Felaketleştirme siyaseti: "Terörsüz Türkiye" korkusu nasıl üretiliyor?

Prof. Dr. Mustafa Çevik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye, uzun süredir toplumsal güvenliği tehdit çatışma süreçleriyle mücadelede ciddi aşamalar kaydetti.

Ancak "terörsüz bir Türkiye" girişimi veya sürecinin herkes tarafından aynı kabul ve sevinçle karşılanmadığı görülüyor.

Tam aksine, bu barışçıl sürecin farklı siyasi çevrelerce felaket senaryolarıyla gölgelenmeye çalışıldığını da görüyoruz.

Bu yazıda, özellikle aşırı milliyetçi ve aşırı sol siyasetin bu sürece nasıl bir "felaketleştirme siyaseti" ile karşılık verdiğini ve bu tür siyaset tarzının nasıl aşılabileceğini ele alacağız.


Felaketleştirme siyaseti nedir?

Felaketleştirme kavramı "Mantık Temelli Terapiye Giriş" kitabımda da değindiğim gibi, düşündüğümüz bir olaya dair bilerek veya bilmeyerek en kötü senaryoyu kesin gibi düşünerek hareket etmektir.

Felaketleştirme eğilimi kişiyi de toplumu da hasta edebilecek bir eğilimdir.

Felaketleştirme siyaseti, siyasal gelişmeleri, özellikle olumlu değişim ihtimallerini, toplum nezdinde büyük bir tehdit, çöküş veya ihanete dönüşecek şekilde çarpıtarak sunma stratejisidir.

Bu strateji, halkın korkularına seslenerek onu kontrol altında tutmayı amaçlar.

Korku, siyasi yönlendirme açısından çok güçlü bir araçtır çünkü bireyleri rasyonel karar vermekten uzaklaştırır, duygusal reflekslerle hareket etmeye zorlar.

Bu siyaset tarzı özellikle kriz, değişim ya da dönüşüm dönemlerinde öne çıkar.

Barış, demokratikleşme veya silahsızlanma gibi umut verici gelişmeler, felaket senaryolarıyla perdelenir:

"Bu bir teslimiyettir."

"Vatan elden gidiyor."

"Şehitler unutuluyor."

Böylece halkın zihninde olumlu dönüşüm, kaçınılması gereken bir kabusa dönüştürülür.


"Terörsüz Türkiye" sürecine yönelik felaketleştirme örüntüleri

Türkiye'de silahsızlandırmaya ve barış girişimlerine yönelik her adımda, aşırı milliyetçi/ulusalca çevreler, bu süreci devletin teslim olması, terör örgütleriyle masaya oturulması ya da bölünmenin eşiği olarak resmetmiştir.

Barış kavramı, bir tür zaaf ya da yumuşaklık olarak görülür.

"Devlet güçlüdür, örgütle konuşmaz" mottosu, her türlü makuliyetin ve çözüm süreçlerinin en temel karşı direncini oluşturur.

Öte yandan, aşırı sol çevreler ise silahsızlanma ve entegrasyon süreçlerini devrimci şiddetin tasfiyesi olarak değerlendirir.

Bu bakış açısına göre, devletin güvenlik aygıtının geri çekilmesi ya da normalleşme süreci, mevcut düzenin pekiştirilmesidir.

Barış, bu çevrelerde "sisteme teslimiyet" olarak yorumlanır.

Her iki uçta da ortak olan yaklaşım şudur:

Terörsüz bir Türkiye mümkün değildir; mümkünse bile bu, ya halkın ihanetiyle ya da devletin çöküşüyle mümkün olabilir.


Bu manipülasyon neden etkili oluyor?

Çünkü Türkiye gibi travmatik hafızası güçlü, kimlik çatışmaları yaşayan, aidiyet eksenleri tartışmalı ülkelerde, korku duygusu kolay mobilize edilebilir.

Kitle psikolojisi içinde, rasyonel beklentiler değil, tehdit algısı daha hızlı yayılır.

Felaketleştirme siyaseti de tam olarak bu zemin üzerinde çalışır.

Travmayı yeniden üretir, korkuyu sürekli diri tutar ve vatandaşın zihnini ortak geleceğe değil, kolektif geçmişe sabitler.

Üstelik bu tür siyasetin kullandığı dil, oldukça kuvvetlidir:

"Teslimiyet", "ihanet", "çöküş", "şehitler", "hain", "vatan elden gidiyor."

Bu kelimeler, tartışmayı susturur, duygusal bariyerler oluşturur ve makul diyaloğu neredeyse imkânsız hale getirir.


Felaketleştirme siyasetiyle baş etme: Akıl devleti yaklaşımı

Öncelikle, duygusal refleksler yerine ilkeli ve etik temelli bir siyaset inşa edilmelidir.

"Akıl Devleti" kitabımızda ifade ettiğimiz gibi devlet yönetmek bir tutku ve duygu değil aklın doğru işletilmesi işidir.

Siyasetin duygusal değil, rasyonel zeminde tartışılabilir olması, felaketleştirme dilini etkisizleştirmenin ilk adımıdır.

Felaketleştirme siyasetiyle baş etmek için öncelikle yeni kavramlara ve pozitif hedeflere ihtiyacımız var.

Barış, yalnızca "savaşın olmaması" değil; aynı zamanda "adaletin tesisi", "toplumsal sözleşmenin yenilenmesi" ve "birlikte yaşama iradesinin güçlenmesi"dir.

Bu bağlamda siyasette şu kavramların daha çok kullanılması gerekir:

Ortak barış aklı, onarıcı adalet, demokratik çoğulculuk, güven toplumu, hak temelli uzlaşı.


Cesaret, ilkelerden beslenirse kalıcı olur

Toplum olarak barışa cesaret edebilmek, ancak korkuya teslim olmayan bir siyasetle mümkündür.

Korkularla şekillenmiş bir toplum, sürekli savunmada kalır.

Oysaki bir arada yaşama iradesi, korkudan değil, değerlerden ve ilkelerden doğar.

Felaketleştirme siyaseti, korku üzerine inşa edilir.

Akıl devleti düşüncesinde ise ilkelilik, cesaret, umut ve özgürlük üzerine.

Bu yüzden barışı yalnızca bir güvenlik politikası değil, aynı zamanda ahlaki ve entelektüel bir sorumluluk olarak görmek gerekir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU