Türkiye, son bir haftaya adeta fırtına gibi girdi.
Bazen öyle gelişmeler yaşanır ki, 3-5 yılda karşılaşamayacağınız olayları birkaç gün içinde art arda yaşarsınız.
Neyin nasıl geliştiğini, hangi sahneleri kaçırdığınızı ise ancak sonradan oturup uzun uzun düşünürsünüz.
PKK, silah bırakma törenini gerçekleştirdi.
Hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap ittifakı söylemi gündeme oturdu.
Aynı konuşmada geçen “Bu süreci AK Parti, MHP ve DEM Parti birlikte yürütecek” ifadesi de kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türk-Kürt-Arap ittifakı vurgusu ve ardından Özgür Özel’in bu sözlere gösterdiği tepkiyle ilgili düşüncelerimi daha önce paylaşmıştım.
Bugün de AK Parti–MHP–DEM Parti ittifakı hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.
Cumhurbaşkanı'nın bu açıklaması, sonrasında hem kendisi hem de Pervin Buldan ve bazı başka isimler tarafından kısmen tashih edildi.
Bu, bir yalanlama ya da inkâr değildi; daha çok düzeltme şeklinde yansıtıldı.
Ama biliyorsunuz: Düzeltme başka şeydir, yalanlama ya da inkâr başka...
Ortada ne bir inkâr ne de toptan bir ret var.
Yalnızca bazı küçük düzeltmeler söz konusu.
Peki konu ne?
Çok fazla dallandırıp budaklandırmadan anlatmaya çalışayım.
Bugüne kadar, son iki seçim de dahil olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi ile DEM Partisi arasında bir ittifak vardı.
Selahattin Demirtaş da bu ittifakın bir parçasıydı.
Abdullah Öcalan ise 2019 yerel seçimlerinde, Tunceli’den öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Kemal Özcan aracılığıyla gönderdiği mektupta, DEM’in tarafsız kalması gerektiğini, bu siyasi hesaplaşmaya dâhil olmaması gerektiğini belirtmişti.
Ancak o dönemdeki HDP; Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu ve sonraki seçimlerde Özgür Özel ve Selahattin Demirtaş ile birlikte hareket etmişti.
Şimdi ise son iki-üç aydır, CHP'li belediye başkanlarına yönelik operasyonlara, gözaltı ve tutuklamalara rağmen Selahattin Demirtaş’ın tek bir tweet bile atmaması ve tabiri caizse HDP’nin -ya da eski HDP’nin- topa girmemesi, mümkün olduğunca kenarda durması dikkat çekiyor.
Ve nihayetinde Cumhurbaşkanı'nın, “Bu süreci AK Parti, MHP ve DEM Parti birlikte yürütecek” demesi, adeta sigortaları attırdı.
Neden?
Çünkü Türkiye’deki bazı laik Kemalist sol çevreler, ulusalcı Türk milliyetçileri, Alisiz Alevi gruplar, Marksist Aleviler ve genel olarak Türk solu, açık şekilde Cumhur İttifakı’nın karşısında konumlanmış ve bir ittifak içindeydi. Bu durum gizli saklı da değildi.
Son iki yerel seçimde de, “kent uzlaşısı” çerçevesinde HDP/DEM, elinden geldiğince oylarını CHP adaylarına yönlendirdi.
Ancak şimdi bu ittifakın bozulma ihtimali -hatta ihtimalin de ötesinde, fiili bir durumun ortaya çıkması- ciddi tartışmalara yol açtı.
Bu konuları tek tek, uzun uzun anlatmak istemiyorum.
Ama tartışmaların ana hatlarını şöyle özetleyebiliriz:
Kürtler demokratları mı satıyor?
Kürtler Türkleri mi yarı yolda bırakıyor?
Kürtler etik olmayan bir ittifaka mı yöneliyor?
Kendi taleplerini alıp Erdoğan’ı yeniden başkan mı yapacaklar?
Bu tür iddialar, dedikodular, karalamalar son günlerde hızla yayılmaya başladı.
Şimdi isterseniz, çözüm sürecinden bugüne kadar geçen süreci, elimden geldiğince kronolojik olarak size anlatayım.
Söylediklerimde bir yanlışlık varsa, internet orada; açın Google’dan kontrol edin, olayları adım adım siz de takip edebilirsiniz.
Bildiğiniz gibi, 2013 yılının başında, ocak ayında çözüm süreci başladı.
Peki, neydi bu çözüm süreci?
Tıpkı bugün konuştuğumuz gibi: PKK silah bırakacaktı, dağdaki örgüt mensupları Türkiye dışına çekilecekti ve ardından kademeli olarak, bugün de tartışmakta olduğumuz çeşitli iyileştirmeler devreye girecekti.
Ve elbette, asıl mesele olan “turpun büyüğü” başkanlık sistemiydi.
O dönemde HDP, Recep Tayyip Erdoğan’ı başkanlık seçimlerinde destekleyecekti.
Ben bu sürecin birinci elden şahidiyim.
Kim ne diyorsa desin, kim ne yalan söylüyorsa söylesin; isteyen gelsin, bunları açık açık tartışalım.
İmralı’da Abdullah Öcalan, “Başkanlık sistemini de tartışabiliriz” dedi.
“Biz başkanlık sistemine kesinlikle karşıyız” gibi bir ifade kullanmadı.
“Bu süreç başarıya ulaşırsa, hepimiz özgür olacağız” dedi.
“Silahların devri geçmiştir” dedi.
“Bundan sonra PKK ve Kürt siyaseti yeni bir döneme girecek. Artık silahla, şiddetle değil; Kürtlerin meşru hakları demokratik yollarla savunulacak” dedi.
Bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğinden, İslam birliğinden söz etti.
Hiçbir şey bilmiyorsanız bile, 21 Mart 2013’te Diyarbakır Nevruz Meydanı’nda okunan Öcalan’ın mektubunu internetten açıp okuyun.
Bugünden farklı ne söyledi?
Aslında pek bir şey değişmedi.
Peki sonra ne oldu?
Süreç bozuldu.
PKK’ya göre süreci hükümet bozdu; hükümete göre ise PKK.
Ama olan biten şuydu: İçerideki ve dışarıdaki şer odakları el ele vererek bu süreci sona erdirdiler.
Suriye’de “Suriye parçalanacak, yeni bir Ortadoğu kurulacak” diyen uluslararası güçler, PKK’ya da “Size orada bir devletçik vereceğiz” dediler.
PKK’ya hendekleri kazdırdılar.
İçeride ise o dönemde MHP ve CHP de dahil olmak üzere ulusalcı çevreler ile Gülen cemaati, bu sürecin bozulması için ellerinden geleni yaptılar.
Bu da başka bir konu. Bu konuda daha önce çok konuştum, çok şey söyledim.
Ancak bugün vurgulamak istediğim nokta, çözüm süreci kronolojisinin bozulmasında en temel kırılma noktası olan Dolmabahçe Mutabakatıdır.
Peki, Dolmabahçe Mutabakatı ne zaman oldu?
Dikkat edin: 28 Şubat 2015.
Şubat ayının son günü.
O gün bir protokol ortaya kondu. İçeriği bugünkü tartışmalarla büyük ölçüde benzerlik gösteriyor.
Maddelerini tek tek burada saymıyorum, isteyen internetten bakabilir.
Ve hemen ardından ne olduysa, farklı gelişmeler yaşanmaya başladı.
28 Şubat’tan sonra...
Tekrar ediyorum: Girin Google’a, gün gün takip edin:
- 1 Mart’ta ne olmuş?
- 5 Mart’ta ne yaşanmış?
- 11 Mart’ta ne denmiş?
17 Mart’a kadar süreçte ciddi bir kırılma yok.
Hiçbir çatlak, hiçbir cızırtı gözlenmiyor.
Ancak 17 Mart günü, Selahattin Demirtaş o meşhur “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü söyledi.
Bu açıklamadan sadece üç gün sonra, 20 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan çözüm sürecine dair ilk olumsuz açıklamalar gelmeye başladı.
Yani, 17 Mart’ta bu söz söylendi, 20 Mart’ta Erdoğan’dan farklı tonda açıklamalar geldi.
Buna rağmen 21 Mart’ta, Abdullah Öcalan Nevruz mesajında sürece bağlı kaldığını gösterdi.
21 Mart tarihi önemlidir; bilmeyenler için hatırlatalım:
Öcalan, 2013 Nevruz’undaki mesajının neredeyse aynısını 2015’te de yineledi. Aynı çizgide kalmaya devam etti.
Ancak ondan sonra süreç, ne yazık ki bozuldu.
Kim bozdu?
Neden bozuldu?
O “başkan yaptırmayacağız” sözünü kim söyletti?
Bunlar hâlâ tartışılıyor.
Kimin ne bildiği, kimin ne söylediği ayrı bir mesele; fakat görünen gerçek şu:
Bu noktadan sonra siyasette tamamen AK Parti karşıtı bir cepheleşme şekillenmeye başladı.
Tekrar ediyorum: Türk solu, Ali’siz Aleviler, ulusalcılar...
Yani Türkiye’deki ulusalcı milliyetçiler -ki buna Ümit Özdağ da, İYİ Parti de dahil- CHP ile birlikte ortak bir karşı cephe oluşturdular.
Her iki seçimde de DEM Parti, Öcalan’ın uyarılarına ve itirazlarına rağmen CHP’yi destekledi.
Bu durum oldukça açık ve net.
En son 2024 yerel seçimlerinde Meral Danış Beştaş’ı İstanbul’da göstermelik bir aday olarak çıkardılar.
O dönemde, “Bu aday göstermelik; danışıklı dövüş yapıyorlar, çok az oy alacak, oyların büyük kısmı yine CHP’ye gidecek; kent uzlaşısı adı altında bir oyun oynanıyor” dediğim için neredeyse linç edildim.
Ama sonunda, utanmadan tam da bunu yaptılar.
Halkla adeta alay ettiler.
Bir yandan aday gösterdiler, öte yandan başka planlar yürüttüler.
Adayın aldığı oy da ortada: İstanbul’da sadece yüzde iki civarında oy aldı.
İstanbul’da DEM Parti’nin oyu gerçekten bu kadar mı?
Sonraki süreçte de benzer bir gidişat sürdü.
2019 yerel seçimlerinde de aynı şey yaşandı.
Öcalan o dönem “Karışmayın, üçüncü bir yolda durun” demesine rağmen farklı tutumlar sergilendi.
Edirne’den Selahattin Demirtaş da “Yürü Bay Kemal, yürü Piro” şeklinde tweetler attı.
Bu karşı cephe, bu çizgide devam etti.
Ve geldik bugüne...
Bugün, yeni bir süreç yeniden başladı.
Hepimizin destek verdiği bir süreç bu.
2013’te de benim tavrım aynen böyleydi:
Sürecin başarılı olması için elimden geleni yaptım; hendeklere karşı çıktım, çözüm sürecinin bozulmasına karşı durdum, silahlı dönemin sona erdiğini savundum.
Tüm bunları açık açık söyledim.
12 yıllık bir kayıptan sonra, çok şükür, yeniden bir noktaya geldik.
Şimdi, süreç başarıya ulaşsın diye, elinden gelen katkıyı koyan herkes -iyi niyetli olanlar- yine aynı gayreti gösteriyor.
Şimdi burada da aynı süreç yeniden önümüze gelmiş durumda.
Peki, bu işin sonu nereye varacak?
Yani AK Parti, MHP, DEM Parti, Öcalan ve Mesut Barzani birlikte bir süreci yürütüyorlar.
Ve şu ana kadar -ufak tefek cızırtıların dışında- süreç büyük ölçüde kazasız belasız ilerledi.
Peki bundan sonra ne olacak?
Yasal düzenlemeler, anayasal değişiklikler, yeni kanunlar gündeme gelecek...
Peki, bu adımlar atılırken ve süreç başarıyla ilerlerse, tekrar söylüyorum;
"Yok efendim, sizi kandırıyorlar, altını boşaltıyorlar, göstermelik yapıyorlar" türünden yorumlar ayrı bir tartışma konusu.
Ama süreç gerçekten başarılı olursa, DEM Parti bu oylamalarda AK Parti ve MHP ile birlikte hareket etmeyecek mi?
Bu durumda, “Ne oluyor?” diye sorulmayacak mı?
Eğer başarı hedefleniyorsa, bu tür adımlar atılmak zorunda.
Ve diyelim ki her şey planlandığı gibi ilerledi.
Suriye’de Kürtlerin demokratik hakları anayasal güvence altına alındı. Süreç başarıyla tamamlandı.
Ben burada, önümüzdeki dönemin güçlü ihtimallerinden söz ediyorum.
Süreç tamamlandı ve sonunda bir cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi.
Bunca adımı AK Parti ve MHP ile birlikte atan DEM Parti, kalkıp da karşı blokta yer alan -bu isim Özgür Özel olabilir, Kılıçdaroğlu olabilir, İmamoğlu olabilir ya da şu an hiç bilmediğimiz başka biri olabilir- ve onlara destek veren Ümit Özdağ, Musavat Dervişoğlu, Büyük Birlik Partisi veya Yavuz Ağıralioğlu gibi "Bu ülkeyi böldürtmeyiz, Türklüğü sildirmeyiz!" sloganlarıyla siyaset yapan kesimlerle mi ittifak kuracak?
Ve DEM Parti ya da Kürtler, oylarını bu bloğa mı verecek?
Tekrar altını çizerek söylüyorum:
Eğer süreç gerçekten başarılı geçerse, "Yok sizi kandırıyorlar, Erdoğan Kürtleri kullanıyor" türü söylemler anlamını yitirir.
Kim ne yapıyorsa yapsın, Kürtlerin de aklı var, tüm bu gelişmeleri değerlendirirler.
Bir tarafta Türk solu, Ali’siz Aleviler, Kemalistler, Yavuz Ağıralioğlu, Musavat Dervişoğlu, Ümit Özdağ ve CHP varsa...
Diğer tarafta da -umarız- bu işi aldatmadan, kandırmadan, kolaycılığa kaçmadan başarıyla yürütecek yeni bir süreç doğarsa...
Kürtler, sandıkta tercihini kimden yana kullanacak?
Ancak elbette, DEM Parti içindeki bazı unsurların tek bir derdi var: Mevcut iktidarın Türkiye'de gitmesi.
Peki yerine kim gelecek?
Ümit Özdağ mı?
Onu da açıkça söylemiyorlar.
Ama görünen o ki, bu çevreler bazı güç odaklarıyla iş birliği içinde bir süreci yürütmeye çalışıyor.
Türk solunun marjinal kesimleriyle, Ali’siz Alevi çevrelerle, Marksist gruplarla, ulusalcılarla birlikte bu süreci baltalayacak bir “cızırtı” arıyorlar.
DEM Parti içerisindeki Baas Partisi uzantıları da aynı çizgide hareket ediyor.
Gerçekten hayret ediyorum: Kendilerini bu kadar açık bir şekilde ortaya koymalarına, karşıtlıklarını bu denli cesurca sergilemelerine şaşırıyorum.
Evet, DEM Parti içindeki Baasçı çizgi de bu cephede yer alıyor.
Bu nedenle arkadaşlar, mesele bir ittifak meselesi değil.
Eğer bir ittifak olacaksa, bu “hayır” üzerine değil; başarı, çözüm ve umut üzerine kurulmalı.
Şunu ifade etmek istiyorum:
Eğer bu işler başarıyla yürütülürse ve çözüm dediğimiz hedef %70, %80, %90 -hatta inşallah %100- oranında başarıya ulaşırsa, o zaman bu süreci yürütenlerle, bu çözümü inşa edenlerle; karşı çıkanlar net bir şekilde birbirinden ayrışacaktır.
Bu nedenle bugünden AK Parti’nin de kendisini yeniden inşa etme mecburiyeti vardır.
Kadrolarını, fikirlerini; özellikle de DEM Parti’nin -yani Öcalan’ın 2013’ten bu yana çizdiği perspektifin- içeriğini dikkate alarak yeniden yapılandırmaları gerekiyor.
Ayrıca, süreci sabote etmeye çalışanların ekmeğine yağ sürecek adımlardan da kesinlikle kaçınılmalı.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish