Türk-Kürt-Arap ittifakı... Nasıl?

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Aylardır beklenen PKK'nin silah bırakma süreci nihayet başladı.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne (IKB) bağlı Ranya kenti yakınlarındaki bir mağaranın önünde -ki bu Casene Mağarası'nın tarihi bir önemi var, birazdan ondan da söz edeceğim- düzenlenen törende, 30 PKK mensubu silahlarıyla birlikte gelerek hem Türkçe hem de Kürtçe bir bildiri okudu.

Ardından silahlarını ateşe verdiler.


Casene Mağarası'nın önemi nedir?

Casene Mağarası'nın önemi ise şu iddiaya dayanıyor:

Söz konusu mağaranın uzunluğunun yaklaşık 40 kilometre olduğu söyleniyor.

Bugüne dek hiç kimsenin sonuna kadar gidemediği ifade ediliyor. 

Ancak bu mesafe nasıl ölçüldü, hangi teknoloji kullanıldı, doğrusu bu da bilinmiyor.

Mağaranın asıl tarihî önemi, 1919 yılında İngilizlere karşı isyan eden Şeyh Mahmud Berzenci'nin karargâhı olması.


Peki, Şeyh Mahmud Berzenci kimdir ?

Şeyh Mahmud Berzenci, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasından sadece iki gün sonra, 21 Mayıs 1919'da İngilizlere karşı ayaklanan; uzun yıllar onlarla çarpışan ve Osmanlı Birliği içinde Türkiye yanlısı bir Kürt muhtariyetini savunan bir liderdir.
 


PKK'nin silah bırakma töreni, birçok kişi tarafından sembolik bir adım olarak değerlendirildi.

Evet, gerçekten de sembolik bir anlam taşıyor.

Elbette dağdaki tüm PKK mensupları sadece bu 30 kişiden ibaret değil.

Ancak unutulmamalı ki, semboller önemlidir.

Sembolik adımlar da büyük anlamlar taşır.

En uzun yolculuklar bile küçük bir adımla başlar.

O ilk adımı atmadan hedefe ulaşmak mümkün değildir.

İşte şimdi o ilk adım atılmış oldu.


Elbette bu bir süreçtir.

Kandil Dağı'nın boşaltılması, dağdaki tüm PKK mensuplarının silahlarını teslim etmesi, Kandil ve çevresindeki PKK'nın konuşlandığı tüm alanların Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlı peşmergeler tarafından kontrol altına alınması -ki zaten bu topraklar Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne aittir- ve bu bölgelerde Irak merkezi hükümetinin ve yerel yönetimin hâkimiyetinin sağlanması zamana yayılacak bir süreçtir.

Türkiye'ye göre bu sürecin 3 ila 5 ay içinde tamamlanması lazım.

Sürecin bozulmaması, dış müdahalelere açık hale gelmemesi için böyle bir hız öngörülüyor.

Ancak hemen şu soru gündeme geliyor:

Peki dağdan inecek ve silah bırakacak olan, sayıları 4 ila 5 bin arasında olduğu tahmin edilen bu kişilerle ne olacak?

Bu rakamlarla ilgili elimizde kesin veriler olmadığından temkinli konuşmak gerekiyor.

Ancak Türkiye istihbaratı ve PKK, bu kişilerin kimler olduğunu ve sayısını elbette biliyor.

Peki bu insanların önümüzdeki dönemdeki hayatları nasıl şekillenecek?

Irak'ta mı kalacaklar, Türkiye'ye mi dönecekler, yoksa Avrupa'ya mı gidecekler?

Tüm bu soruların yanıtı, önümüzdeki günlerde netleşecek, planlaması yapılacak.


Bu planlama nerede yapılacak?

Gelecek hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, tüm siyasi partilerin katılımıyla kurulacak bir komisyon bu konuları ele alacak.

Komisyon; değerlendirmeler yapacak, tartışacak, seçenekleri eleyip bir sonuca varacak ve aldığı kararı TBMM Genel Kurulu'na sunacak.

Son karar ise Genel Kurul'da verilecek.


Bu sürecin ikinci aşaması ise şu soruları içeriyor:

Bugün PKK'nın kendini feshettiği ilan edildi, peki PKK üyeliğinden, yardım ve yataklıktan ya da örgüt propagandası yapmak gibi -ki bu sonuncusu zamanla ortaya çıkan ve tartışmalı bir madde- nedenlerle hüküm giymiş, tutuklu ya da hükümlü olan binlerce, on binlerce kişinin durumu ne olacak?

Aynı şekilde, cezaevinde olmayan ancak bu suçlamalarla yargılanan kişiler ve devam eden davalar ne şekilde ele alınacak?

Tüm bu başlıklar da yine söz konusu komisyon tarafından aşama aşama değerlendirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'na sunulacak.


Bana göre şu anda doğru bir yol izleniyor.

Kandil'in boşaltılması sürecinde de dikkatli, temkinli ve doğru adımlar atılıyor.

Mecliste kurulacak komisyon da olumlu bir gelişme.

Çünkü böylesine kritik bir süreçte tüm siyasi partilerin sürece dâhil olması şart.

İnşallah tüm bu aşamalar fazla uzamadan, yıl sonuna kadar tamamlanır ve bu bölümde bir noktaya ulaşılır.


Elbette meselenin ikinci aşaması da en az ilki kadar önemli, hatta belki daha da önemli.

Çünkü bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihi bir konuşma yaptı.

Bu konuşmada, bana göre birkaç çok önemli dönüm noktası, yani temel vurgu vardı.

Bazı kilit ifadeler ve kritik mesajlar öne çıkıyordu.

  • Birincisi: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişte Kürt meselesiyle ilgili ciddi hatalar yaptığını bir kez daha kabul etti.
    "Neden bir kez daha?" diyorum; çünkü geçmişte de benzer kabulleri olmuştu.

    Örneğin, Dersim meselesiyle ilgili özür dilemişti. 
    Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan işkenceleri de kamuoyu önünde kabul etmişti.

    Bugün ise bu geçmişteki hataları 4-5 başlık halinde sıralayarak, cumhuriyet dönemi boyunca Kürt meselesinde ciddi yanlışlar yapıldığını açıkça ifade etti. Bu, konuşmanın en önemli noktalarından biriydi.
     
  • İkinci önemli nokta ise şuydu: Türkiye'nin artık yeni bir döneme, yeni bir sayfaya geçmesi gerektiğini vurguladı. Yeni bir başlangıcın gerekliliğini özellikle altını çizerek dile getirdi ve bu yeni dönemin temelini oluşturacak ilkeleri de ortaya koydu.

    Konuşmasının çerçevesini "Türk-Kürt-Arap kardeşliği" başlığıyla çizdi. Kürtleri bu çerçevenin içine dâhil ederek, en az 5-6 kez Türk-Kürt-Arap birlikteliğini, kardeşliğini ve ittifakını vurguladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında 2 önemli noktanın altını çizdi.

  • Bunlardan birincisi şuydu: Türkler, Kürtler ve Araplar son bin yıl boyunca -Malazgirt'ten Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs önlerinde Haçlılara karşı verdiği mücadeleye, Çanakkale Savaşı'na kadar- ne zaman birlikte hareket ettilerse, kazanan taraf hep onlar oldu. Birlikte daha iyi bir hayat kurdular, daha fazla refah içinde yaşadılar ve yüksek bir medeniyet ortaya çıkardılar.
     
  • İkinci vurgu ise, bunun tam tersiydi: Ne zaman ayrıştılarsa, birbirleriyle çatıştılarsa, ne zaman aralarına nifak girdiyse, bu hem Türkler hem Kürtler hem de Araplar için yıkım getirdi.

Haçlı Seferleri bunun örneklerinden biridir. Selçuklu Devleti'nin zayıfladığı, iç kargaşaya sürüklendiği dönemde Kudüs, Haçlılar tarafından işgal edildi. Urfa ele geçirilerek orada Haçlılara bağlı Edessa Kontluğu (Urfa Kontluğu) kuruldu.

Yine bir başka örnek, Moğol istilasıdır. İslam dünyasının dağınık ve iç çatışmalarla boğuştuğu bir dönemde gelen Moğollar; Türklerin, Kürtlerin ve Arapların ortak medeniyetini yerle bir etti. Herkes büyük acılar yaşadı.

Cumhurbaşkanı'nın bu iki temel tespiti oldukça yerinde:

  • Birlik ve kardeşlik olduğunda huzur, refah ve zafer mümkündür.
  • Ama ayrışma, çatışma ve bölünme olduğunda herkes kaybeder.

Erdoğan, hep birlikte nasıl kazanılacağını, bu ortak kaderin nasıl olumluya çevrileceğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk-Kürt-Arap kardeşliğini vurgularken, bu kardeşliğin temelinde İslam dinine ve İslam kardeşliğine de güçlü bir yer ayırdı.

Bazı sosyalist çevreler, ulusalcılar ya da din karşıtları bu yaklaşımdan rahatsız olabilir; ancak bin yıllık ortak tarihin özeti budur.

Bundan sonra asıl önemli olan şu: 

Türkler, Kürtler ve Araplar arasındaki bu kardeşlik nasıl somutlaştırılacak? 

Bu birlikteliğin içi nasıl doldurulacak?

Bu noktada önümüzdeki en büyük sorunlardan biri, Suriye'deki Kürtlerin durumu ve bu konudaki statü meselesinin nasıl çözüleceğidir. 

Aynı zamanda Türkiye içinde atılacak demokratik adımlar da bu sürecin belirleyici parçalarından biri olacak.

Tüm bu başlıkları önümüzdeki dönemde daha sık tartışacağız.

Umarız süreç doğru bir yönde ilerler.

Bu yeni dönemde sınırların nasıl silikleşeceği, ticaretin, sporun, turizmin ve kültürel ilişkilerin nasıl hız kazanacağı da önemli olacak.

Balkanlar'dan Kafkaslar'a, Ortadoğu'ya kadar Türkiye merkezli yeni bir entegrasyon havzası nasıl inşa edilecek?

Ve bu yapı; kimsenin kimseyi kandırmadığı, kimsenin kimseye emperyalist gözle bakmadığı, hiyerarşik bir "üst-alt" ilişkisinin olmadığı demokratik bir Türkiye ve demokratik bir Ortadoğu'yu nasıl mümkün kılacak?

Bence önümüzdeki bu yeni dönem, ilk aşamadan da daha kritik.

Umarım bu yeni dönemde kimse hata yapmaz; kimse kimseyi kandırmaya, oyalamaya ya da süreci "ucuza kapatmaya" kalkışmaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında dikkat çeken bir diğer önemli ifade de şuydu:

"Sadece Türkiye'deki Kürtler değil, Suriye ve Irak'taki Kürt kardeşim..." -burada "kardeşim" ifadesini kullandı ama biz bunu çoğul anlamda "kardeşlerimiz" olarak da okuyabiliriz- "onların meseleleri de bizim meselemizdir" dedi.


Bu da Türkiye'nin önümüzdeki süreçte daha bölgesel, daha kuşatıcı bir perspektifle hareket edeceğine işaret ediyor.

Elbette tüm bunlar ne kadar sürede gerçekleşir? 

Ne ölçüde başarıya ulaşır? 

Bu soruların net bir cevabı yok.

Ama daha ilk günden karamsarlık üretmeye, "baykuşluk" yapmaya gerek yok.

Bugün bizim görevimiz; olumsuzlukları değil, olumlu gelişmeleri ön plana çıkarmak, önümüzü açmak, bu süreci kolaylaştırmak ve topyekûn bu işe omuz vermek olmalıdır.

Allah bu süreci hayırlara vesile kılsın.

Allah şer odaklarından muhafaza etsin.

İnşallah bu kez bu büyük birlikteliği gerçekleştirebiliriz.

Bu başarı, önümüzdeki en az 100 yılın en önemli olayı ve başarısı olacaktır.

Tabii ki burada bir diğer önemli noktaya da değindi Sayın Cumhurbaşkanı, onu da belirtmeden geçmeyeyim:

"Yolumuza bu süreçte AK Parti, MHP ve Demokrat Parti ile birlikte devam edeceğiz" dedi.

Bu da çok önemli ve yeni bir mesajdı.

Elbette önümüzdeki dönemde bunun üzerine çokça konuşacağız.

Zaten tartışmalar başlamış durumda.

Acaba bu birliktelik bir seçim ittifakına dönüşür mü, dönüşmez mi?

Bence bunu daha sonra detaylı şekilde ele almak gerekiyor.

Allah hayır isteyen herkesin işlerini hayırlı kılsın ve bu sürecin de hayırla sonuçlanmasını nasip etsin.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU