Bu yazımda Filistinli bir fedainin, General Kifah Hattab'ın az bilinen trajik ve hüzünlü hikâyesini paylaşacağım sizlerle.
Hattab pilot olması hasebiyle yaklaşık 20 yıl boyunca gökyüzü ile yeryüzü arasında mekik dokuyarak kalbine nakşettiği davasını uçakla gittiği başkentlere anayurt mesajıyla birlikte ulaştırdı.
Kendisi 1960 yılında Batı Şeria'daki Tulkerim doğdu.
1948'de işgal edilen yurdundan kovulan aile fertleri Filistin davasını gittikleri her yere götürmeyi vazife bildiler.
Araplar bu işgal ve sürgünü Nekbe (yani büyük felaket) olarak kavramlaştırdılar.
Yaser Arafat'ın başında bulunduğu vatansever hareket El Fetih örgütüne erken yaşta katılan genç Hattab, mücadelenin yükselişe geçtiği 70'li ve 80'li yıllarda fiilen Filistin devriminin hizmetine girdi.
Bilinen anlamda silahlı bir faaliyet yürütmedi; daha farklı bir yol izleyerek askeri pilot olmayı seçti.
Pakistan hava askeri seminer ve eğitimlerine katıldı. Havayolu uçuş tekniklerini öğrendi.
Ardından Yugoslavya Hava Harp Akademisi'ne gitti.
1982'de katıldığı akademiden 1985'te başarıyla mezun olarak savaş uçağı pilotu olarak göreve başladı.
Filistinli devrimci Hattab'ın maksadı, savaş pilotu olup bir meslek edinmekten ziyade kendini davaya adamış bir fedai olarak bu yolda hizmet eri olarak çalışmaktı.
Yugoslavya'daki hava harp akademisinden mezun olur olmaz FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) lideri Yaser Arafat'ı uçakla bir yerden diğerine taşıma/götürme görevini üstlendi.
1982 yılının Lübnan'ında başkent Beyrut İsrail'in havadan ve karadan kuşatması altındaydı.
Filistinli direnişçilerle işgalci İsrail askerleri ölümüne savaşıyorlardı.
Arafat, o zor ve zahmetli günlerde güvenebileceği bir pilot olan Hattab'ın kullandığı uçak veya helikopterlerle bir yerden diğerine gidiyor; gerektiğinde direniş siperlerini denetliyor; diğer örgütlerin liderleri ve siyasetçilerle görüşebiliyordu.
Pilot Kifah Hattab, kimi zaman da dışarıdan aldığı askeri-sivil lojistik malzemeleri ihtiyacı olan savaşçılara yetiştiriyordu.
Neyi, nasıl ve hangi hava aracıyla yaptığı ise bir sır olarak kendisinde saklı kalıyordu.
1986 yılında hava nakil mekanizmasının bir parçası olarak görevlendirildi Hattab.
Dava arkadaşı ve meslektaşı Yüzbaşı Muhammed Derviş'in Arafat'ı taşıdığı sırada Libya'daki bir uçak kazasında hayatını kaybetmesinden sonra onun yerine geçmişti.
Beyrut'ta kaldığı süre içinde Kifah'ın yanında taşıdığı en kutsal şey, işgal altındaki Filistin'den getirilen bir avuç topraktı.
Bunu da Arafat'a hediye etmişti. Amacı direniş önderliğine paha biçilmez simgesel bir armağan sunmaktı.
Bu simge aynı zamanda gurbette veya sılada, "Her nerede olursan ol, anayurdunu ve toprağını sakın unutma!" babından bir hatırlatma idi.
1994 yılında İsrail ile Filistin (aslında FKÖ) arasında imzalanan Oslo Çerçeve Anlaşması sonrasında Hattab, diğer fedailer gibi anayurduna dönerek Arafat başkanlığındaki Filistin Yönetiminin emrinde çalışmaya başladı.
Batı Şeria'daki Eriha şehrine girişinde gözlerinden yaşlar akıyordu Hattab'ın.
Sürgün yıllarından bu yana vatana döndüğüne bir türlü inanamıyordu.
Dönüşünden, "Hayatının en duygusal anı" olarak bahsediyordu.
Tutuklanma: Esaret, eziyet, işkence ve direnme yılları
4 Haziran 2003 tarihinde İsrail birlikleri Tulkerim'deki evini kuşatıp kendisini tutuklayana kadar yaşantısı bu minvalde sürüp gitti.
Tutuklanması aile açısından tam bir şok ve travmaya sebep oldu.
Hiçbir resmi suç isnat edilmeden tutuklanan General rütbeli Pilot Hattab, "İsrail işgaline karşı direnişe katılmak" suçlamasıyla iki kez müebbet hapse mahkûm edildi.
Hattab'ın tutsaklığı 21 yıl sürdü. Bu süre boyunca sadece kendisinin değil diğer tutsak Filistinlilerin de uluslararası kurallar uyarınca "savaş esiri" olarak kabul edilmesi amacıyla sürekli açlık grevi yaptı, yaptırdı.
Esir takası sonucu serbest bırakıldığında ise yurdunda kalmasına izin verilmedi; tekrar tehcir edildi.
Londra merkezli El Quds El Arabi gazetesinin söyleşisine telefonla katılan Kifah şunları söylüyordu:
Tutuklanacağım o gece, evi kuşatmış askerlerin bağırtılarını işittim. Aslında tutuklanmaktan korkmuyordum. Ancak henüz çocuk yaştaki evlatlarımın gözü önünde apar topar alınıp ellerim kelepçeli olarak götürülmek çok zoruma gitti.
Amaçlarımız uğruna hapiste açlık grevi yapmak tercihimiz değildi; elimizdeki biricik silahtı. Biz hapistekiler bu sayede sıradan rakamlarla anılan değil, insan olarak zikredilmek istiyorduk.
Tutsaklık süresi boyunca, işgalci düşmanın kurallarına asla boyun eğmedik. Tam tersine, her an direndik ve dayandık. Onların işgalci olduklarını haykırmaktan geri durmadık. Bu amaçla tam tamına 34 kez açlık grevi yaptım. Neredeyse bu süre bir seneye tekabül etmekte.
Bu arada bizi boş bırakmıyorlardı. Her türlü darp ve tenkile (tepelemeye) maruz kalıyorduk. İsrail zindanlarında sıradan bir mahkûm olmayı sürekli reddettim. Bizler adi ve adli suçlular değildik, özgürlük tutsaklarıydık. Dolayısıyla Cenevre Sözleşmesi uyarınca siyasi-askeri kimliği tanınması gereken harp esirleriydik.
Hattab Kifah, zindandaki kaldığı süre içinde "Kifah Kifah!" başlıklı bir kitap yazdı.
Malum, Kifah kelimesi Arapça mücadele demektir.
Ailesi de iyi bir fedai olsun diye Kifah ismini vermişti ona.
Kitabının başlığı Türkçeye şöyle tercüme edilebilir: "Mücadele ille Mücadele!"
420 sayfalık kitap bir bakıma hapishane günlüğüdür.
Kendisine ve tutsaklara yönelik eziyet, şiddet, hakaret ve işkenceler ile cezaevi içinde kurallara uymayanlara verilen ziyaret yasakları ve başka yaptırımlar anlatılmaktadır.
7 Ekim 2023'e kadar süren hapishane yaşantısı Hamas ve diğer Filistinli 11 örgütün ortaklaşa gerçekleştirdikleri meşhur baskına kadar sürdü.
Baskından sonra bin bir türlü mezalime maruz kalan cezaevindeki tutsaklar Kasım 2024'te isyan ettiler.
Cezaevi idaresi baskının intikamını almak için Filistinli esirleri topluca cezalandırıyor, başka hapishanelere sürüyor veya yeraltı zindanlarına tıkıyordu.
Çoğu zaman da onları aç bilaç bırakıyor, temizlikten mahrum ediyordu.
27 Şubat 2025 tarihli Hamas ile İsrail arasındaki esir takası kapsamında ismi listeye yazılan Hattab için özgürlüğe ve Tulkerim'deki eşi ile iki çocuğuna kavuşma günü olarak kayda geçti.
Ancak sonuç hayal ettiği gibi olmadı; İsrail'in dayatması ile Mısır'a sürgün edildi.
Hattab hapisten salıverildiği anda hissettiklerini şöyle dile getiriyordu:
Gömüldüğüm mezardan çıkıp hayat nefesi aldığımı hissettim. Yine de hüzünlüydüm. Çünkü Mısır sınırına götürüldüğümde esir aileleriyle görüştürmediler araya büyük bir set çektiler. Uzaktan birbirimize hasretle bakmakla yetindik. Haliyle kendimizi esaret altında hissediyorduk.
Mısırlı askerin Arapça büyük geçmiş olsun demesi üzerine hazin rüyadan uyanarak bir Arap ülkesine ayak bastığımızı anlayabildik. İster istemez iki gözüm iki çeşmeydi ve ben ‘Yaşasın Mısır!' diye haykırıyordum.
Evet, fiziki olarak salıverildim ve serbestim. Fakat ben kendimi duvarsız hapisteymişim gibi hissediyorum. Çünkü anayurdumdan ve ailemden uzaktayım. Ailemi kucaklayıp Tulkerim şehrinin caddelerinde dolaşmaktan men edilmişim.
Özgürlük gibisi yoktur. İnsanın en değerli şeyi özgürlüktür; mal, mülk ve sağlıktan daha kıymetlidir ve hayatın ta kendisidir. Dolayısıyla elde edene kadar mücadele ve sabredeceğiz.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish