Kamu diplomasisinin Batı merkezli kuramsallaştırılması, çoğu zaman kalkınma yardımlarını araçsallaştıran ve hegemonik bir söylem inşa eden bir çerçevede kalmıştır.
Bu yaklaşım, yerel halkların değerleriyle yeterince uyumlu olmayan, yukarıdan aşağıya yapılandırılmış yardım modellerini meşrulaştırmış ve çoğu zaman da sahada etkisiz ya da tepki çeken sonuçlar üretmiştir.
Türkiye'nin kamu diplomasisine yaklaşımı ise bu noktada farklılaşmaktadır.
Türk dış politikasının son 20 yılda kazandığı değer odaklı vizyon, özellikle “insani diplomasi” ve “medeniyet diplomasisi” gibi yeni kavramların kamu politikalarına sirayet etmesiyle şekillenmiştir.
Bu kavramlar, dış politikanın yalnızca çıkar temelli bir strateji değil, aynı zamanda kültürel aidiyet, tarihsel sorumluluk ve vicdani görev duygusunun tezahürü olarak da ele alınabileceğini göstermektedir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Medeniyet diplomasisi, klasik kamu diplomasisinden farklı olarak, tarihi, kültürel ve dini bağlara yaslanan; geçmişte kurulmuş olan toplumsal, mimari, dilsel ve manevi ilişkileri günümüzde yeniden ihya etmeyi amaçlayan bir dış politika tarzını ifade eder.
Bu yaklaşımda, diplomasi yalnızca devletlerarası ilişkilerle sınırlı kalmaz; halklar arası ilişkiler, ortak hafızanın onarımı ve karşılıklı güvenin tesisi gibi daha derin yapılar üzerinden inşa edilir.
Bu bağlamda TİKA’nın faaliyetleri, yalnızca teknik yardım ya da proje odaklı destekler olarak değil, aynı zamanda kültürel sürekliliği sağlayan, kardeşlik hukukunu güçlendiren ve müşterek değerleri yeniden görünür kılan bir misyonun parçası olarak değerlendirilmelidir.
Özellikle Osmanlı sonrası coğrafyalarda yürütülen faaliyetler, Türkiye’nin bu bölgelere yönelik yaklaşımının hegemonik değil, şefkat temelli olduğunu ortaya koymakta; bu da onu Batılı kalkınma modellerinden ayrıştıran temel farkı oluşturmaktadır.
TİKA’nın kurumsal faaliyetleri bu kuramsal zeminde konumlandırıldığında, onun yalnızca bir kalkınma ajansı değil; aynı zamanda Türkiye'nin tarihsel hafızasını sahada yeniden inşa eden ve “gönül coğrafyası” kavramını eylemsel düzleme taşıyan bir diplomasi aktörü olduğu daha net anlaşılmaktadır.
Böylece kamu diplomasisi, gelenekten güç alan ama geleceğe yön veren bir strateji haline gelmekte; kültürden kalkınmaya, yardım faaliyetlerinden siyasi etkiye kadar geniş bir yelpazede işlev kazanmaktadır.
TİKA’nın kurumsal gelişimi ve stratejik konumlanışı
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Türkiye Cumhuriyeti’nin 1990’lı yıllarda yeniden şekillenen uluslararası düzende, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan yeni jeopolitik fırsatları değerlendirme arzusuyla kurduğu önemli kurumlardan biridir.
1992 yılında kurulan TİKA, ilk etapta Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik teknik ve kurumsal kapasite geliştirme faaliyetleriyle sınırlı bir misyona sahipti.
Bu ilk dönem, Türkiye'nin kendisini “ağabey” pozisyonunda değil, kültürel olarak yakın ve eşit ortak ilişkileri hedefleyen bir işbirliği perspektifiyle konumlandırdığı, temkinli fakat vizyoner bir açılım dönemiydi.
Ancak zamanla, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak yükselişi, çok yönlü dış politika vizyonunun derinleşmesi ve kamu diplomasisine artan ilgiyle birlikte TİKA da sadece bir kalkınma yardımı kuruluşu olmanın ötesine geçmiş; adeta Türkiye'nin şefkat eli, vicdan sesi ve medeniyet hafızasını taşıyan kurumsal bir yapı haline gelmiştir.
2000’li yılların ortasından itibaren TİKA’nın faaliyet alanı büyük ölçüde genişlemiş; Balkanlar’dan Afrika’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya uzanan bir coğrafyada varlık göstermeye başlamıştır.
Bu dönüşüm, hem Türkiye’nin küresel vizyonunun yansıması hem de geleneksel dostlukların yeniden canlandırılması arzusunun bir sonucudur.
Özellikle 2010 sonrası dönemde, TİKA yalnızca teknik yardım değil; kültürel mirasın korunması, eğitim iş birlikleri, sağlık projeleri ve insani yardımlar gibi çok boyutlu faaliyetlerle donatılmış bir yapıya kavuşmuştur.
Kurumsal yapısı da bu süreçte önemli ölçüde yeniden yapılandırılmıştır.
Başbakanlığa bağlı olarak faaliyet gösterdiği yıllarda daha esnek ve siyasi iradeyle doğrudan senkronize bir yapı arz eden TİKA, 2018 sonrası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmış ve “yumuşak güç” alanında kültür diplomasisiyle daha entegre bir şekilde çalışır hâle gelmiştir
Stratejik açıdan TİKA, klasik kalkınma ajanslarından farklı olarak, faaliyetlerini öncelikli olarak kültürel yakınlık, tarihsel bağlar ve karşılıklı güven esasına dayandırmaktadır.
Kurumun özellikle Osmanlı sonrası bölgelerde yürüttüğü restorasyon çalışmaları, yerel halklarla kurulan duygusal bağı güçlendirmekte ve Türkiye'nin geçmişten gelen birikimini güncel bir anlam dünyasına taşımasına vesile olmaktadır.
Aynı zamanda Afrika gibi Türkiye’nin geleneksel nüfuz alanı dışında yer alan coğrafyalarda da sürdürülebilir ve saygın projelerle etkinliğini artırması, TİKA’nın yalnızca nostaljik bir aktör değil; vizyoner bir kalkınma ortağı olduğunu da göstermektedir.
Bugün itibarıyla TİKA, 60’tan fazla ülkede faaliyet gösteren bir kapasiteye sahiptir.
Sahada görünürlüğü olan, yerel iş birliklerine açık, toplumsal fayda üretmeyi önceliklendiren bu yapı, Türkiye’nin “adil, vicdani ve çok kutuplu bir dünya” vizyonunun pratik karşılıklarından biridir.
TİKA, klasik diplomatik temsilciliklerden farklı olarak yalnızca protokol düzeyinde değil; sahada, halkla temas ederek, insani bir yüzle faaliyet göstermekte ve bu yönüyle Türkiye’nin dış politika değerlerini yaşanır kılmaktadır.
TİKA’nın kurumsal gelişimi, sadece bir idari büyüme hikâyesi değildir.
Bu gelişim, aynı zamanda Türkiye’nin kendine özgü kamu diplomasisi modelini kurumsallaştırma çabasıdır.
Osmanlı’dan tevarüs edilen vakıf anlayışını modern kamu yönetimiyle harmanlayan bir çizgide ilerleyen TİKA, geçmişin hikmetini bugünün ihtiyaçlarıyla buluşturan bir yapı olarak, sadece teknik yardımlar değil; aynı zamanda anlam, güven ve aidiyet üretmektedir.
Faaliyet alanları ve tematik etki alanları
TİKA’nın küresel ölçekte yürüttüğü faaliyetler, onu yalnızca bir kalkınma ajansı ya da teknik yardım kurumu olmaktan çıkararak, Türkiye’nin medeniyet tasavvurunun sahadaki temsilcisi hâline getirmiştir.
Eğitimden sağlığa, kültürel mirasın korunmasından tarımsal kalkınmaya kadar uzanan geniş bir yelpazede, kurumun ortaya koyduğu projeler yalnızca teknik çıktılar üretmekle kalmamakta, aynı zamanda toplumsal hafızayı onaran, gönül bağlarını pekiştiren ve Türkiye’yi "yardım eden el" kimliğiyle küresel düzlemde konumlandıran değer temelli sonuçlar ortaya koymaktadır.
TİKA’nın en yaygın faaliyet alanlarından biri eğitimdir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, okulların inşa edilmesi, donatılması, müfredat desteği sağlanması ve öğretmen eğitimi gibi alanlarda yürütülen projeler, yalnızca bilgi aktarımı değil; aynı zamanda sosyal sermaye üretimi anlamına gelmektedir.
Nitekim Somali’den Arnavutluk’a, Kırgızistan’dan Sudan’a kadar uzanan coğrafyada hayata geçirilen eğitim projeleri, Türkiye’nin gelecek nesillerle bağ kurma stratejisinin önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
Bu çerçevede, bazı ülkelerde TİKA destekli Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezleri kurulmuş; gençlerin istihdam edilebilirlik düzeyleri artırılarak kalkınmanın yerel ayağının güçlenmesi sağlanmıştır.
Bu, klasik yardım anlayışından farklı olarak, karşılıklı bağımlılığı değil karşılıklı gelişmeyi önceleyen bir kalkınma diplomasisi anlayışının göstergesidir.
TİKA, sağlık alanında da gerek altyapı desteği gerekse doğrudan tıbbi yardım yoluyla çok sayıda ülkeye katkı sunmuştur.
Özellikle Afrika ülkelerinde, doğumhaneler, diyaliz merkezleri, mobil sağlık ekipmanları ve sağlık personeli eğitimleri gibi projeler, sağlık hizmetlerinin kapsayıcılığını artırmıştır.
Kovid-19 pandemisi sürecinde TİKA’nın gönderdiği sağlık yardımları, Türkiye'nin kriz zamanlarında bile insanî sorumluluklarını önceleyen yaklaşımını ortaya koymuştur.
Bu türden faaliyetler, Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki güvenilirliğini artırmakla kalmamış, aynı zamanda yardımı bir rekabet aracı olarak değil, bir insanlık görevi olarak sunma erdemini yansıtmıştır.
TİKA’nın belki de en sembolik faaliyet alanı, kültürel mirasın ihyasıdır.
Özellikle Osmanlı coğrafyasında yer alan cami, medrese, han, köprü, mezar ve külliyelerin restorasyonu yoluyla, ortak tarihsel bilinç yeniden inşa edilmektedir.
Bu faaliyetler, yalnızca mimari yapıları ayağa kaldırmak değil; aynı zamanda bir topluluğun belleğini onarmak ve o toplumla kurulan tarihsel bağı görünür kılmak anlamına gelmektedir.
Kosova’daki Fatih Camii, Bosna Hersek’teki Mostar Köprüsü çevresi, Makedonya’daki Harabati Tekkesi, Filistin’deki Osmanlı eserleri gibi pek çok proje, TİKA’nın bu alandaki vizyonunu gözler önüne sermektedir.
Bu restorasyonlar, "yardım eden güç" değil; "hatırlayan ve sahip çıkan dost" kimliğini pekiştirmektedir.
TİKA’nın tarım ve hayvancılık alanındaki projeleri, kırsal kalkınmayı destekleyen, toplulukların kendi ayakları üzerinde durmasını kolaylaştıran faaliyetler olarak öne çıkmaktadır.
Sudan’da yerel tohumların korunmasına yönelik projeler, Moğolistan’da hayvancılığı destekleyen ekipman yardımları, Orta Asya’da sulama sistemlerinin geliştirilmesi gibi örnekler, çevresel sürdürülebilirlik ile ekonomik bağımsızlığı birlikte ele alan bir kalkınma anlayışını yansıtmaktadır.
Doğal afetler, savaşlar veya kriz anlarında da TİKA'nın hızlı ve etkin şekilde devreye girmesi, kurumsal esnekliğinin ve insani duyarlılığının bir göstergesidir.
Özellikle Gazze, Lübnan, Pakistan, Afganistan ve Myanmar gibi bölgelerde, acil yardım faaliyetleriyle Türkiye'nin tarafsız, vicdani ve adalet merkezli diplomasi anlayışı pekiştirilmiştir.
TİKA’nın kamu diplomasisindeki yeri: Analitik bir değerlendirme
TİKA’nın kamu diplomasisi sahasındaki konumu, salt bir kalkınma aktörünün ötesinde, Türkiye'nin küresel düzlemdeki yumuşak güç stratejisinin en somut ve sürdürülebilir unsurlarından biri olarak değerlendirilmelidir.
Kurumun küresel etki haritası, yalnızca maddi yardımların ulaştırıldığı coğrafyaları değil, aynı zamanda Türkiye'nin tarihsel hafızasının, kültürel bağlarının ve vicdani diplomasi anlayışının yeniden canlandırıldığı alanları da kapsamaktadır.
TİKA’nın en önemli işlevlerinden biri, Türkiye'nin uluslararası arenada “güvenilir, adil ve şefkatli aktör” imajını inşa eden bir araç olmasıdır.
Geleneksel anlamda kamu diplomasisi çoğu zaman ulusal çıkar odaklı ve imaj yönetimine dayalı bir yönelim taşırken, TİKA’nın faaliyetleri bunun ötesinde bir derinliğe sahiptir.
Sahada yapılan çalışmalar, çoğu zaman büyük medya anlatılarının dışında kalmasına rağmen, yerel halkın gündelik hayatına temas eden ve doğrudan etkiler üreten projelerdir.
Bu sayede TİKA, güven temelli bir ilişki üretmekte ve uluslararası düzeyde kamuoyunun zihninde Türkiye’ye dair kalıcı bir anlam inşa etmektedir.
TİKA'nın projeleri çoğu zaman “sessiz diplomasi” olarak nitelendirilebilecek bir düzlemde yürütülmektedir.
Örneğin, bir caminin restorasyonu, bir okulun inşası ya da bir sağlık merkezinin açılması; diplomatik müzakereler kadar görünür olmayabilir.
Ancak bu faaliyetlerin sosyal dokuda yarattığı etki, uzun vadede çok daha derin ve kalıcıdır. Yerel halkın kolektif hafızasında yer eden bu çalışmalar, Türkiye’nin sadece bir “donör” değil; aynı zamanda “kültürel ve manevi ortak” olarak algılanmasına katkı sağlar.
TİKA’nın kamu diplomasisinde sunduğu en çarpıcı katkılardan biri, yumuşak güç kavramının Batılı paradigmalardan farklı olarak “medeniyet temelli” bir bağlamda yeniden yorumlanmasıdır.
Joseph Nye’nin tanımladığı biçimiyle yumuşak güç, çoğu zaman kültürel ürünlerin (film, müzik, eğitim sistemi) dışa ihraç edilmesine dayanır.
Türkiye'nin TİKA eliyle sunduğu yumuşak güç ise emsal kurumlar olan USAID, GIZ ve JICA’dan farklı olarak daha çok kültürel mirasın paylaşılması, müşterek tarih bilincinin güçlendirilmesi ve vicdani sorumlulukların yerine getirilmesi ekseninde şekillenir.
Bu bağlamda, TİKA’nın sahadaki varlığı, Türk dış politikasının bir yansıması olarak değil; kadim değerlerin modern dünyada somut karşılık bulduğu bir medeniyet misyonunun uzantısı olarak okunmalıdır.
Bu anlayış, Batı merkezli kalkınma yardımı sisteminde eksik kalan “anlam” boyutunu tamamlayıcı bir işlev görmekte; yardımı bir tahakküm aracı değil, bir paylaşma eylemi olarak konumlandırmaktadır.
Ancak TİKA’nın görünürlüğü çoğu zaman yalnızca Türk kamuoyuna dönük medya içerikleriyle sınırlı kalmaktadır.
Bu da, yapılan işlerin uluslararası düzeyde etki üretme kapasitesini sınırlayabilir.
Dolayısıyla kurumsal diplomasi yanında stratejik iletişim boyutunun da güçlendirilmesi, Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesini artıracaktır.
Öte yandan, yardım yapılan ülkelerdeki iç dinamiklerin değişkenliği, siyasi istikrarsızlıklar ya da bürokratik engeller gibi zorluklar da TİKA’nın sahadaki operasyonlarını doğrudan etkileyebilmektedir.
Bu durum, projelerin sürdürülebilirliği açısından zaman zaman kırılganlıklar yaratabilir.
Ancak kurumun sahip olduğu esnek hareket kabiliyeti ve yerel paydaşlarla kurduğu ilişkiler bu zorlukların büyük ölçüde aşılmasını mümkün kılmaktadır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish