Hakikatin çürümesi: Algılar çağında gerçekle imtihanımız

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Alberto Miranda/The Atlantic

Bazen insanlar gerçekleri duymak istemezler çünkü hayallerini yıkmak istemezler. 

Nietzsche


21'inci yüzyılın en belirgin krizlerinden biri, teknolojik, politik ve kültürel dönüşümlerle birlikte derinleşen bir hakikat krizi.

Sadece dünyada değil, Türkiye'de de hakikat kavramı ağır bir sınavdan geçiyor.

Artık yalnızca "doğru" ile "yanlış" arasında bir sınır çizmek, geçmişte olduğundan çok daha zor.

Hakikat, bir zamanlar toplumları bir arada tutan ortak bir zemin iken, bugün kişisel tercihler, inançlar, ideolojik aidiyetler ve çıkarlarla yerinden edilmiş durumda.

Üstelik bu yalnızca bireysel bir sapma değil; medya, siyaset ve kültür alanlarında sistematik olarak üretilen bir eğilim.

Türkiye'de hakikat, çoğu zaman bir değer olmaktan çıkıp bir silaha, bir koz olarak kullanılmaya başlandı.

Siyasal söylemde, medyada ve sosyal medyada gerçeklerin yerine algıların geçmesi, toplumsal ilişkilerde güveni zedeledi; kamusal tartışmaları, hakikatin peşinde koşmak yerine kendi "gerçeklerimizi" savunduğumuz bir arenaya dönüştürdü.

Bu süreci "hakikatin çürümesi" olarak tanımlamak mümkün: Gerçeğin toplumsal anlamının erozyona uğraması, görecelileşmesi, içinin boşaltılması ve nihayetinde değerini yitirmesi.

Peki, hakikatin çürümesi ne demektir?

Neden böylesi bir krizle karşı karşıyayız?

Ve bu durum, bireyden topluma kadar hangi sonuçları doğuruyor?


Hakikatin çürümesi nedir?

Hakikatin çürümesi kavramı, felsefi ve siyasi düşünürlerin 20'nci yüzyıldan itibaren sıkça tartıştığı bir konudur.

Hannah Arendt, Yalan ve Siyaset adlı makalesinde, "hakikatin sistematik olarak yalanla ikame edilmesinin" sonunda insanların doğruya karşı kayıtsızlaştığını, gerçeği savunanların ise marjinalleştirildiğini belirtir.

George Orwell'in 1984 romanında çizdiği distopyada ise devletin dili ve tarihi manipüle ederek bireylerin gerçeklik algısını yok etmesi, hakikatin nasıl çürütülebileceğinin edebi bir örneğidir.

Daha yakın dönemde Jean Baudrillard, hakikatin yerini "görüntülerin" ve "simülasyonların" aldığını söyler.

Yani, gerçek artık gerçek olduğu için değil, öyle "sunulduğu" için var olur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bugün medya, reklam, sosyal ağlar üzerinden dolaşıma giren imajlar, çoğu zaman hakikatin önüne geçer.

Bu çürüme, hakikatin artık bir değer olarak kabul edilmemesi, hatta bazen istenmeyen bir yük haline gelmesi anlamına gelir.

Gerçek yerine hoşumuza giden, bize avantaj sağlayan veya yalnızca kendi duygularımızı teyit eden şeylere yöneliriz.

Böylece hakikat, yalnızca bireysel değil, kolektif olarak da zedelenir.

Hakikatin Çürümesi şu temel özelliklerle tanımlanır:

  • Olgular ve veriler hakkında anlaşmazlıkların artması: İnsanlar artık kanıtlanmış gerçekler üzerinde bile hemfikir olamıyor.
  • Gerçek ile yorum arasındaki çizginin bulanıklaşması: Haber, analiz ve kişisel görüşler birbirine karışıyor.
  • Kişisel inançların ve deneyimlerin etkisinin artması: İnsanlar, doğrulardan ziyade kendi deneyim ve inançlarını temel alıyor.
  • Geleneksel bilgi kaynaklarına olan güvenin azalması: Medya, akademi ve devlet gibi kurumların güvenilirliği sorgulanıyor.


Algılar çağında hakikat

Bu durumun ortaya çıkmasında birkaç temel sebep rol oynuyor: Bilişsel önyargılar, bilgi sistemindeki değişimler (sosyal medya, 24 saatlik haber döngüsü, dezenformasyon), eğitim sistemindeki yetersizlikler ve siyasal-kültürel kutuplaşma.

Hakikatin çürümesinde en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz dijital devrim.

Sosyal medya platformları, arama motorları ve algoritmalar, hakikati belirlemekten ziyade kullanıcıların ilgisine hitap etmeye odaklanır.

Tıklanabilir, paylaşılabilir ve kışkırtıcı olan içerikler, doğru olanı gölgede bırakır.

İnsanlar kendi inançlarını pekiştiren "yankı odalarında" hapsolur.

Böylece nesnel gerçek değil, kişisel algılar ön plana çıkar.

Donald Trump'ın 2016 seçim kampanyası ve İngiltere'nin Brexit referandumu sırasında sıkça tekrarlanan "post-truth" (hakikat sonrası) kavramı, bu çağın ruhunu özetler.

2016 yılında Oxford Sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilen "post-truth" (hakikat sonrası), hakikatin çürümesinin en çarpıcı tezahürlerinden biridir.

Post-Truth, nesnel gerçeklerden ziyade, kişisel inançlar ve duyguların kamuoyu üzerinde daha fazla etkili olduğu bir durumu ifade eder.

Burada önemli olan neyin doğru olduğu değil, neye inanmayı seçtiğimizdir.

Siyasetçiler, gazeteciler, kanaat önderleri ve sıradan bireyler, hakikati manipüle etmekten çekinmez; çünkü artık hakikatin bir "mutlak" değeri kalmamıştır.

Gerçek, güç ilişkileri ve algı yönetimiyle şekillenir.

Bunun sonucu olarak toplumda kutuplaşma derinleşir.

Herkes kendi gerçeğine sahip çıkar ve karşısındakini yalanla, yanlışla itham eder.

Ortak bir gerçek zemininden yoksun kalan toplumlar, birlikte yaşam yeteneklerini yitirir.

Türkiye'de de bu durum farklı değil. Siyasetçiler, medya organları ve kanaat önderleri, sıklıkla gerçeği eğip bükerek, kendi tabanlarını konsolide edecek hikâyeler anlatıyor.

Böylece ortak bir gerçek zemininden uzaklaşıyor, toplum kutuplaşıyor.


Siyasette hakikatin çürümesi

Siyaset, hakikatin çürümesini en çok besleyen ve bundan en çok beslenen alanlardan biri.

Popülist liderler, doğrular yerine duyguları harekete geçiren söylemlerle destek topluyor.

"Alternatif gerçekler" icat ediliyor, medyanın güvenilirliği sorgulanıyor, uzmanlık küçümseniyor.

Böylece siyaset, hakikati inşa eden değil, onu esneten ve eğip büken bir alan haline geliyor.

Hannah Arendt'in işaret ettiği üzere, sürekli yalan söyleyen bir yönetim, sonunda insanların hiçbir şeye inanamayacağı bir ortam yaratır.

İnsanlar, gerçeği araştırma zahmetine katlanmaz; bunun yerine ya tamamen şüpheci hale gelir ya da kendilerine uygun olanı seçer.

Hakikat böylece toplumsal bir çimento olmaktan çıkar, bireysel bir tercih haline gelir.


Kültürde hakikatin çürümesi

Hakikatin çürümesi yalnızca siyasetle sınırlı değildir; kültürel alanlarda da kendini gösterir.

Medyada, sanatta, edebiyatta, hatta bilimde bile hakikate bağlılık giderek zayıflıyor.

Gerçeğe sadakatten çok "hikâye anlatımı" değer kazanıyor.

"Ne hissettirdiği", "ne kadar sattığı" "ne kadar ilgi çektiği" önemli hale geliyor.

Gerçeği ortaya çıkarmakla yükümlü olan gazetecilik bile, tıklanma oranları uğruna gerçeği abartmaya, çarpıtmaya ya da görmezden gelmeye başlayabiliyor.

Böylece bilgi kirliliği artıyor ve doğru ile yanlış arasındaki çizgi silikleşiyor.


Ne yapılabilir?

Hakikatin çürümesini durdurmak, kolay bir iş değil. Ancak mümkün.

Öncelikle bireysel düzeyde bir sorumluluk gerekiyor: Eleştirel düşünmek, doğrulama yapmak, kolay inanmak yerine sorgulamak.

Eğitim sisteminde medya okuryazarlığına, bilimsel düşünceye ve etik değerlere daha fazla yer vermek, toplumların hakikati savunma refleksini güçlendirebilir.

Medya kuruluşları, doğru habercilik ve etik standartlar konusunda daha sorumlu davranmalı.

Dijital platformlar, algoritmalarını yalnızca etkileşim odaklı değil, doğruluk odaklı olarak da tasarlamalı.

Siyasetçiler, hakikati manipüle etmenin kısa vadeli kazanç sağladığını ama uzun vadede toplumsal çöküşe yol açtığını fark etmeli.


Sonuç

Hakikatin çürümesi, yalnızca bireylerin değil, toplumların da sağlığını tehdit eden bir süreçtir.

Gerçeğin erozyonu, güvenin erozyonuna, birlikte yaşama iradesinin kaybına ve nihayetinde demokratik değerlerin zayıflamasına yol açar.

Hakikati korumak ise yalnızca gazetecilerin, siyasetçilerin ya da akademisyenlerin değil, hepimizin görevidir.

Zor, zahmetli ve kimi zaman rahatsız edici olsa da gerçeği aramaktan ve savunmaktan vazgeçmemek, çağımızın en önemli ahlaki sorumluluğudur.

Çünkü hakikat çürürse, geriye yalnızca yalanlar ve onları pazarlayanların keyfiyetine terk edilmiş bir dünya kalır.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU