Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu: Sanayileşme ve kentleşme, atmosferdeki kirleticileri artırıyor ve küresel ısınma eğilimini güçlendiriyor

Naman Bakaç Independent Türkçe için, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile konuştu

Fotoğraf: AA

Orman yangınları sadece Türkiye için değil, ABD, Batı Avrupa ve kimi Akdeniz ülkeleri için de hem canlı hem de ekosistem açısından büyük bir felakettir.

Bu felaket; proaktif önleyici tedbirler, erken uyarı sistemleri, bilinçlendirme ve donanım altyapısının güçlülüğü gibi faktörlerle minimize edilebilir.

Türkiye yaz aylarında yaşadığı bu felaketle her yıl boğuşuyor.

Bu boğuşma kimi zaman cana, kimi zaman mala, kimi zaman da ekolojik sisteme zarar veriyor.

Bu zararı bu yılda Balıkesir, İzmir, Antalya, Hatay, Bilecik, Sakarya, Bolu, Manisa... gibi bölgeler maalesef acı bir şekilde tecrübe etti. 

Yaşanan bu acıları azaltmak ve tabiata verdiği deformeyi minimize etmek için, Orman Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile İklim Değişikliği Bakanlığı’na düşen sorumlulukların ne olduğunu, Batı Avrupa’da yaşanan yangınlar ile Türkiye’deki yangınların kıyasını, küresel ısınmanın kaynağını ve yangın sonrası sıklıkla dillendirilen doğru bilinen yanlışların neler olduğunu İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü ile İTÜ İklim Bilimi ve Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile konuştuk. 
 

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Independent Türkçe için Naman Bakaç'ın sorularını yanıtladı
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Independent Türkçe için Naman Bakaç'ın sorularını yanıtladı

 

"Doğru planlama, koordinasyon ve proaktif yaklaşımlar sergilersek, yangın felaketlerinin hayatımızı etkilemesini engelleyebiliriz"

Hem mecazi hem de gerçek anlamda ciğerlerimiz yanıyor, hayvanlar telef oluyor, yanan evler, yaralanan ve ölen insanlarımız var. Biz her yaz bu tür acıları yaşamamamız için veya minimize etmemiz için yangınlarla nasıl mücadele edeceğiz? Tarım, İçişleri ve İklim Değişikliği Bakanlığına yönelik önerileri tek tek kısaca belirtebilir misiniz?

Saydığınız bakanlıklara ilişkin önerilerden önce şu eksikliği vurgulamak isterim. Geçen sene yaşanan büyük yangınlarda kurumlar arasında koordinasyon eksikliği net bir şekilde gözlemlendi. Bu yıl, önceki yıldan edinilen deneyimlerle bazı iyileştirmeler yapıldığı görülse de, koordinasyon konusunda köklü ve yeterli bir düzelme henüz sağlanamadı. Kurumlar arasında açık ve ortak bir iletişim dilinin olmaması, sahada yapılacak müdahaleleri zorlaştırmaya devam ediyor. Bakanlıklara ilişkin önerileri başlıklar halinde şöyle ifade edebilirim:


Tarım ve Orman Bakanlığı için önerilerim:

  • Proaktif ve Stratejik Planlama: Meteoroloji verilerine dayanarak yüksek yangın riski tahmin edildiğinde, yangınla mücadele için orman işçisi alımı ve hava araçları kiralanması gibi işlemleri son ana bırakmadan, önceden ihale edip tamamlamalıdır.
     
  • Yangına Dayanıklı Ağaçlandırma: Yangın sonrası yapılacak ağaçlandırma çalışmalarında, ormanların yangınlara karşı direncini artırmak amacıyla öncelikle yangına dayanıklı türler tercih edilmeli ve farklı türlerin birlikte dikildiği karma ormanlar teşvik edilmelidir.
     
  • Orman Meteorolojisi İstasyonları Kurulmalı: Yangının davranışını etkileyen meteorolojik şartları daha iyi anlamak ve doğru tahmin etmek amacıyla Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde özel orman meteoroloji istasyonları kurulmalı, buralarda meteoroloji mühendisleri görevlendirilmelidir.
     
  • Kuraklık ve Yağışların Erken Takibi: Yangın riskini doğru tahmin etmek için her yıl Ekim ayında başlayan ve "su yılı" olarak bilinen dönemden itibaren kuraklık ve yağış seviyeleri sürekli olarak takip edilmeli ve olası risklere karşı zamanında önlem alınmalıdır.

İçişleri Bakanlığı için önerilerim:

  • Yüksek Riskli Dönemlerde OHAL ve Ormanlara Giriş Kısıtlamaları: Yangın riski çok yüksek olduğu dönemlerde, olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmeli ve halkın ormanlara giriş çıkışları sıkı bir şekilde kısıtlanmalıdır.
     
  • Cezaların Netleştirilmesi ve Uygulanması: Halkımız, orman yakmanın –ister kasıtlı olsun, isterse kazara –ağır cezaları olduğunu çok net şekilde bilmeli ve bu cezalar hiçbir istisna yapılmadan sıkı bir şekilde uygulanmalıdır.
     
  • Eğitimli Yangın Gönüllülerinin Artırılması: Ormanlara yakın köy ve kasabalarda yaşayan insanlardan oluşan eğitimli yangın gönüllülerinin sayısı aktif olarak artırılmalı ve yerel halkın yangına erken müdahale etmesi teşvik edilmelidir. 

İklim Değişikliği Bakanlığı için önerilerim:

  • İklim Projeksiyonlarının Yangın Riskine Entegrasyonu: Uzun vadeli iklim değişikliği tahminleri ve projeksiyonları, ulusal yangın riski değerlendirmelerine ve arazi kullanım planlamasına entegre edilmeli ve sürdürülebilir kalkınmaya rehberlik edecek şekilde kullanılmalıdır.
     
  • İklime Dayanıklı Orman Yönetimi: İklime dayanıklı orman yönetimi uygulamaları geliştirilmeli, yangın önleme ve yangınla mücadele teknolojileri konusunda araştırma-geliştirme çalışmaları desteklenmeli ve bu tür girişimlere gerekli finansman sağlanmalıdır.
     
  • Bakanlıklar Arası Güçlü İşbirliği: Yangınlarla ve iklim değişikliği ile mücadelede, yüzeysel "şov" ve "algı yönetimi" gibi yaklaşımlar yerine, daha çok şimdiki gibi bilimsel temelli, gerçekçi ve sürdürülebilir adımlar atılmalı ve bakanlıklar arasında güçlü bir işbirliği sağlanmalıdır.

Sonuç olarak; doğru planlama, koordinasyon ve proaktif yaklaşımlarla hareket edersek, her yıl yaşadığımız yangın felaketlerinin tekrar tekrar hayatımızı alt üst etmesini büyük ölçüde engelleyebiliriz.
 

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

 

"Yangın felaketi için, proaktif risk yönetimi ve erken uyarı sistemleri kurmalıyız"

Medyada, Batı Avrupa’da sıcaklıkların rekor derecede olduğu belirtiliyor. Rekor kıran sıcaklıklara neden olan yüksek basınç merkezlerin etkisindeler ancak Türkiye’deki kadar büyük ve arka arkaya yaşanan orman yangınları yok. Neden?

Batı Avrupa’da yüksek basınç merkezlerinin yarattığı rekor sıcaklıklara rağmen Türkiye’deki kadar büyük ve peşi sıra yaşanan orman yangınlarının olmamasının ardında yalnızca hava durumu modelleri değil, derin bir sistemik fark yatıyor.

Batı Avrupa’da oluşan durağan, ısıyı tıkayan yüksek basınç sistemleri Türkiye’dekiyle çok benzer şekilde havayı ısıtıyor ve nemi düşürüyor. Böyle sıcak, kuru hava dalgaları bitki örtüsünü kolayca tutuşur hâle getiriyor. Yine de o bölgelerde, Türkiye’deki gibi büyük çaplı yangınlar peş peşe yaşanmıyor.

Meteorolojik koşullar benzer olsa da yangın sonuçlarındaki fark, afet yönetimine yaklaşım biçimimizden kaynaklanıyor. Yani yangınları sadece “hava tahmin modeline” değil, tüm yönetim sistemimizin işleyişine de bakarak açıklamak gerekiyor.

Batı Avrupa ülkeleri; güçlü orman yönetimi uygulamaları, gelişmiş erken uyarı sistemleri ve itfaiyeye gömülü meteorolojik destek sayesinde yangını daha başlamadan, yani duman çıkmadan tespit edip kontrol altına alabiliyor. Orman içi meteoroloji istasyonları kuruyor, sıcaklık ve nem verilerini anbean izleyerek risk yükseldiğinde sahaya yer ekiplerini önceden yönlendiriyorlar.

Bizde ise afet yönetimini “tersinden” anladığımız için, (risk azaltma gibi) proaktif tedbirler yerine ancak yangın büyüdükten sonra harekete geçiyoruz. Kaynaklarımızın ve çabalarımızın büyük kısmı reaktif müdahaleye, havadan şov yapmaya ve kriz anında “nasıl göründüğümüzü” yönetmeye harcanıyor. Oysa riski gerçekten tolere etmek, erken aşamada azaltıcı adımları stratejik olarak konuşlandırmayı gerektirir.

Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde hâlâ özel orman meteoroloji istasyonları ve meteoroloji mühendisleri gibi kritik uzmanlık alanlarını yeterince entegre etmedik. Bu, hem bilimsel öngörünün sahaya inmesini hem de veri odaklı risk değerlendirmesiyle önleyici altyapının kurulmasını engelliyor. Batı Avrupa’da yangın riski yükseldiğinde otomatik olarak devreye giren bu mekanizmalar, Türkiye’de ancak yangın fitili ateşlendikten sonra seferber ediliyor.

Sonuç olarak, Batı Avrupa’da sıcaklık rekorlarına rağmen büyük yangınlar kontrol altında tutulabiliyorsa, bu tesadüf değil; sağlam bir risk yönetimi kültürü ve erken uyarı-pratik müdahale entegrasyonunun eseridir. Biz ise “afet yönetimini tersinden anlamışız” anlayışını terk edip riski gerçekten tolere edebilecek, proaktif ve bilimsel temelli stratejiler geliştirmeliyiz.
 

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

 

"İklim değişikliğinin jeolojik zaman ölçeklerindeki doğal dalgalanmayla olduğunu savunanlar, mevcut değişimin boyutunu görmezden gelmektedir"

Hem meteoroloji mühendisi hem de iklim bilimci bir akademisyen olarak size sıkça tartışılan küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili şunu sormak isterim; küresel ısınma gezegenimiz için bir tehdit midir? Yoksa abartılan bir husus mudur? Pandemi gibi küresel ısınmanın da küresel güçler tarafından bir yanılsama olduğunu iddia edenler için argümanlarınız nedir? İnsanoğlunun gezegeni eylemleriyle, endüstriyel şirketlerin de üretimiyle, iklimi değiştirecek denli bir tahribat oluşturduğu söylenemez mi?

İklim değişikliği terimi, yalnızca sıcaklık artışlarını değil, aynı zamanda yağış azalması ve buzulların erimesi gibi çok daha geniş sonuçları kapsayan doğru ve kapsamlı bir kavramdır.

Sanayi Devrimi’nden bu yana fosil yakıtların yanması sonucu atmosfere salınan sera gazları, iklim değişikliğinin inkâr edilemez biçimde insan kaynaklı olduğunun en güçlü kanıtıdır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2021 raporu, ortalama küresel sıcaklığın 1,1 °C arttığını ve yakın gelecekte 1,5 °C’ye ulaşmasının beklendiğini ortaya koymaktadır. Bu ısınma, yangın riskini artıran daha sıcak ve kurak koşulları doğrudan tetiklemekte ve mevsim normallerini altüst etmektedir. Eğer proaktif önlemler hızla alınmazsa, Türkiye’nin 2100 yılına kadar çölleşebileceğine dair ciddi uyarılar yapılmaktadır.

İklim değişikliğinin jeolojik zaman ölçeklerindeki doğal dalgalanmalarla açıklanabileceğini savunanlar, mevcut değişimin boyutunu görmezden gelmektedir. Tarihsel veriler, doğal iklim değişikliklerinin 150.000 yılda yaklaşık 1 °C’lik bir ısınma veya soğuma içerdiğini gösterirken, insan faaliyetleri sonucu aynı sıcaklık artışı son 150 yılda meydana gelmiştir. Bu, değişimin doğal süreçlerden yaklaşık bin kat daha hızlı gerçekleştiğini ve ekosistemlerin bu tempoya uyum sağlayamayacağını ortaya koymaktadır. Bu hız, türlerin yok olmasına ve çevresel bozulmaların derinleşmesine yol açan esas tehdittir.

Sanayi faaliyetleri ve hızlı kentleşme, atmosferdeki kirleticileri artırmakta ve küresel ısınma eğilimini güçlendirmektedir. Karada ve denizde yaşanan çevresel tahribatın sonucunda toprak, su ve havanın bileşimi önemli ölçüde bozulmuş; bu durum yalnızca kent iklimlerini değil, su ve kara ekosistemlerindeki yaşamı da kapsamlı biçimde tehdit eder hale gelmiştir. İnsanoğlunun üretim biçimi, enerji kullanımı ve yerleşim tercihleri, iklim dengesini değiştirecek düzeyde bir tahribat yaratmıştır.

Bu gerçekler ışığında, küresel iklim değişikliği bir yanılsama değil; gezegenimizin -dolayısıyla insanlığın- geleceğini doğrudan etkileyen ciddi bir tehdit olduğu açıktır.
 

 

"Orman yangınlarından sonra doğru bilinen yanlışlardan biri, ağaçlandırma yapılması gerektiği düşüncesidir ki, bu ekosistem açısından doğru değildir"

"Havadan Sudan: Doğru Bilinen Yanlışlar" isimli bir kitap yayımladınız. Doğru bilinen kimi yanlışlar çokça yazılıp çiziliyor internette ve halk arasında bildiğiniz gibi. Mesela, yangından sonra hemen ağaçlandırma yapılmalıdır, önerisi gibi. Bunun dışında doğru bildiğimiz yanlış olan başka hangi hususlar vardır? Bu konuda bilinçlendirme ve farkındalık oluşturma hususunda neler yapılmalı sizce?

Orman yangınlarından sonra halk arasında yaygın olarak dile getirilen en büyük yanlışlardan biri, yangından hemen sonra hızlıca ağaçlandırma yapılması gerektiği düşüncesidir.

Bu yaklaşım, ekosistem açısından çok doğru değildir. Asıl önemli olan, ekosistemlerin dayanıklılığını artırmak ve gelecekte çıkabilecek yangınlara karşı daha dirençli olmalarını sağlamaktır. Bunun için yangına dayanıklı ağaç türleri seçmek ve farklı türlerin bir arada bulunduğu karma ormanlar oluşturmak gerekir.

Dolayısıyla, basitçe "yangın sonrası hemen ağaç dikin" şeklinde bir tavsiye yerine, hangi türlerin ve nasıl dikilmesi gerektiğinin bilinmesi çok daha önemlidir.

Bu bilinen temel yanlışın dışında şunları da söyleyebilirim. Yayımladığım "Havadan Sudan: Doğru Bilinen Yanlışlar" isimli kitapta meteoroloji ve doğa olayları hakkında toplumda yaygın olarak inanılan ancak doğru olmayan birçok konuyu ele aldım. Bunlar arasında halk inanışları olduğu kadar, medyada, ders kitaplarında ve hatta sınav sorularında bile karşımıza çıkan bazı yanılgılar bulunmaktadır. İşte birkaç örnek:

  • Halk arasında dağların "bol oksijenli" olduğu yönünde yanlış bir inanış var. Hatta "temiz hava almak" ifadesi ile bu durum sıklıkla vurgulanır. Oysa gerçek tam tersidir. Rakım arttıkça atmosferdeki oksijen seviyesi azalır. Örneğin, dünyanın en yüksek dağı olan Everest'in zirvesinde, deniz seviyesindeki oksijenin sadece yaklaşık yüzde 30'u bulunmaktadır. Bu nedenle Everest’e tırmanan dağcılar, oksijen tüpü kullanmak zorunda kalır.
     
  • Bir diğer yaygın yanlış inanış ise gökyüzünde görülen uçak izlerinin (yoğunlaşma izi), aslında bizi zehirlemek için atılan kimyasallar olduğu yönündeki "chemtrails" komplo teorisidir. Oysa gökyüzündeki bu izler, uçak motorlarından çıkan sıcak havanın soğuk hava ile karşılaşması sonucu doğal olarak oluşan yoğunlaşma izleridir. Bu izlerin oluşması için atmosferde bulunan nem ve sıcaklık koşulları önemlidir. Dolayısıyla bu izlerin oluşumu tamamen doğal bir süreçtir ve herhangi bir zehirleme söz konusu değildir.
     
  • Sıklıkla karıştırılan bir başka kavram ise "küresel ısınma" ve "iklim değişikliği" terimleridir. Toplumda ve medyada bu iki kavram sıkça birbirinin yerine kullanılır. Oysa iklim değişikliği, küresel ısınmadan daha geniş ve doğru bir kavramdır. Çünkü sadece sıcaklıkların artması anlamına gelmez. İklim değişikliği; sıcaklık artışının yanında yağışların azalması, buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi gibi daha geniş etkileri kapsar. Bu nedenle kavramların doğru şekilde kullanılması büyük önem taşır.
     
  • Bir başka yanlış algı ise "mevsimlerin kaydığı" şeklindedir. İnsanlar sıklıkla, eskiden alıştıkları hava koşullarını bulamadıklarında "mevsimler kaydı" ifadesini kullanırlar. Oysa mevsimler astronomik olaylarla belirlenir ve dünya yörüngesindeki hareketleri değişmediği için mevsimler kaymaz. Ancak yaşadığımız şey, iklim değişikliği nedeniyle mevsimlerin karakteristik özelliklerinde meydana gelen değişimlerdir.
     
  • Toplumda ormanların yağmur bulutlarını çektiği ve yağışı artırdığına dair yaygın bir inanış vardır. Bir kere ormanlar, bulutları aktif olarak başka bir yerden çekmezler. Yağışların oluşumu, bölgenin genel meteorolojik koşulları ile ilgilidir ve ormanların varlığı tek başına yağışı garanti etmez. Bu nedenle "ormanların yağışı çektiği" söylemi, halk arasında yaygın olsa da meteorolojik olarak doğru değildir.

Bu tür yanlış inanışların yaygınlığı, aslında ülkemizdeki meteorolojik okuryazarlığın düşük olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle meteorolojik okuryazarlık konusunda eğitimlerin artırılması, ders kitapları ve medya içeriklerinin bilimsel denetimlerden geçirilmesi büyük önem taşır.

Yayımladığım kitabın temel amacı tam da budur: Doğru bilinen yanlışları açıkça ortaya koymak ve bu yanlışların üstünü çizerek, doğru bilgiyi topluma ulaştırmak. Bu açıdan bakıldığında doğru bilginin, orman yangınları dâhil tüm afetlerle mücadelede etkili bir güç olduğunu düşünüyorum.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU