Önce Lahey'de, ardından kendi ülkesinde "savaş suçlusu" olarak yargılanan Srebrenitsa Komutanı Naser Oriç ile Saraybosna'da baş çarşıda Independent Türkçe için konuştuk.
Naser Oriç, Srberenitsa yakınlarında bulunan Poticari kasabasında yaşayan bir çiftçi çocuğu iken, Belgrat'a giderek Polisi Akademisi'ne kaydoldu.
Ardından özel kuvvetlerde görev almış ve nihayet Yugoslavya Devlet Başkanı Slobadon Miloşeviç'in emrine verildi.
Naser Oriç savaş esnasında Srebrenitsa savunmasını organize eden ve yürüten bir komutan.
Sırpların girişimleri ile savaş suçlusu olarak yargılandığı Lahey'de beraat etti ancak şu an kendi ülkesindeki yargılaması devam ediyor.
1992'de Bosna Hersek'te Sırp saldırıları ile başlayan savaş esnasında Sizin Srebrenitsa savunmasını organize ettiğinizi biliyoruz. O yıllara dönecek olursak nereden başlamak istersiniz.
Evet, en baştan başlamak gerek sanırım. Ben bir köy çocuğuydum ve doğup büyüdüğüm Potiçari'den Belgrad'a eğitim için gittiğimde en büyük haylim özel kuvvetlerde görev almak hayallerimi süslemekteydi. Nitekim Polis Akademisi'ne girmeyi başararak hayallerimi adım adım gerçekleştirmeye başladım.
Özel kuvvetlerdeyken Yugoslavya devlet başkanı seçilen Miloşeviç'in emrine verildim. Ben Müslüman bir Boşnak'tım, emir aldığım Mlioşeviç ise Milliyetçi bir Sırp'tı. Elbet ben bir profesyoneldim ve tarihi süreçte yer alan husumeti bir kenara bırakarak duygularıma değil görevime bakmalıydım. Çoğu zaman özel koruması olarak Miloşeviç'e eşlik etmekteydim.
Pek çok özel toplantılara onunla giriyor ve şaşırtıcı şeyler şahit oluyordum. Özel kuvvetlerde genellikle mafya organize suçlar vs gibi bölümlerle yakın alakalı iken artık tamamen Miloşeviç'in politikaları doğrultusunda çalışıyordum.
Miloşeviç'e eşlik ettiğim pek çok özel toplantıda Yugoslavya'da bir şeylerin hazırlığını anlıyordum elbet, ancak meselenin ciddiyetini Kosova'daki Gazimestan meydanında Miloşeviç'in "Dünyada Sırplardan daha üstün bir ırk yoktur bunu kanımız pahasına tüm dünyaya ispat edeceğiz" şeklinde sözlerin ardından yaptığı çentik selamını (tre fenger) gördüğümde anlamıştım.
O gün gözün görebildiği her alanda Çetnik işaretleri yer almaktaydı. Yugoslavya'da bir şeyler olduğu kesindi ama ne olduğunu net olarak anlaması Gazimestan'da şahit olduklarım ile zihnimde bir yerlere oturmaya başladı. Her tarafta çentik işaretleri vardı.
Milliyetçi monarşik Sırp gerillalar olarak bilinen çentiklere ait üç orta parmağın (tree-finger) işareti hemen her yerde kendisini göstermekteydi. Bu işaretin İsa, Mesih ve Sırp'ları ifade ettiği yaygın bir kanaat olması durumu daha da netleştiriyordu. Ben bütün bunları ibretle izlerken meydanı dolduran binlerce Sırp'ın sloganları arasında konuşmasını yapan Slobodan Miloşeviç'e dikkat kesiliştim.
Yugsolavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç'in alana toplanan binlerce Sırp'a hitaben yaptığı konuşma çok manidardı. Miloşeviç; Kosova savaşındaki mağlubiyetlerinin sebebi olarak gösterdiği Osmanlıya ver yansın ederken "Türkler, Sırplardan daha kuvvetli asla değildi sadece şanslıydı" diyordu.
Tüm bu konuşma ve işaretlerden anlaması gerekeni anlıyordum artık. Miloşeviç bir bakıma Yugoslavya devleti gücüne sahip Sırp faşizminin gerçek niyetini ifade ediyor, Balkanların geleceğini Türk düşmanlığı üzerinden yeniden şekillendirmekten söz ediyordu.
Üstelik bunu yaparken de Avrupa'yı yanına almaktan kaçınmıyor açıkça yanında sayıyordu. Büyük Sırbistan'ın peşinde olduğu tüm konuşmalarından deşifre olan Miloşeviç "Dünyada Sırplardan daha üstün bir ırk yoktur bunu kanımız pahasına tüm dünyaya ispat edeceğiz" şeklinde sözlerin ardından yaptığı çentik selamını gördüğünde her şeyi anlamışım. Evet, Miloşeviç ve diğer Sırp çentiklerin Yugoslavya'yı nasıl bir felakete sürüklemek niyetinde olduğu çok açıktı.
Gazimestan'da gördüklerim, duyduklarım, şahit oldukları Naser için yetmişte artmıştı bile. Balkanlarda Müslümanlar (Türkler) üzerinden planlanan felaketi görmekte anlamakta gecikmedim. Ve düşünmeye başladı. "Ne yapmalıydım" Miloşeviç ve Sırp çentiklerin planlarına şahit olup ta bunun karşısında nasıl bir tavır sergilemeliydi; bilemiyordu. Ancak bildiği bir şey vardı ki artık "profesyonel" olmasına imkân yoktu. Her şey değişmiş can damarıma basılmıştı.
Bu durumu anladığınızda tepkiniz ne oldu?
Hiçbir şey eskisi gibi değildi artık... Polis birliğinin merkez ofisinde Sırp Askerleri ile sürtüşmeye başlamıştım. Benim dışımda üç tane daha Müslüman polis vardı diğerlerinin tamamı Sırplardan oluşuyordu. Özellikle bize duyurmak istercesine tüm gün sesini açarak dinledikleri "hangi yalancı Sırbistan küçük diyebilir" diye başlayan şarkıya tahammül etmekte zorlanıyordum doğrusu...
Sizin için zor bir süreç olmuş belli ki.
Elbette. İş sadece psikolojik sürtüşme ile kalmıyordu Sırp sivillerin silahlandırıldığına da şahit oluyorduk artık. Nihayetinde bütün bunlardan sonra Potoçari'ye giderek olup bitenleri yetkililere anlatmaya karar verdim. Dönüşte Srebrenitsa'ya giderek yetkililerle görüştüm ve durum hakkında uyarılarda bulundum. Ancak ilginç bir şekilde, ne resmî kurumlar ne de etrafımdaki dostlarım hiç kimse bana inanmıyordu.
Hikâyenin burasında Sırplardan çalınan bir top saklama durumu var, neydi o olay?
O tamamen sembolik bir şeydi elbette ki. Giderken elim boş gitmek istemedim ve büyükçe bir topuda beraberimde götürdüm. Köydeki evimizin samanlığında sakladım. Tabiî ki kullanılabilecek bir silah değildi ama bu benim için sembolik olarak önemliydi. Ancak tabi topu saklamakta sıkıntı çektim. Çetniklerin saldıracağından emindim ve kendimce hazırlıklar yapmaya başladım. Nitekim çok geçmeden Çetnikler ağır silahlarla Potocari'ye saldırdılar. Elimizde silahımız yoktu ancak çentikleri etkisiz hale getirerek ellerinden aldığımız silahlarla direnişi başlattık.
Daha önce size inanamayanlar ne yaptılar?
Herkes büyük bir şok yaşıyordu ve işin acısı resmi yetkililerin çoğu şehirden kaçtı kalanlar kendi köy ve kasabalarını savunmak üzere harekete geçtiler. Ancak savunma içi silah gerekti ve bizde de yoktu. Tuzla ve Saraybosna'dan yardım istedik ne var ki her yerde bir kargaşa hâkimdi ve tabiî ki beklediğimiz yardım bize ulaşmadı.
Ne yaptınız peki?
Savunmamızı şartlar ne olursa olsun büyük bir başarı ile devam ettirdik. Ardından Srebrenitsa bölgesi Müslüman birliklerine komutan olarak görevlendirildim. Srebrenitsa savunması artık bir kontra savaşına dönmüştü ve çok geçmeden çentikleri püskürtmeyi başarmıştık.
Yani, Srebrenitsa'yı geri aldınız öyle mi?
Evet, askerlerimin cesurca direnişi sayesinde-çok kayıp vermiş olsak da- Srebrenitsa'yı çentiklerden temizlemeyi başarmıştık.
Peki, sonra ne oldu da Srebrenitsa'da bir soykırım uygulandı?
Srebrenitsa, BM Tarafından güvenli bölge ilan edilmek istendiğinde şartları silahsızlandırılmamızdı. Ve bunu bir şekilde başardılar. BM'ye ve Hollanda askerlerine asla güvenmiyordum ancak bunu -birilerini aşarak- Alija'ya iletebilmeyi ne yazık ki başaramamıştım.
BM'nin korumasında olması 60 bin nüfuslu kasabayı 82 bine çıkarmıştı. Açlık, susuzluk ve salgın hastalık sebebi ile tam üç bin kişi hayatını kaybetmişti. Hollanda askerlerinin alay edercesine yazın soba kışın yazlık kıyafet dağıtmaları ise tam bir komediydi. Zamanla saçma sebepler sunarak bazı bölgelere asker yerleştiremeye başlandı.
Serseri atış gibi gösterilen kurşunlar pek çok yaşama son vermeye başladı. Biraz daha ileri giderek Müslümanların evlerini saran çentikler konusunda Hollanda askerlerini uyarmamız hiçbir işe yaramadı. Üstelik Hollanda askerleri "Boşnakların, Sırp sivilleri öldürdüğüne dair" sahte tutanaklar tutuyorlardı.
Siz bütün bunlara karşın şehrin resmi komutanı olarak ne yaptınız.?
Benim en büyük sıkıntım buradaki durumu asıl yetkililer anlatamıyor, gerçek bilgileri ulaştırmayı başaramıyor olmamdı. Elbet kurşun atışları ile öldürenlerin sayısı giderek çoğaldıkça ve çeşitli şekillerde sivil Müslümanların katliamı söz konusu olunca birkaç müdahalede bulunduk. Ancak bu kez yetkililerimize hakkımda uydurma ve iftira dolu bilgiler ileterek BM'nin de baskısı ile Srebrenitsa'dan uzaklaştırıldım.
Ne tür iftiralardı bunlar? Müslüman taraf buna nasıl inandırıldı?
Yüreğimi kanatan çok acı bir durum. Benim için "Naser mafya, haraç kesiyor Sırp kadınlarına tecavüz ediyor" (affedersiniz) gibi gayriahlaki iftiralarla propaganda yapılıyordu. Bazı yetkililerle anlaşmazlıklar yaşadığımızdan onlar bunu merkeze rahatlıkla taşıyabildiler ve yalancı şahitlik yaptılar. Aynı kişiler şimdi yargılandığım davada da aleyhime tanıklık ediyorlar.
Alija İzzetbegoviç'in Srebrenitsa'nın düşmesine dair anılarında kaleme aldığı satırlarda "üzerime ihanet yağıyordu" ifadesi BM ile birlikte bu içinizdeki hainler ide kapsıyor olabilir mi?
Kesinlikle öyledir. Zira Alija beni tanımazdı ve pek çok zorluğun imkânsızlığın içerisinde büyük ve zorlu bir savaşı yönetmeye çalışan bir lider olarak yetkililere güvenmek zorundaydı. Dolayısı ile tüm çırpınışlarım sonuçsuz kaldı ve ben Srebrenitsa'dan uzaklaştırıldım.
Demek ki Srebrenitsa'da 11 Temmuz'da gerçekleşen katliam esnasında siz orada değildiniz.
Evet, ne yazık ki ben mayıs ayında Srebrenitsa'dan uzaklaştırıldım ve 11 Temmuz'da Hollanda askerleri silahlı çentikleri şehre sokarak 10 binlerce Müslüman sivili katlettiler.
Siz bunu duyduğunuzda ne yaptınız?
O esnada zorunlu olarak Tuzla'da tutuluyordum. Durumdan haberdar olduğum an Srebrenitsa'ya koştum ve çentiklerle savaştım. Ancak olan olmuş Srebrenitsa kan gölüne dönmüştü.
Ve bütün bunlara rağmen şu an kendi ülkenizde savaş suçlusu olarak yargılanıyorsunuz…
Evet. Önce Lahey'de yargılandım ve beraat ettim ardından kendi ülkemde yargılandim..Yurt dışına çıkamadım ve kendi şehrime gidemedim. Sırp faşizminin namlusu ensemde olduğu halde yaşamıma devam etmek zorunda kaldım. Srebrenitsa anma programlarına dahi katılamadım.
Siz savaş suçlusu olarak ifadelendirilmenize dair ne söylersiniz?
Biz savunmamamızı ve mecbur bırakıldığımız savaşı gayet ahlaki normlarda sürdürdük. Esirlere asla kötü muamele etmemiş, yedirip içirmiştik. Onlar gibi sivil öldürmemiş, toplama kamplarında işkence yapamamıştık. Bu Sırp Katillerin yargılanmalarından dolayı benim üzerimden suç bastırmak ve hedef şaşırtmak şeklinde düşünülebilir tabi. Ben Sırp faşistlerin boğazında bir kılçığım ve benimle beraber suçlarını söküp atmak istiyorlar.
Şu an ki yargılanma durumunuz hangi aşamada?
Yargılanmam 3 Temmuz 2028'de tamamen bitti. Kendi cenahımızdan yalan şahitlerle suçlamalar yapıldı. Beni yargılayanlar ülkemi savunduğumu bundan başka bir eylemim olmadığını gayet iyi biliyorlardı zaten. Ben ülkem ve halkım için savaştım. Bir kahramanlık ödülü almalıyken, suçlu olarak yargılandım. Bu benim için hiç kolay bir durum değildi elbette. Kaldı ki 20 yıldır her anım ve saniyem yanı başımda katledilen, şehit edilen arkadaşlarım ve dostlarımın hatırları yüreğimde hala kabuk bağlamış bir yara iken maruz kaldığım bu durum beni manen çok yaralıyor.
Şu an Srebrenitsa soykırımında katledilenlerin anıldığı ve toplu mezarların yenilerine ulaşılarak defnedildiği zaman içerisindeyiz. Bu konuda ne söylemek istersiniz.
Srebrenitsa soykırımı bir ihanetin ürünüdür ve sadece 11 Temmuz soykırımı değil, öncesinde binlerce Srebrenitsalının BM desteği ile katledilmiş olmasını da gündeme getirmemiz lazım.
Teşekkür ederim bende size şunu ifade etmek isterim. Savaş ve kriz zamanlarının iki çeşit aktörler varıdır: Kahramanlar ve fareler. Fareler peynir gördüğünde ortaya çıkar, ayak sesi duyduğunda kaybolur. Oysa kahramanlar onuru ile mücadele eder ve tarih yazarlar.
Teşekkür ederiz.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish