Neandertal'den Sapiens'e Bir Ayna: Ludovic Slimak ile antropolojinin siyâseti üzerine söyleşi

Sinan Baykent Independent Türkçe için

Kolaj: Independent Türkçe 

Yaklaşık 400 bin yıl boyunca Neandertaller, Avrupa ve Batı Asya'da yaşadılar. Sapiens -ki bu biziz- ise yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika'da ortaya çıktı. İki tür, yaklaşık 50 ila 40 bin yıl önce Avrupa'da karşılaştı. Bu karşılaşma dönemi aynı zamanda Neandertallerin hızla yok olmaya başladığı, Sapiens'in ise hızla yayıldığı dönemdir. 

Ortalama 40 bin yıl kadar önce, Neandertaller tarih sahnesinden çekildi. Bu yok oluşun nedenleri hâlâ tam olarak bilinmiyor. Ancak bu söyleşide de göreceğimiz üzere, çeşitli ve bazen rahatsız edici varsayımlar eksik değil.

Son yıllarda Neandertal figürü popüler kültürde yeni bir ivme kazandı. 

İzleyenler hatırlayacaktır. 2019 yapımı William adlı filmde, iki bilim insanı antik DNA'dan bir Neandertal çocuğu klonluyordu. William, günümüz toplumunda dışlanarak büyüyor, farklılığına anlam arıyordu. Filmde Neandertal figürü sadece tarihsel değil, varoluşsal bir sorgulama zemininde kurgulanmıştı.

Yine 2024'te Netflix'te yayınlanan Secrets of the Neanderthals (Neandertallerin Sırları) adlı belgesel, Irak'ta Erbil şehrinin Barzan bölgesine yakın bir konumdaki Şanidar Mağarası'nda bulunan "Shanidar Z" adlı iskelet üzerinden Neandertallerin yaşamına dair en güncel bilimsel verileri inceliyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ne var ki bu "popülerleşme", büyük ölçüde "sert bilimlerin" diktası altında veya en iyi ihtimalle "nezaretinde" gerçekleşiyor. 

Odakta hep aynı sorular var: Kafatasının ebadı neydi? Morfolojisi nasıldı? Anatomik hususiyetleri nelerdi? Dış estetik ve genetiğin çifte kıskacında amansızca tüketilen bir enerji mevzubahis… 

Dahası ve belki de en önemlisi, Neandertal'i "kendimize" benzetmek için attığımız taklaların sonu gelmiyor. "Bize şöyle yakındı", "bize böyle benziyordu" vb. minvaldeki savlar alabildiğine sıradanlaştı. 

Oysa Neandertal, yalnızca bir "kemik yığını" yahut "bize benzeyen bir geri tür" değildi. Yok oluşuna kadar kendi doğasına sadık kalmış, çok uzun sayılabilecek bir zaman diliminde kesintisizce çevresine ayak uydurabilmiş, bu süreçte organizasyonel dayanıklılık örneği sergilemiş ve doğayla bütünleşerek başka bir varoluş biçimini benliğinde cisimleştirebilmişti.

İşte tam bu noktada Ludovic Slimak devreye giriyor... 
 

Ludovic Slimak / Fotoğraf: Grégoire Bernardi-The Observer
Ludovic Slimak, Independent Türkçe için Sinan Baykent'in sorularını yanıtladı / Fotoğraf: Grégoire Bernardi-The Observer

 

Ludovic Slimak, 52 yaşında bir Fransız paleoantropolog. Neandertal üzerine yürüttüğü disiplinler arası çalışmalarıyla tanınıyor. Slimak'ın özgün yönü ise, bu kadim insan türüne yalnızca biyolojik değil, kültürel ve davranışsal düzlemde yaklaşması ve onu bir "farklı insanlık ihtimali" olarak okuması. 

Slimak, hayatını Afrika çöllerinden Anadolu'ya, Avrupa'nın kalbine ve Sibirya'ya kadar birçok farklı coğrafyada yürüttüğü Neandertal kazılarına vakfetmiş karizmatik bir şahsiyet. Modern bilimsel paradigmanın dışına çıkma cesareti gösteren bir düşünür aynı zamanda. Ve bu nitelikleri onu "ana-akım"ın monotonluğundan ayırıyor.

Ben de yaklaşık 1 buçuk yıldır Slimak'ın çalışmalarını (Fransızca olarak yayımladığı, başta İngilizce ve İspanyolca olmak üzere pek çok dile çevrilmiş ve bana yakında Türkçeye de kazandırılacağını söylediği üçlemesi "Néandertal Nu", "Le dernier Néandertalien" ve "Sapiens Nu" üçlemesi çok başarılıdır) yazılarını, mülâkatlarını yakından takip ediyorum. 

Çünkü insanlık bugün bir "medeniyet krizi" yaşıyor.


"Sürekli bir 'kontrol' güdüsü hâkim. Sapiens'in tabiatı bu"

Transhümanizm, Mars'ın kolonileştirilmesi, dijitalleşme, algoritmik yaşam, yapay zekânın belirlediği gündem... Bunların her biri bir "ilerleme" olarak sunulsa da aynı zamanda tetiklediği derin duygu büzüşmeleri (korku, anksiyete, panik vs.) ve sosyal darboğazlar itibarıyla bir tıkanıklığın da göstergesi.

İlginçtir, benzer bir "kopuş" hissi 19'uncu yüzyılda Sanayi Devrimi sırasında da deneyimlenmişti. Ağır çalışma koşulları, doğanın tahribatı, kimyasal gıdalar ve kentleşmeyle birlikte bazı insanlar "doğal durum"a dönmenin yollarını aradı. Henri Zisly gibi Fransız natüryen anarşistler, Almanya'da Lebensreform ("Yaşam Reformu") ve Avrupa'da mantar gibi çoğalan irili-ufaklı "doğal yaşam komünleri" bu arayışın en güçlü izdüşümlerindendi.

Bugün de bazı insanlar benzer bir huzursuzluğu duyuyor ve yine, yeniden "toprak"la-"doğa"yla daha yoğun bir biçimde temas etme ihtiyacını dışa vuruyor. 

İyi ama, böylesi bir "dönüş" mümkün mü?

Independent Türkçe için konuştuğum Slimak'ın yanıtı dikkate değer. 

Bugün yaşadığımız dönüşümlerin, savaşların, ekolojik krizin, kitlesel tahakkümün, hatta temsili demokrasinin bireyi silikleştirmesinin vb. aslında Sapiens'in doğasıyla birebir uyumlu ve bağdaşık olduğunu söylüyor:

Sürekli bir 'kontrol' güdüsü hâkim. Bu bir 'sabit'. Çağlara göre değişen yalnızca çehreler ve şekiller oluyor. Türün tabiatı bu. Dolayısıyla bu oluş tarzından bezen ve bir şekilde sıyrılmak isteyenlere 'topluluk' düzleminde bir çıkış sunmak imkânsız değilse de çok cılız-düşük bir olasılık. Hemen dışlanırsın, dışlarlar. Çünkü sürü mantığının terk edilmesi hoş karşılanmaz ve hatta sembolik veya reel anlamda bir şiddetle-ölümle sonuçlanabilir.
 

 

"Neandertal'i 'rehabilite' ettiklerini söylüyorlar ve fakat bu, onu ikinci kez öldürmekle eşanlamlı"

Slimak'a göre (yok olmuş/edilmiş) Neandertal figürü, Sapiens'in "oluş sistematiği"ne dair tutulmuş nesnel bir ayna:

Aykırı olmak, farklı yahut 'öteki' olmak Sapiens bağlamında çok tehlikeli. Kolektiften kopanın tepelenme riski çok yüksek. Sosyal medyaya bakmamız yeterli bunun için. İnsanlar birbirlerine neler diyorlar, bakınca hayret ediyorum. Birbirine muazzam şiddet uygulayan kitleler var. Gerçek şu ki, Sapiens kendi dışındakilere hep menfî yaklaştı. Bugünlerde 'aa, Neandertal aslında bizim gibiymiş' demek suretiyle Neandertal'i 'rehabilite' ettiklerini söylüyorlar ve fakat aslında bu, onu ikinci kez öldürmekle eşanlamlı. Neandertal imgesini ben kendi gerçekliğimize ve doğamıza bir ayna tuttuğu için seviyorum: başka bir insanlık hâliydi.


Sapiens'i "bir adım öne" çıkaran temel faktörlerden biri hayal kurabilmesi ve dış gerçekliği kendi yorumuna doğru bükmeye kâdir mitler teşkil edebilmesi oldu. Fakat bu, beraberinde kolektif idealizmlerin yanı sıra yıkımları da getirdi.

Nitekim Slimak, bu hususta şöyle diyor:

Neandertallerde bireysel yaratıcılık önemseniyordu, hatta belli bir anlamda 'norm'du. Dış gerçeklikleriyle de barışıktılar. Elbette Neandertal'i idealize etmiyorum, belki de başka yönleriyle 'pis' bir tipti ancak kendimizi anlamak, ne olduğumuzu kavramak acısından onu faydalı bir araç görüyorum. Standartlaştırma, tek-tipleştirme, 'verimlileştirme' Sapiens'in kolektif gücünün ve oluşunun bir yansıması. Bireyselliğe yer bırakmıyor, onu boğuyor. İdealist pozisyon en büyük korkunçlukları tetiklemiştir ve tetikler. 20'nci yüzyıl bu anlamda bir zirve noktasıydı. İdealizme yaslanan ideolojilerin tamamının kaçınılmaz sonucu toplama kampları, gulaglar ve fırınlardır. 'Öteki' ve 'aykırı' olanı eleme istenci.
 

Ludovic Slimak, en az 115.000 yıldır yerleşim yeri olan Fransa’daki Grotte Mandrin’in dışında / Fotoğraf Grégoire Bernardi-The Observer
Ludovic Slimak, en az 115 bin yıldır yerleşim yeri olan Fransa'daki Grotte Mandrin'in dışında / Fotoğraf Grégoire Bernardi-The Observer

 

"Neandertal farklı bir insanlığı simgeliyordu"

Slimak'a göre bu, bir istisna değil, Sapiens'in doğasının bir parçası. Başka bir deyişle, mesele salt Batı, Doğu, şu ırk, o ulus, bu kültürel antite yahut sosyal sınıf değil... topyekûn bir Sistem yani "Sapiens" meselesi:

Neandertal farklı bir insanlığı simgeliyordu. 'Öteki' idi, 'başka' idi. Doğayla bütünleşikti. Biz yıkıma odaklıyız, tahakküm arıyoruz ve bu çevremizi de kendimizi de yıkıyor. Bugünkü dış gerçekliğimiz tamamen bizim kurgumuz, hayal gücümüzün bir ürünü ve buradan devşirdiğimiz istençlerin birer projeksiyonu. Hâlbuki nesnel olarak dünyada sadece iki tip insan var artık: Hayattakiler ve ölüler. Bu ikisi dışındaki her şey -bireyi tasnif etmeye yarayan ister yaş kategorileri isterse sosyal sınıflar olsun- yapay ve yüzeysel.


Peki, bu "oluş"tan yorulmuş, bu doğaya artık ait hissetmeyen "aykırı Sapiens"ler?

Sapiens'in bu "hep daha iyi", "daha ileri", "daha standart", "daha verimli" anlayışından sıkılan tür-içi "aykırılar"?

Onların durumu ne olacak? İnsanlığın başka bir hâle de evrilebileceğini, evrilmesi gerektiğini savunanlar?

Bunlar boğaza takılan bir kılçık mı, parmağa batan bir kıymık mı?

Velhâsıl, başka bir "çıkış" perspektifi olamaz mı? 


"Bu kısır döngüden doğalından çıkan tek unsur sanatçıdır"

Slimak'ın cevabı tavizsiz ama ihtiyatlı:

Bu kısır döngüden doğalından çıkan-çıkabilen tek unsur sanatçıdır. Sanatçı imgesini çok önemsiyorum. Bilinçaltında 'sürüden kopan' bireye dair müthiş bir hayranlık var fakat bu bastırılmış. Ve 'Sistem' – ki burada 'Sistem' biziz yani Sapiens'tir – buraya da el attı. Günümüzde sanatın 'show business'a yedirilmesi boşuna değil. Dahası, Van Gogh figürü çok manidardır. Hayattayken 2000 küsur eser üretti ancak yalnızca bir tanesini satabildi – üstelik çok mütevazi bir miktar paraya! 'Trajik sanatçı' mitosunun beslenmesi açısından çok belirleyicidir. Hayattayken dışlanan aykırı sanatçı-yaratımcı, sonrasında prestij nesnesine dönüşüveriyor.


Fransız paleoantropolog müzik dışındaki tüm "kolektif"lerin (hele ki -izm'lerin) bir tehlike arz ettiğini – yahut potansiyel olarak edebileceğini belirtiyor.

Üstelik anlatısını kendi tecrübelerinden süzülen örneklerle de süslüyor. Fakat en yakıcı nokta, hiç kuşkusuz, yeni teknolojilerin "insan" üzerindeki gölgesinin gitgide büyüdüğü bir vasatta yaptığı dokundurma:

Kolektif olan her şeyden sakınmak ve kaçmak lazım diye düşünüyorum. Özellikle de izm'lerden – zira sonunun iyi bittiğine hiç rastlamadım. Müziğin birleştiriciliği, müziğin ritmiyle tecrübe edilen bütünleşme eşsizdir. Tabii askerî müzikten bahsetmiyorum. Mesela beni en çok sarsan, gençken Fransa'nın Bretanya bölgesinde bir gün tesadüfen tanıklık ettiğim bir olay oldu: bir meydanda çocuk, yaşlı, zengin, yoksul – herkes müzik eşliğinde dans ediyordu. Tüm yapay/yüzeysel farklılıklar bir anda silinivermişti ve geriye kalan salt neşe ve sevinçti. 'Kolektifte kimsenin kaybetmediği ve hakiki anlamda içinde değişim gücü barındıran şey bu' dedim kendi kendime – 'işte devrim!' – yani müzik. Bu yapay zekâ menşeili veya tekno-müzik değil. Geleneksel yani içinde yaşanmışlığın izlerini taşıyan (folklorik) müziğe tutunma ve onu yaşatmaya dönük olarak dansın kendisi. Onu muhafaza etme dürtüsü (çünkü kaybolma tehdidiyle karşı karşıya). Ve orada bambaşka bir şey vardı: dans eden kitleyle müziği enstrümanlarla icra eden müzisyenlerin karşılıklı etkileşimi. Aradaki en ufak uyumsuzluk ânında hissedilir – ya müzisyende ya da dans eden kitlede. Akış bozulur. İşte bunu hiçbir yapay zekâ asla alt edemeyecek.


Bu anlamda 1968 hareketlerinin esasında müziğin patronajında çıktığının altını çizen Slimak, Soğuk Savaş yıllarında "toplu nükleer yok oluş" tehlikesinin en çok hissedildiği bir dönemde müziğin ve dahi "sanatçı" figürünün öncülüğünde -burada Woodstock'a da atıf yapıyor- küresel çapta bir "metamorfoz" yaşandığını, bu sâyede de "özgürlük alanları" oluşturulduğunu ifâde ediyor.

Müziğin (ve dahi daha geniş anlamıyla sanatın ve sanatçının) toplumsal dönüşümdeki başat ve bir nebze de romantik işlevine mukâbil, Slimak gerçekçiliği elden bırakmıyor. 
 

 

"Bazen kazılarım esnasında kokular çıkıyor, o kokuları teneffüs ediyoruz"

Sohbetimiz esnasında Neandertal'de gördüğünü söylediği "alternatif insanlığın" içinde bulunduğumuz kısır döngüler dizgisinden "çıkmak" adına bugüne dair bir veri sunup sunmadığına ilişkin yönelttiğim soruya fevkalâde sembol yüklü ve bence epey duygusal bir cevap verdi:

Henüz 40 bin yıl önce kayboldu Neandertaller. Bu eski bir zaman dilimi değil – hatta çok yeni ve taze sayılır. Bazen kazılarım esnasında kokular çıkıyor, o kokuları teneffüs ediyoruz.


Keza natüryen anarşist Zisly'ye ve Evola'nın "kaplanı sürmek" metaforuyla anlattığı "dış dünyaya (Evola'cı terminolojide modernizme – modern dünyaya) dair geliştirilmesi elzem içsel mesafe" pratiğine dair yönelttiğim sorulara da çok berrak karşılıklar verdi:

Evola vazgeçişi öneriyor, aktif bir vazgeçişi. Bireysel skalada kaldığı müddetçe bunlar yasadığımız ve gitgide yoğunlaşan krizlere nispetle ufak kaçış yolları olabilir, evet. Fakat iş 'kolektif ideal/ler' etrafında kenetlenmeye geçtiği ânda bu, şimdi yaşadıklarımızın bir replikasına dönüşme kapasitesini yine ateşler.


Ve nihâyet reçetenin kendisi…

Elbette zaman içinde donmuş ve evrensel mutlaklık iddiası taşıyan bir reçete sunmuyor Slimak.

Fakat benim de bir müddettir muhtelif makalelerimde serdetmeye çalıştığım bir "gerekliliğe" komplekssizce ve doğrudan bir tarzda parmak basıyor: Bireyselliğin yeniden keşfinin gerekliliği.


"Bireysel anlamda hareket etmek, farklı değerlere ve kişilere, olgulara – onların içindeki 'Güzel'i keşfetmek büyük başarı olur"

Ötesinde, merceğini ısrarla Neandertal'e tutan ve fakat Neandertal'e tuttuğu bu merceğin aslında Sapiens'in hakikatine ayna olmasını isteyen Slimak'ın son sözleri de -hâliyle- "paradigmatik bir tepetaklak oluş zarureti"ni şifreleriyle fısıldıyor:

Bireysel anlamda hareket etmek, farklı değerlere ve kişilere, olgulara – onların içindeki 'Güzel'i keşfetmek ve kişinin bunu çocuklarına aktarması zaten başlı başına devasa bir başarı olur. Çocukları bu minvalde yetiştirmek ve bu perspektif dönüşümünü nesilden nesile – aile düzleminde – nakletmek en büyük edinim sayılır. Bu değerlere uygun dürüst bir hayat sürmeye çalışmak, sanırım en üst düzey somutlaştırmadır.


Unutmadan ekleyeyim…

Slimak tamı tamına 7 yıl boyunca Türkiye'de, İç Anadolu'da kazılara katılmış ve -kendi sözleriyle- çok güzel anılar ve dostluklar biriktirmiş.

Anadolu topraklarını "bereketli" ve "kadim" olarak tanımlıyor. "Günümüzden 1 milyon yıl geriye uzanan tabakalar" gördüğünün de altını çiziyor.

O gün bugündür kazılarında muhakkak Türkiye'den öğrencilerin ve araştırmacıların yer aldıklarını paylaştı. 


Sapiens'in kendiyle olan mücâdelesi

Son tahlile, çok öğretici, ezber bozucu ve ufuk açıcı bir söyleşi olduğunu itiraf etmem lazım.

Kışkırtıcı olduğu kadar düşündürücü ve sorgulayıcı içeriğiyle çeşitli tartışmalar körükleyecek cinsten.

Şahsî tezlerim ve çalışmalarımla "kavuşum" hâlindeki kimi öğeleri saptamak benim için ayrıca değerliydi. Bundan sonrası için "şevk" verdi.

Sapiens kendi türünün sistematiğini aşabilir mi?

Doğrusu, elbette kaydedilmiş "gerçekçilik" filtreleri bunun en hafifinden "meşakkatli" olduğunu gösteriyor. 

Her ne kadar kısıtlayıcı (ve "yırtıcı") nitelikteki yerleşik kalıplar Sapiens'in -fıtrî olarak- "kendisinden" ise, bu kalıplara itiraz etmek ve "başka" bir yol aramak da "kendisinden".

Ezcümle fıtratında düşünerek, hayal kurarak ve mitoslar türeterek davranmak olan Sapiens açısından artık ve bundan sonra en büyük mücâdele "kendisiyle".

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU