her liderin kendi radikal unsurları üzerine baskı kurmasının sağlanması ve terörün engellenmesi.
Bu gibi hususlarla bir "barışı isteme baskı (dominasyon) yöntemi" ortaya çıkıyor.
Günümüzde Türkiye için sorumluluk ve ilgi sahası gelişti.
Buna göre yapılar kuruluyor ve dış politika buna göre düzenleniyor.
Gerekirse inisiyatif de risk de alınıyor.
Ancak ortaya çıkan durumlara verilecek tepkiler de var.
Örneğin, Suriye'deki durum oldukça hassasiyetini korurken, bu konu üzerine bile Türkiye, İsrail ve Amerika ile bazı noktalarda ters düşüyor.
Ama mücadele ve buna ilişkin politika duracak veya bekleyecek değil, kazanmak hedeflenecek!
İşte şimdi Türkiye hem Suriye'de hem de bir biçimde Gazze'de konumlanıyor.
Güç mücadelesi içinde diğer bölgesel aktör olarak rakibi İsrail ve öyleyse her iki taraf da politikalarını sahada ve masada olacak biçimde fiile dönüştürecek.
Bu kaçınılmaz bir durum ve kötü de değil, çünkü dinamizm gerektiriyor.
Belki ileride yeni dostluklar, kazanımlar, nüfuz alanları tesis edilecek!..
Çalışmadan, gayret etmeden, bir iddia ortaya koymadan olmaz!
Biri yapar, biri bakar olmaz!
Ama en azında Doğu Akdeniz'de "Türkiyesiz olunamayacağı" gerçeğini karşı taraftakilere nüksettirebilirse ve Türk dış politikası bunun için aktif olursa -ki öyle- ilerleme sağlanabilir.
Bunun ucunda canlı olan bir Kıbrıs davası da var.
Hayati! Hani diyorlar ya, varoluşsal!..
Dolayısıyla konulara bir bütün halinde, stratejik ve jeopolitik bakımdan bakmak gerekiyor.
Dış politika artık bu anlayışları kapsar mahiyettedir.
Sonuç
Dünyanın en karmaşık konularından biri olan "Ortadoğu barışı" ile ilgili olarak şu anda Gazze'de sahnelendi, Mısır'da imzalar atıldı.
Yeni dış politika yapma usullerini her yönüyle tahlil etmekte yarar olacaktır.
Bu durum geçerli bir sistem olacağını mı, yoksa başka/yeni problemlerin kaynağını mı oluşturacak?
Riskler, belirsizlikler var; buna karşılık inanç ve gayret de var.
Böyle bir barış atmosferinin oluşturmasını şimdiden görmek için çaba sarf etmek gerekiyor ise bu el birliğiyle olacaktır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish