Yeni Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Safi Arpaguş'un devir-teslim töreninde yaptığı "iyiliği yaymak" merkezli konuşmasını Türkiye'de sadece kurumsal bir değişimin değil, aynı zamanda zihinsel bir dönüşüm ihtimalinin de işareti olarak okumak istedim.
Zira Diyanet, cumhuriyet tarihinden bugüne, hem devlet hem de toplum katında kendine özgü bir rol üstlendi.
Bugün geldiğimiz noktada, bu kurumun hizmetleri, toplumsal etkisi ve eksikleri hakkında daha geniş bir tartışmaya ihtiyaç var.
Şunu teslim etmek gerekir:
Diyanet, yalnızca hutbeler ve dini günler için değil; doğumdan ölüme kadar birçok döneme eşlik eden, vatandaşın hayatına doğrudan dokunan bir kurum.
Cenaze ve defin hizmetlerinden, hac ve umre organizasyonlarına; din eğitimi ve vaazlardan yurtdışı temsilciliklerine kadar geniş bir yelpazede hizmet veriyor.
Aile danışmanlığı, dini yayıncılık, çocuklara ve gençlere yönelik rehberlik çalışmaları da azımsanamaz elbette.
Bu yönüyle bakıldığında, Diyanet'in Türkiye'de bir boşluğu doldurduğu ve milyonlarca insanın gündelik hayatında bir referans noktası olduğu tartışmasız.
Ancak şu soru hep sorulur:
Bu hizmetler, toplumun tüm kesimlerini kucaklamaya yetiyor mu?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bugüne kadar Diyanet'in hizmetleri, kurumsal kimliği ve dini söylemi büyük ölçüde Hanefi-Sünni gelenek üzerinden şekillendi.
Bu, kuşkusuz Türkiye toplumunun önemli bir bölümünün dini hassasiyetleriyle örtüşüyor.
Ancak kendisini bu geleneğin dışında gören Aleviler, caferiler, Şafiiler gibi farklı mezheplere mensup Müslümanlar ve hatta kendini "dindar" olarak tanımlamayan kesimler açısından Diyanet, çoğu zaman uzak, temsil gücü sınırlı bir kurum olarak algılandı.
İlk kuruluş amacına dair tartışmaları bir yana bırakarak söyleyecek olursak bu algının temel sebebi diyanetin hizmet alanını sınırlı tutmasından ileri geldiğini söyleyebilirim.
Şöyle ki: Eğer Diyanet mevcut hizmet alanının dışında günümüz insanının küreselleşme ve dijitalleşme süreçleri sonucunda maruz kaldığı ekonomik, hukuksal, psikolojik, epistemolojik sorunları da hizmet alanına almış olsaydı her kesimden insana söyleyecek sözü, ileteceği hizmeti ve mesajı olurdu.
Türkiye'nin toplumsal çeşitliliği kadar, dünyanın gidişatı da bu ihtiyacı daha görünür kılıyor.
Savaşların, göçlerin, küresel krizlerin ortasında insanlık, aslında büyük bir "anlam krizi" yaşıyor.
Yalnızca ibadet ve itikat merkezli bir dini anlayış, çağımızın sorunlarını karşılamaya yetmiyor.
Gençlerin zihin dünyası işsizlik, adalet, umutsuzluk, dijitalleşme, yapay zekâ, küreselleşme, iklim krizi ve kimlik tartışmalarıyla şekillenirken, Türkiye'de ve dünyada ırkçılık, şiddet, ahlaki yozlaşma yükselirken Diyanet'in de bu alanlarda sözü, vizyonu ve rehberliği olması gerekiyor.
Mevcut hizmet alanı kadar bu alanda da bir birleştirici ve ufuk açıcı bir vizyona ve anlayışa ihtiyaç olduğu ortadadır.
Bir başka Diyanet bunun için mümkün.
Sanat ve edebiyatla ilişki kurabilen, düşünce dünyasına katkı sunabilen, farklı inanç ve felsefi yaklaşımlarla diyaloğa açık bir Diyanet…
Küresel sorunlar karşısında barış dili geliştiren, gençlere umut aşılayan, kadınların hayatın her alanındaki mücadelesini görmezden gelmeyen, dijital çağın etik sorunlarına ve ahlaki ikilemlerine dair perspektif üretebilen bir Diyanet…
Böylesi bir kurum, yalnızca camilerde vaaz veren bir yapı değil; topluma düşünsel, kültürel ve ahlaki ufuk açan bir merkez haline gelebilir.
Kısacası, dinin toplumsal işlevini ve amacını yeniden yorumlayan, bireyi yalnızca ahiret bilinciyle değil, dünya sorumluluğu ile de donatan bir vizyon merkezine dönüşebilir.
Elbette bu dönüşüm kolay değil.
Kurumsal alışkanlıklar, siyasi baskılar, toplumdaki beklentilerin farklılığı böyle bir vizyonun önünde ciddi engeller oluşturuyor.
Ancak zor olması, imkânsız olduğu anlamına gelmez.
Tam tersine, bugün Diyanet'in önünde tarihsel bir fırsat var: Toplumu kutuplaştıran, dini kimlikler üzerinden ayrıştıran değil; ortak değerleri öne çıkaran bir söylem geliştirmek.
Yeni başkan Prof. Dr. Safi Arpaguş'un "iyiliği dünyaya yaymak" merkezli konuşmasını bu yönde atılacak adımlar için bir işaret olarak okumak istiyorum.
Safi Hoca'nın bu vizyon ve birikimde olduğunu düşünüyorum ve geçmiş yıllardaki gibi temsil ve politik tartışmaların odağında olmayacağını ümit ediyorum.
Elbette mesele sadece kişisel vizyon değil, kurumsal bir dönüşüm meselesidir.
Misyon ve vizyon yaklaşımlarından, günlük pratiklere; yayın politikalarından uluslararası ilişkiler stratejilerine kadar geniş bir çerçevede yeniden yapılanmaya ihtiyaç var.
Sonuç olarak, evet, bir başka Diyanet mümkündür.
Soru şu: Biz böyle bir Diyanet'i gerçekten istiyor muyuz?
Eğer cevabımız "evet" ise, o zaman tartışmayı yalnızca "daha iyi hizmet" düzeyinde değil, "daha kapsayıcı ve daha vizyoner bir gelecek" düzeyinde yapmamız gerekiyor.
Çünkü Diyanet, yalnızca bir kurum değil; Türkiye'nin toplumsal ruhunu şekillendiren, bireylerin anlam dünyasına dokunan en önemli kurumlardan biridir.
Onun dönüşümü, aynı zamanda toplumdaki birlikte yaşama ve barış kültüründeki dönüşüm anlamına gelecektir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish