Devlet (Bahçeli) sorumluluğu

Cihad İslam Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Siyaset, çoğu zaman partisel çıkarların, ideolojik yönelimlerin ve toplumsal taleplerin kesiştiği bir mücadele alanı olarak görülür.

Ancak tarihin belirli anlarında, bu mücadele zeminini aşan ve siyasetin ötesine geçen bir sorumluluk anlayışı belirleyici olur.

Bu anlar, sadece politik kararlarla değil, aynı zamanda devlet aklını önceleyen duruşlarla hatırlanır.

Türk siyasi hayatı, özellikle kriz dönemlerinde bu tür duruşlara az rastlamış; ama rastlandığında da bu tavır, milletin hafızasında derin izler bırakmıştır.

Devlet Bahçeli'nin liderliği işte bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) genel başkanı olarak uzun yıllardır Türk siyasetinde etkin bir figür olan Bahçeli, sadece bir siyasi partinin lideri olmanın ötesinde, kriz anlarında aldığı kararlarla "devlet adamı" kimliğini inşa eden nadir örneklerden biri hâline gelmiştir.

2007 yılında yaşanan 367 krizi, 15 Temmuz 2016'daki darbe teşebbüsü ve sonrasında şekillenen cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi gibi dönüm noktalarında sergilediği tutum; onun kararlarının sadece güncel politik kazançlar üzerinden değil, daha derin bir "devlet tahayyülü" üzerinden şekillendiğini göstermektedir.


Kuramsal arka plan: Devlet adamlığı ve kriz anlarında liderlik

Devlet adamlığı, siyasi liderlikten daha geniş ve daha derin bir anlam taşır.

Siyasetçinin temel hedefi seçim kazanmak, parti çıkarlarını gözetmek ya da ideolojik bir çizgiyi temsil etmek olabilirken; devlet adamı, tüm bu kaygıların ötesinde, milletin ve devletin uzun vadeli çıkarlarını önceleyen bir duruş sergiler.

Bu ayrım, özellikle kriz anlarında daha belirgin hâle gelir.

Çünkü kriz, sadece siyasi becerileri değil, aynı zamanda ahlaki ve stratejik muhakemeyi de test eden bir durumdur.

Max Weber'in otorite tipolojisinde devlet adamlığı, karizmatik liderlikle sıklıkla iç içe geçer.

Ancak Weber'in karizma tanımı, sadece kişisel cazibe ya da halk üzerindeki etkiden ibaret değildir; aynı zamanda olağanüstü durumlarda olağanüstü sorumluluk alabilme iradesini de içerir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu bağlamda karizma, bir tür fedakârlık ve tarihsel sorumluluk duygusuyla anlam kazanır.

Carl Schmitt'in "olağanüstü hâl" teorisi ise devletin sürekliliği için ideolojilere ters olsa dahi karar alınması gerektiğini vurgular.

Bu yaklaşım, siyasal meşruiyetin ötesinde bir "devlet refleksi"nin zorunlu olduğunu ima eder.

Türkiye gibi jeopolitik gerilimlerle çevrili, tarihsel yükü ağır devletlerde bu refleksin hayatiyet kazandığı görülmektedir.

Türk siyaset geleneğinde ise devlet adamlığı, sadece bireysel niteliklerle değil, bir tür "devlet terbiyesi" ve milletle kurulan kadim bağ üzerinden değerlendirilmiştir.

Türk-İslam siyaset düşüncesinde "devletin bekası", ferdin veya zümrenin çıkarından her zaman üstün tutulmuştur.

Alparslan Türkeş'in "devlet, millî bir ülküdür" anlayışında da temsil edilen bu düşünsel silsile, devlet adamlığını bir karakter meselesi olarak tarif eder.

Bu kuramsal çerçeve içerisinde Devlet Bahçeli'nin liderliğini ele almak, onu sadece güncel siyaset içinde değil, aynı zamanda tarihsel ve kavramsal bir bağlamda değerlendirmeye olanak tanır.

Bahçeli, siyaset sahnesinde çoğu zaman popüler olanı değil, gerekli olanı tercih etmiş; siyasi sonuçlarını göze alarak kriz anlarında devleti önceleyen bir tutum benimsemiştir.

Bu yaklaşım, günümüz siyasetine hâkim olan popülist ve kişisel kazanç odaklı liderlik anlayışlarından ayrılır.

Devlet Bahçeli'nin liderlik biçimi, ne tamamen karizmatik ne de teknik-rasyonel bir liderlik tipolojisine tam olarak uymaktadır.

Aksine, onun liderliği, karizma yerine "duruş" kavramıyla tanımlanabilir.

Bu duruş, Türk siyasetinde unutulmaya yüz tutmuş bir "devlet adamlığı geleneği"ni yeniden hatırlatmakta; liderlik ile sorumluluk arasında tarihsel bir bağ kurmaktadır.


367 krizi ve kurumsal meşruiyetin savunusu (2007)

2007 yılı, Türk demokrasisinin kurumsal meşruiyet açısından en sert sınavlarından birine sahne olmuştur.

Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı, siyasal sistemde ciddi bir tıkanmaya yol açmış; meclisin içinden cumhurbaşkanı seçilmesi süreci neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

Bu anayasal ve siyasal kriz, hem yürütme organının yeniden yapılandırılmasını hem de yasama organının işlevselliğini tehdit eden bir boyut kazanmıştır.

Türkiye'de vesayetçi kurumların gölgesinde şekillenen bu kriz, siyasetin çözüm üretemediği ve meşruiyetin tartışıldığı bir döneme işaret eder.

Tam da bu kaotik ortamda, Devlet Bahçeli'nin Milliyetçi Hareket Partisi lideri olarak ortaya koyduğu tutum, siyasette alışılmadık bir sorumluluk örneği olarak tarihe geçmiştir.

Bahçeli, partisine mensup milletvekillerinin meclis oturumuna katılmasını sağlayarak cumhurbaşkanı seçimi için gerekli toplantı yeter sayısının sağlanmasına katkı sunmuştur.

Bu tutum, teknik anlamda bir oylama değil, kurumsal işleyişin sürekliliğini esas alan bir "meclise sahip çıkma" kararıdır.

Bahçeli, bu tercihiyle yalnızca bir cumhurbaşkanı seçiminin önünü açmamış; aynı zamanda millet iradesinin meclis çatısı altında tecelli etmesini sağlayarak demokrasinin kurumsal temelini savunmuştur.

Bu karar, dönemin siyasi atmosferi düşünüldüğünde oldukça cesur bir duruşu yansıtır.

Zira meclise katılım kararı, parti içinden ve muhalif seçmen tabanından çeşitli eleştiriler almış, "AK Parti'ye destek" olarak yorumlanmıştır.

Oysa Bahçeli'nin söz konusu hamlesi, kısa vadeli siyasi kazançları değil, uzun vadeli devlet düzenini önceleyen bir devlet aklının tezahürü olarak okunmalıdır.

Meclisin çalışamaz hâle gelmesi, sadece bir siyasi partinin değil, bütün bir siyasal sistemin meşruiyetini zedeleyecekti.

Bahçeli bu ihtimali öngörmüş ve popülist bir karşı duruş sergilemek yerine, "kriz çözen lider" pozisyonunu tercih etmiştir.

Bu bağlamda, 367 krizinde sergilenen liderlik örneği, Türk siyasetinde ender rastlanan bir devlet adamlığı pratiğidir.

Bahçeli'nin kararı, Carl Schmitt'in olağanüstü hâl teorisinde belirttiği gibi, anayasal kuralların çözemediği bir duruma siyasi bir müdahale ile çözüm üretme refleksini temsil eder.

Ancak bu müdahale, keyfî değil; anayasal sistemin devamlılığını önceleyen, demokratik meşruiyeti pekiştiren bir mahiyet taşır.

Bir başka ifadeyle, bu tercih "devletin hukuku"nun korunması anlamına gelir.

Devlet Bahçeli'nin 367 krizindeki tutumu, onu sadece muhalefet lideri değil, devletin devamlılığına dair refleksleri güçlü bir lider olarak konumlandırmıştır.

Bu yaklaşım, Türk siyasetinde çoğu zaman özlenen ama nadiren görülen "önce devlet, sonra ben" anlayışının çağdaş bir örneğidir.


15 Temmuz sonrası: Demokratik meşruiyeti korumak

15 Temmuz 2016, Türk siyasi tarihinin en karanlık gecelerinden biri olarak hafızalara kazınmıştır.

FETÖ mensubu bir grup askerin yönlendirdiği darbe girişimi, yalnızca demokratik rejimi değil, doğrudan devletin bekasını hedef almıştır.

Türkiye'nin seçilmiş organlarına, meclise, cumhurbaşkanlığına ve emniyet teşkilatına yönelik bu saldırı, klasik bir iktidar değişim çabasının ötesinde, topyekûn bir işgal ve devlet çözülmesi girişimi olarak değerlendirilmelidir.

Bu atmosferde liderlerin göstereceği refleks, sadece siyasi değil, tarihî bir anlam taşımaktadır.

Bu noktada Devlet Bahçeli'nin 15 Temmuz gecesi ve hemen sonrasındaki tutumu, onun liderliğinin niteliğini ortaya koyan en belirgin örneklerden biri olmuştur.

Girişimin henüz başarısız olup olmadığı belli değilken yaptığı "milletin ve meşru iktidarın yanındayız" açıklaması, sadece politik bir refleks değil, bir sistem sadakati beyanı niteliğindeydi.

Türk demokrasisinin selameti için partisel sınırları aşan bu tavır, siyasal aidiyetin üzerinde bir "devlet sadakati" gösterisi olarak yorumlanmalıdır.

Bahçeli'nin 15 Temmuz sonrası süreçte oynadığı rol, darbe karşıtlığının ötesine geçmiştir.

Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte geliştirdiği ve toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulan "Yenikapı Ruhu", siyasetin kutuplaştırıcı doğasını aşarak ortak bir millî zeminde buluşma çabası olarak tarihî bir önem taşır.

Siyasi yelpazenin farklı uçlarında yer alan partilerin, darbe girişimine karşı verdiği birlik görüntüsünün öncülerinden biri olan Bahçeli, burada sadece kriz yönetimi değil, toplumsal bütünlüğün yeniden tesisi için de çaba göstermiştir.

Devlet Bahçeli'nin bu süreçteki tutumu aynı zamanda "güçlü devlet, güçlü toplum" anlayışının bir yansımasıdır.

Bahçeli'ye göre, devletin yıkılmasına teşebbüs eden unsurlarla mücadele, yalnızca kolluk kuvvetlerinin işi değil, siyasal kararlılığın ve millet iradesinin ortak bir tezahürü olmalıdır.

Bu nedenle FETÖ'ye karşı yürütülen mücadelede, MHP hem meclisteki duruşuyla hem de tabandaki söylemiyle bu kararlılığın bir parçası olmuştur.

Bu, bir muhalefet partisinin iktidarla tümüyle aynı çizgide olduğu anlamına gelmese de, mesele devletin bekası olduğunda Bahçeli'nin ideolojik kaygılarla değil, tarihsel sorumlulukla hareket ettiğini göstermiştir.

Dahası, bu süreçte Bahçeli'nin söyleminde belirginleşen "millî beka" vurgusu, onu klasik muhalefet kalıplarının dışına taşır.

Meşruiyeti hedef alan tehditlere karşı savunulan bu duruş, onun siyasal reflekslerinde sadece parti çıkarlarının değil, bir "devlet şuurunun" yönlendirici olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu anlamda Bahçeli, 15 Temmuz sonrasının sadece bir aktörü değil, aynı zamanda yeni bir siyasi söylemin ve millî mutabakat çizgisinin inşacısı olmuştur.

Devlet Bahçeli'nin bu kritik süreçte sergilediği tutum, bir liderin kriz anlarında nasıl bir "devlet adamına" dönüşebileceğini gösteren güçlü bir örnektir.

Siyasetin gündelik rekabetinden uzak, milleti ve devleti önceleyen bu yaklaşım, onun Türk siyasetindeki yerini pekiştirmiş, kısa vadeli değil tarihî ölçekte değerlendirilebilecek bir sorumluluk örneği olarak hafızalara kazınmıştır.


Cumhurbaşkanlığı sistemi ve yeni siyasi mimari

Devlet Bahçeli'nin siyasi kariyerinde 2017 yılında önerdiği ve desteklediği sistem değişikliği, onu sadece kriz dönemlerinde müdahale eden bir lider değil, aynı zamanda siyasi yapının inşasında sorumluluk alan bir kurucu figür konumuna taşımıştır.

Parlamenter sistemin uzun yıllara dayanan birikimi, Türkiye'yi çeşitli dönemlerde istikrar sorunlarıyla baş başa bırakmış; yürütmenin iki başlılığı, koalisyon krizleri ve bürokratik vesayet, sistemin işleyişinde süreklilik arz eden problemler yaratmıştır.

Bahçeli'nin destekleriyle gündeme gelen cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ise bu yapısal tıkanıklıklara radikal bir cevap niteliği taşımaktadır.

Sistemin temelleri, 15 Temmuz sonrası oluşan "millî mutabakat zemini"ne yaslanırken, önerinin bizzat Devlet Bahçeli'den gelmiş olması, siyasette alışılmadık bir adım olarak değerlendirilmiştir.

Zira bu tür sistem değişikliklerinin genellikle iktidar partileri eliyle gündeme getirildiği bilinmektedir.

Oysa burada bir muhalefet lideri, sadece destek vermekle kalmamış, değişimin fikrî zeminini oluşturmuş ve siyasi sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bu tavır, klasik muhalefet reflekslerinin ötesinde, sistemsel dönüşüm karşısında inisiyatif alan bir devlet aklının göstergesidir.

Bahçeli, bu süreci bir çatışma zeminine dönüştürmeden, anayasal çerçeve içinde halk iradesine sunulacak bir reform önerisi olarak kurgulamayı başarmıştır.

"Millî irade" ve "devletin işleyişinin rasyonelleştirilmesi" temelli bir söylemle yürütülen süreç, MHP'nin bu değişime verdiği ideolojik değil, devlet temelli destekle anlam kazanmıştır.

Yeni sistemle birlikte ortaya çıkan "Cumhur İttifakı" formülü de Bahçeli'nin siyasi mimar kimliğini pekiştirmiştir.

Bu ittifak, sadece bir seçim işbirliği değil, Türkiye'nin iç ve dış tehditlere karşı ortak bir duruş sergilemesini mümkün kılan stratejik bir birliktelik olarak konumlandırılmıştır.

Bahçeli'nin bu süreçteki rolü, bir uzlaştırıcıdan çok, ittifakın temel ilkelerini şekillendiren ve koruyan bir kurumsal garantör olarak öne çıkmıştır.
 


Terörsüz Türkiye süreci: Devlet Bahçeli'nin tarihî rolü

2024 yılının son çeyreği, Türkiye'nin terörle mücadelesinde yeni bir dönemin başlangıcına sahne oldu.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim 2024 tarihinde partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'a örgütün lağvedilmesi ve silah bırakılması çağrısında bulundu.

Bahçeli'nin bu çağrısı, Türkiye'nin terörle mücadelesinde yeni bir stratejik açılımın habercisi oldu. 

Bahçeli'nin çağrısı, sadece bir siyasi söylem değil, aynı zamanda devletin terörle mücadelesinde yeni bir paradigmanın ifadesiydi.

Bu çağrı, terör örgütünün silah bırakması ve örgütün feshedilmesi yönünde somut adımlar atılmasının önünü açtı.

Nitekim, 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan'ın örgüte yönelik silah bırakma ve fesih çağrısı, Bahçeli'nin girişiminin doğrudan bir sonucu olarak değerlendirildi. 

Bu süreçte Bahçeli'nin liderliği, devletin bekasını önceleyen bir sorumluluk anlayışını yansıttı.

Bahçeli, terörle mücadelede sadece güvenlikçi politikaların yeterli olmadığını, aynı zamanda siyasi ve toplumsal uzlaşıya dayalı bir yaklaşımın gerektiğini vurguladı.

Bu bağlamda, TBMM'de tüm siyasi partilerin katılımıyla 100 üyeli bir "Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu" kurulması çağrısında bulundu. 

Bahçeli'nin bu önerisi, terörle mücadelenin sadece güvenlik güçlerinin değil, tüm toplumun ortak sorumluluğu olduğunu ortaya koydu.

Bu yaklaşım, Türkiye'nin terörle mücadelesinde yeni bir dönemin kapılarını araladı ve toplumsal uzlaşının önemini bir kez daha gözler önüne serdi.


Bahçeli'nin liderlik özellikleri: Karizma mı, duruş mu?

Devlet Bahçeli'nin Türk siyasetindeki liderlik profili, klasik karizmatik liderlik şemalarına tam olarak uymayan, fakat kendi içinde güçlü bir anlam taşıyan özgün bir örnek sunar.

Devlet Bahçeli'nin liderliği, "sessiz karizma" ya da daha isabetli bir ifadeyle "duruş karizması" olarak tarif edilebilecek bir özgünlüğe sahiptir.

Bahçeli az konuşur, ama konuştuğu zaman siyasetin istikameti değişir.

Liderliğinin temel dayanağı kitleleri sürüklemek değil, tarihsel derinliği olan bir fikriyatın temsilciliğini üstlenmesidir.

Bu yönüyle Bahçeli, hitabî gücüyle değil, tutarlılığı, sabrı ve ilkeleriyle etkileyen bir lider profili çizer.

Özellikle kriz anlarında sergilediği soğukkanlı, sabırlı ve devlet merkezli tavır, onu karizmatik gösterişli figürlerden ayırır; bu da ona başka bir tür meşruiyet kazandırır: "duruş temelli liderlik."

Bahçeli'nin liderliğinde öne çıkan bir diğer husus, zamanlama becerisidir.

Siyasetin karmaşık ve yoğun gündeminde, doğru anda müdahale eden, ama müdahalesini her zaman sistemin bütünlüğünü gözeterek yapan bir liderdir.

367 krizinde olduğu gibi, 15 Temmuz sonrası Yenikapı ruhunun inşasında, ya da cumhurbaşkanlığı sistemi önerisinde olduğu gibi tarihî yol ayrımlarında aldığı pozisyonlar, bu stratejik zamanlama becerisinin birer göstergesidir.

Bu, liderliği bir gösteri alanı değil, bir görev ve sorumluluk alanı olarak gören yaklaşımın yansımasıdır.

Bu çerçevede Bahçeli, klasik "dava adamı mı, devlet adamı mı?" ikilemini de aşan bir figür olarak konumlanır.

MHP'nin fikrî kodlarına ve milliyetçi muhafazakâr çizgisine bağlılığını sürdürürken, bu ideolojik bağlılığı devletin bekasına aykırı bir siyasi pozisyona dönüştürmez.

Tam tersine, dava ile devlet arasındaki gerilimi bir çatışmaya değil, bir senteze dönüştürür.

Bu da onu sadece bir ideoloji temsilcisi değil, sistemin sürekliliğine katkı sağlayan bir kurucu akıl olarak konumlandırır.

Kitlelerin sevgisini gösterişle değil, sadakatle kazanan; kısa vadeli zaferler yerine uzun vadeli devlet politikalarına yön veren bir figür.

Bu yönüyle Bahçeli, modern Türkiye siyasetinin az konuşan ama çok şey söyleyen nadir liderlerinden biridir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU