Gazze saldırılarının gölgesinde: Trump'ın Körfez diplomasisi ne anlama geliyor?

Dr. Cemal Kazak, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

ABD Başkanı Donald Trump'ın 13-16 Mayıs tarihleri arasında Suudi Arabistan Krallığı, Katar Devleti ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni ziyaret etmesi, 20 Ocak 2025'teki göreve başlamasından bu yana gerçekleştirdiği ilk devlet ziyareti olma özelliğini taşıyor.

Bir ABD başkanının ilk yurtdışı seyahatini nereye yapacağı önemli bir karardır ve genellikle dış politika öncelikleri için bir ipucu olarak yorumlanır. 

Donald Trump her iki başkanlık döneminde de normalde önce Kanada, Meksika veya Avrupa'yı ziyaret eden ABD başkanları geleneğini bozdu.

İlk başkanlık döneminde ilk resmi yurt dışı gezisini Suudi Arabistan'a yapan Trump yeniden başkan seçildikten sonra da ilk resmi ziyareti için Körfez bölgesini seçti.

Bu, daha önceki başkanların Birleşik Krallık ve Fransa gibi Avrupalı müttefiklerini ziyaret etme geleneğinden bir sapma olup, mevcut yönetimin bölge için gördüğü stratejik önemi yansıtıyor. 

Trump’ın tarihsel olarak nitelendirilen Riyad, Doha ve Abu Dabi ziyaretlerinin Ortadoğu'daki stratejik müttefiki İsrail'e yapacağı ziyaretten önce gerçekleşmesinin birçok önemli mesaj taşıdığı açık.

Trump'ın Suudi Arabistan, Katar ve BAE'yi kapsayan ziyaretinde İsrail'in dışlandığı ve Ortadoğu düzenlemelerinin dışında kaldığını gösteriyor.

Trump’ın geziye İsrail’i dâhil etmemesi dikkat çekici bulunurken bu durum ABD'nin bölgedeki stratejik yöneliminde belirgin bir değişimi de simgeliyor. 

Kongre ve Amerikan kurumları, Amerikan dış politikalarını yönlendirmede önemli bir role sahip olsa da Körfez ziyaretinin ilk durak olarak tercih edilmesi, Amerikan başkanının kişiliğinin giderek artarak Amerikan politikalarının içerik ve biçimini etkilediğinin önemli bir göstergesi olarak görülüyor. 

Nitekim İsrail'in sol eğilimli gazetesi Haaretz, ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu turunu ve bu turdaki hamlelerini, işgalci İsrail Başbakanı Netanyahu'ya karşı bir darbe olarak nitelendirdi.

Gazete Trump'ın Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni kapsayan ziyaretinin, Suriye Devlet Başkanı ile 25 yıl aradan sonra gerçekleşen görüşmesinin, geniş çaplı bir bölgesel hareketin bir parçası olduğu belirtiyor. 

Netanyahu, Suudiler, Katarlılar veya Emirlikler gibi Trump'ın istediği, ihtiyaç duyduğu veya ona sunabileceği şeylere sahip değil.

Zengin Arap ülkelerinin trilyonlarca dolarlık yatırım sözleri bugün Trump’ın ihtiyaç duyduğu daha gerçekçi vaatler olarak gözüküyor.

İlk dönem ziyareti İsrail’i de kapsasa da bu kez rotada Tel Aviv gözükmüyor.

Bu dışlamanın anlamı ise gayet açık; özellikle Gazze saldırıları ile olumsuz bir imaj ortaya koyan Netanyahu yönetiminin Trump’a sunabileceği nerdeyse hiçbir şey yok.

Aksine ABD Başkanının itibarına gölge düşüren bir tablo var ortada. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Başkan Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasındaki ilişkinin tarihin en kötü döneminde olduğunu söylemek mümkün.

Trump ile Netanyahu arasındaki anlaşmazlığın temelinde İsrail'in bilgisi, iradesi dışında ve isteklerine aykırı şekilde ABD-İran müzakereleri, ABD'nin Ensarullah (Husiler) örgütüyle vardığı anlaşma, Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması kararı ve Washington'un Hamas ile doğrudan yürüttüğü müzakerelerden kaynaklanıyor.

ABD ile İsrail arasında derin görüş ayrılıkları olsa da iki taraf arasındaki ilişkinin derinliği göz önüne alındığında stratejik bir ayrışma ihtimalinin olmadığını söylemek gerekir. 


ABD-İsrail ilişkilerinde gerginlik 

Başkan Trump'ın Körfez bölgesine yaptığı ziyareti önemli kılan hiç şüphesiz küresel ekonomik gerçekliklerdir.

Uzun süredir küresel ekonominin karşı karşıya olduğu süregelen sorunlar ve zorluklar, Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında küresel ekonomik tabloyu tehdit eden ülkelerin borç krizleri, küresel askeri harcamalardaki artış, dünyada ekonomik rekabetin yeni bir döneme girdiğini gösteriyor. 

Küresel üretim sektörünün yeni merkezi olan Çin’in Ortadoğu’da artan etkisini dengeleyebilmek için Trump yönetiminin stratejik bir zorunluluk olarak geleneksel ABD dış politika tercihlerinde değişime gittiği görülmektedir.

Nitekim Trump ilk döneminde İsrail’e güçlü destek vermesine rağmen ikinci döneminde İsrail’i dışlayıcı bir tutum sergiliyor.

Trump’ın Körfez ziyaretine İsrail’i dâhil etmemesi, ziyaret esnasında ABD Başkanı tarafından verilen mesajlar İsrail merkezli güvenlik anlayışından ekonomik işbirliklerine dayalı yeni bir bölgesel düzene öncelik verdiğini gösteriyor.

Yapılan milyarlarca dolarlık enerji ve teknoloji anlaşmaları İsrail’in kaygılarının çokta dikkate alınmadığının bir göstergesi.

İsrail’le yaşanan dönüşümün temelinde İsrail'i ABD'nin bölgesel stratejik hedeflerine hizmet etmeyen, hatta bu hedeflerin önünde engel oluşturan bir aktör olarak değerlendirmeye başladığı görülmektedir.

Körfez ülkeleri ile önemli ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar yapma aşamasında olan Trump yönetiminin bu olumlu havayı bozacak her türlü girişimden kaçındığını söylemek mümkün. 

Trump’ın bu davranışlarının altında hiç şüphesiz ABD’nin ekonomik çıkarları ve önceki dönem yönetimlerinin bölgede Çin’e terk edilen jeoekonomik konumu tekrar elde etme isteği yatmaktadır.

İsrail’in saldırgan politikaları ve Gazze’deki tutumu nedeniyle Netenyahu’yu Körfez sermayesi ile kurulacak iş birliği açısından risk unsuru olarak algılayan Trump’ın İsrail’le arasına mesafe koyması kaçınılmaz hale geldi. 

İsrail’le yaşanılan bu durum bir tercihten ziyade bölgede yeniden tesis edilmeye çalışılan yeni güç dengeleriyle uyumlu ekonomik-rasyonel bir dış politika olarak da değerlendirilmelidir.

ABD’nin Çin’in Ortadoğu’da yükselen nüfuzunu sınırlayabilmesi ve ABD’nin bölgedeki etkisini sürdürebilmesi için İsrail’in kontrolsüz tavırlarının denetim altına alınması gerekmektedir.

Bu durum ABD dış politikasında ideolojik değil, ulusal çıkar temelli bir anlayışın öne çıktığını gösteriyor.


Trump’ın Körfez ziyareti: Ortadoğu’da Çin etkisi

Beyaz Saray Trump’ın körfez ülkeleri ziyaretini "Ortadoğu'ya tarihi bir dönüş" olarak nitelendirirken Trump’ın "Joe Biden yönetiminin politikaları yüzünden Ortadoğu'yu neredeyse kaybediyorduk" açıklaması aslında "bu ülkelerin ekonomik ve stratejik olarak ABD için ne kadar önemli olduğunu" gösteriyordu.

Bu ziyaret aslında Trump yönetiminin önceliğini ABD ekonomisine katkı sağlayacak ve Çin'in Ortadoğu'da yükselen etkisini dengeleyecek ve Körfez ülkelerini Çin etkisinden uzaklaştıracak adımlara vermek istediğini gösteriyor.

Nitekim Körfez ülkelerinin Çin ve ABD ilişkileri hassas dengeler üzerine kurulmuş bir şekilde seyrediyor.

Çin’in yatırım ve ticaret odaklı bölgesel nüfuzuna karşı stratejik bir hamle olan bu ziyaret bölge ülkelerinin ekonomik gücünü ABD çıkarlarıyla uyumlu hale getirmeyi amaçlamaktadır.

Bölge ülkeleri ile önemli ticari ortaklıklar yapan Çin’in körfez enerji kaynaklarının da ana müşterisi olması Çin'in Ortadoğu'daki nüfuzunu hızla genişletmesine olanak tanıyor.

Bölgesel sorunlarda askeri müdahale yerine diplomatik ve soft power çözümler ortaya koyan Çin, yalnızca ekonomik değil, diplomatik alanda da bölge ülkeleri nezdinde etkili olduğunu gösteriyor.

İran ile Suudi Arabistan arasında Pekin'de varılan uzlaşma, bu yaklaşımın en somut örneği gözüküyor.

Nitekim ABD’nin özellikle askeri çözüm yaklaşımının bölge halkları nezdinde artık bir meşruiyetinin kalmadığı ortada.

Güçlü Körfez sermayesini ABD’ye çekmek isteyen Trump yönetimi yatırım çağrısında bulunsa da ABD-Çin arasında pragmatist denge politikaları izleyen Körfez ülkeleri taraf seçmekten ziyade iki ülke ile güçlü işbirliğine devam edecek gözüküyor.

Hiç şüphesiz ki küresel finans merkezi olma iddiası olan BEA’nın ve ekonomisindeki petrole bağımlılığı azaltma hedefinde olan Suud’un Çin’le ekonomik ilişkilerini sürdürmelerini zorunlu hale getiriyor.

Çin’in Ortadoğu’ya bu derecede nüfuz etmesi Körfez sermayesinin Çin ve Asya merkezli aktörlere yönelmesine neden olurken bu durum ABD için çok ciddi jeoekonomik kaybı ifade ediyor.

Körfez kaynaklarının ve sermayesinin Asya’ya kayması ABD’nin Ortadoğu’da mevzi kaybetmesi anlamına gelir ki bu durum Amerika'yı yeniden büyük yapma iddiasında olan Trump için büyük bir handikap demektir.

Bu sebepledir ABD Başkanı Trump yeni dönemde bölgede gerek askeri gerek ekonomik ve siyasi düzlemde Çin’i dengeleyecek adımlar atmaktadır.

Yapılan devasa ticari anlaşmalar bunun en önemli göstergesidir.


Körfezin dikkat çeken yapay zeka teknolojileri hamlesi

Yapay zekânın önemi, teknolojinin sadece bir aracı olmanın ötesine geçerek, bireylerin, toplumların ve ekonomilerin şekillenmesinde kilit bir rol oynamasından kaynaklanmaktadır.

Trump’ın Ortadoğu ziyaretinde belki de en önemli konuların başında teknoloji yatırımlarının geldiğini söylemek abartı olmaz.

Körfez ülkeleri, petrol karşılığı güvenlik anlayışından uzaklaşarak, ikili yatırımlara ve ortak vizyonlara dayanan daha güçlü ortaklıklara doğru ilerleyerek ABD ile ilişkilerini yenilemeyi hedefliyor.

BEA ve Suud’un, Trump’ın ziyaretinden temel hedefi yapay zekâ ve teknolojiye yatırımları artırmaktı.

Bu açıdan bakıldığında yapılan anlaşmalar ile körfez ülkelerinin büyük bir zafer elde ettiğini söyleyebiliriz.

BAE anlaşmalarının merkezinde, BAE ve ABD, ABD dışındaki en büyük yapay zekâ kampüsünün inşa edilmesi için bir anlaşma imzaladı.

Bu anlaşma, daha önce Biden yönetimi tarafından ABD’nin Çin'in yapay zekâ teknolojisine ve gelişmiş çiplere erişebileceği endişeleri nedeniyle engellerle karşı karşıya kalmıştı.

BAE, 2031 yılına kadar yapay zekâ alanında küresel lider olmayı umuyor ancak bu hedefe ulaşmak için Amerikan çiplerine ihtiyacı var.

Abu Dabi'de inşa edilecek yapay zekâ veri merkezleri için 5 gigawatt kapasiteye sahip 10 kilometrekarelik bir yapay zekâ kampüsü yer alıyor.

Tesis, BAE merkezli yapay zekâ firması G42 tarafından birkaç ABD şirketiyle ortaklaşa inşa edilecek. 

Rand Corporation'da yardımcı bilgi bilimcisi olan Lennart Heim, "X" (eski adıyla Twitter) hesabından yaptığı açıklamada, yeni kompleksin iki milyondan fazla elektronik çipe ihtiyaç duyacağını söyledi.

Abu Dabi'deki yeni 5 gigawatt'lık AI küme projesini perspektife koymak gerekirse, 2,5 milyona kadar NVIDIA B200 işlemci çipini destekleyebilir.

Bu, şu ana kadar gördüğümüz diğer tüm büyük AI altyapı duyurularını gölgede bırakacak büyüklükte bir yapı. 

Suudi Arabistan, yapay zekâ alanında küresel bir güç olma hedefi doğrultusunda dev adımlar atıyor.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından geçtiğimiz günlerde duyurulan ve kamu fonu PIF tarafından finanse edilen yapay zeka girişimi Humain, Amazon ve Nvidia gibi teknoloji devleriyle stratejik ortaklıklara imza attı.

Bu işbirlikleri ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti kapsamında gelişti.

AMD’nin, Suudi bir şirketle yapay zekâ girişimi Humain ile büyük ölçekli bir iş birliğine imza attı.

Anlaşmaya göre taraflar, önümüzdeki beş yıl içinde 500 megavatlık yapay zekâ bilgi işlem kapasitesi oluşturmak amacıyla 10 milyar dolara kadar yatırım yapacak.

Bu altyapı, AMD'nin yüksek performanslı yapay zekâ donanımları ve açık kaynaklı ROCm yazılım ekosistemi ile desteklenecek.

Proje kapsamında, Suudi Arabistan’dan ABD’ye kadar uzanan bir yapay zekâ bilgi işlem ağı kurulması hedefleniyor.

Yatırımlar bunlarla sınırlı değil.

Suudi Arabistan merkezli DataVolt, ABD'de yapay zeka veri merkezleri ve enerji altyapısına 20 milyar dolar yatırım yapacak.

Google, DataVolt, Oracle, Salesforce, AMD ve Uber her iki ülkede de en son teknolojilere 80 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt ediyor.

Suudi Arabistan, ABD'den 142 milyar dolarlık savunma ekipman alırken savunma, enerji, teknoloji ve altyapı alanlarında toplam 600 milyar dolarlık harcama sözü verdi.

Bu gelişmeler, ABD’nin Ocak ayında gündeme getirdiği yapay zekâ yayılımına ilişkin geçici nihai kural adlı ihracat kontrol politikalarının iptali sonrası geldi.

Amazon’un bulut bilişim kolu Amazon Web Services (AWS), Humain ile birlikte Suudi Arabistan’da kapsamlı bir “AI Zone” inşa etmeye hazırlanıyor.

Yaklaşık 5 milyar doların üzerinde bir yatırımla kurulacak olan bu yapay zeka bölgesi; özel sunucular, ağ altyapısı, eğitim ve sertifikasyon programlarıyla donatılacak.

Humain, AWS teknolojileriyle yapay zeka çözümleri geliştirmeyi ve Suudi Arabistan merkezli girişimlere erişim sağlamayı taahhüt etti.

Humain, sadece bir teknoloji girişimi değil; aynı zamanda Suudi Arabistan’ın yapay zekâda bölgesel merkez olma vizyonunun somutlaşmış hali.

Şirket, çok modlu Arapça büyük dil modelleri, yeni nesil veri merkezleri, bulut altyapısı ve ileri düzey yapay zekâ çözümleri geliştirmeyi hedefliyor.


Trump Gazze konusunda ne yapacak?

Trump’ın Ortadoğu ziyaretinin ekonomik gündemi güçlü olsa da Gazze savaşı Körfez zirvesinin en önemli konularının başında geliyor hiç şüphesiz.

Dünya Trump’ın Ortadoğu gezisine odaklanmışken İsrail, ABD Başkanının Körfez turu devam ederken Gazze’yi bombalamaya devam ediyordu.

Dünya kamuoyu modern tarihinin en kötü insani krizini yaşayan Gazze Şeridi için zirveden bir sonuç çıkar mı diye beklerken Gazze'nin ve Filistin’in geleceğinden söz edilmemesi, bu konunun devasa ticari anlaşmaların gölgesinde kalması ve siyasi bir sessizlikle geçiştirilmesi hiç şüphesiz insanlık adına trajik bir durum olsa gerek.

Her ne kadar ABD’nin Filistin devletini tanıyabileceği yönünde iddialar dile getirilse de bu durum küresel ölçekte sarsıcı etkiler yaratabilir ve Washington-Tel Aviv ilişkilerini derinden etkileyebilir.

Bu girişim aynı zamanda bölgedeki mevcut dengeleri kökten sarsma potansiyeli de taşımakta. ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi Mike Huckabee ABD’nin Filistin devletini tanıması iddialarını yalanlasa da, Körfez kaynakları bu tanımanın masada olduğunu ve Suudi Arabistan’ın bu yönde baskı kurduğunu belirtti.

Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkelerinin birçoğu Filistin meselesinde, iki devletli bir çözüm olmadan İsrail’i tanımayı reddediyor.

Özellikle Gazze’de yaşanan katliamlardan sonra Arap ülkelerinin Trump tarafından dile getirilen İbrahim Anlaşmalarını kabul etmesi ve İsrail’le ilişkileri normalleşmesi kabul edilebilir bir durum değil. 
 


Gazze ile ilgili herkesin bir planı var! 

Trump, ABD’nin Gazze’deki duruma doğrudan müdahil olacağını, bölge halkının civar ülkelere zorla gönderilmesiyle beraber şehrin baştan aşağı yenileneceğini ve Gazze’nin "Ortadoğu’nun Riviera’sı" olacağını ifade etti.

Trump’ın Gazze nüfusunu, tehcir ederek bölgeyi yeniden inşa etme üzerine kurulu olan Gazze vizyonu uluslararası yasalarca “etnik temizlik” ve “bir nevi soykırım” olarak tanımlanan bir fikrin hayata geçirilmeye çalışmasından başka bir şey değil. Trump’ın emlakçı geçmişiyle Gazze topraklarını adeta bir emlak rantı gözüyle bakması uluslararası kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandı.

Trump,ın  Gazze’yi bir tür yatırım adasına çevirmeyi teklif etmesi, Gazze’nin direniş tarihini, halkının iradesini ve trajedisini göz ardı ettiğinin bir göstergesi.

Trump’ın bölge gerçekleriyle uyumlu olmayan bu planının Arap ülkeleri tarafından kabul edilebilecek bir durum değil.

Mısır ve Ürdün böyle bir göçe kesinlikle izin vermeyeceklerini net bir şekilde ifade eden ülkeler.

Körfez ülkeleri de bu fikre sıcak bakmıyor.

Her şey bir tarafa nesiller boyu topraklarına bağlı kalan, bombardımanlarla harabeye dönen evlerine rağmen dönme iradesini hiç kaybetmeyen onurlu Filistin halkının, Gazze’lilerin ülkelerini terk edeceğini iddia etmek, gerçeklikten kopuk bir yaklaşım olarak duruyor.

Hele de meseleyi sadece bir mülk devri olarak gören kapitalist-emperyalist bir emlakçı mantığının bu durumu kavrayabilmesi imkânsız gibi. 


Suudi Arabistan'ın planı

Görüşmelerin temelini, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği ve Suudi Arabistan’ın da desteklediği, ABD tarafından olumlu karşılanan kapsamlı bir barış planı oluşturuyor.

Bu plana göre savaş, İsrail'in tamamen geri çekilmesi, rehinelerin serbest bırakılması, Hamas’ın silahsızlandırılması ve yeniden inşa sürecinde Arap-uluslararası bir denetimin sağlanmasıyla sona erecek.

Filistin Yönetimi ise yasal sorumluluğu nedeniyle bu yapının içinde sembolik bir rol üstlenecek.


Trump'ın "Mega Barış Planı"

Körfez Zirvesi'nde, Ortadoğu'nun kanayan yarası Gazze'nin geleceği liderler tarafından masaya yatırıldı.

Zirvenin en dikkat çekici gündem maddesi ise ABD Başkanı Donald Trump'ın hazırladığı "Mega Barış Planı" oldu.

Plana göre, ilk aşamada rehinelerin yarısı serbest bırakılacak ve İsrail ile Filistin arasında savaşın tam olarak sona erdirilmesi için müzakereler başlayacak.

Müzakereler sırasında Hamas, ellerinde bulundurdukları tüm İsrailli rehineleri, aralarında hayatını kaybedenlerin naaşları da dâhil olmak üzere, serbest bırakacak. 

İsrail, Gazze'deki askeri operasyonlarını durduracak ve güvenlik garantileri sağlandıktan sonra bölgeden aşamalı olarak çekilecek.

Söz konusu süreç, uluslararası gözlemcilerin denetimi altında gerçekleşecek.

Filistin Yönetimi (El Fetih), reformlar gerçekleştirdikten sonra bu sürece dâhil edilecek.

Savaşın sona erdiği ilan edilir edilmez, Gazze'nin yeniden inşası başlayacak.

Yeniden yapılanma süreci, Arap-Amerikan Komitesi tarafından yönetilecek.

Bu komitede Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, ABD ve Avrupa temsilcileri yer alacak.

Filistin tarafından ise sivil yöneticiler, mühendisler, ekonomi uzmanları ve diğer profesyoneller komitede yer alacak. 

Hamas, sahip olduğu tüm askeri teçhizatı Arap ülkelerine teslim edecek.

Roketler, hafif silahlar ve diğer askeri ekipmanlar uluslararası denetim altında toplanacak.

Hamas, İslami Cihad ve diğer direniş gruplarının askeri liderleri Gazze'den ayrılacak.

Hamas'ın silahsızlandırılmasının tamamlanmasının ardından, Gazze'de güvenlik kontrolü yerel Filistin polis gücüne devredilecek.

Ancak Hamas, silahsızlanma şartını resmen reddediyor; Hamas Sözcüsü Hazım Kasım yaptığı açıklamada İsrail'in Hamas'tan Gazze Şeridi'ni terk etmesini istemesinin "saçma bir psikolojik savaş" olduğunu söyledi.

Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin her türlü düzenleme ulusal mutabakatla yapılacaktır. İsrail'in Hamas'ı Gazze Şeridi'nden çıkarma şartı saçma bir psikolojik savaştır.

Direnişin Gazze'den çıkması ya da silahsızlandırılması kabul edilemez.  

Bu açıklamalar göstermektedir; Gazze konusunda taraflar arasında derin görüş ayrılıkları sürüyor. 

Gazze’yi “çökük binalardan ibaret bir alan” olarak tanımlayan Trump’ın Gazze’yi “özgürlük bölgesine” dönüştürme fikri, ticari bir ideal gibi görünse de, alta emperyal bir tahayyül taşıyor.

Filistin devleti tanınsa bile Batı Şeria’daki işgal, Kudüs’ün statüsü ve mültecilerin dönüş hakkı gibi temel sorunlar çözülmediği sürece, tanımanın günü kurtarma diplomasisinden başka bir şey olmayacağı da aşikâr. 


Sonuç

Trump’ın ilk planlı yurtdışı ziyaretini yaptığı Ortadoğu turundan geriye, Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin gövde gösterisine dönüşmesiydi.

Üç ülkenin de kendilerini bölgenin lideri olarak konumlandırmak istedikleri Trump’ın karşılanmasında yapılan şatafat ve gösterilerde çok net bir şekilde görülmektedir.

Üç ülke adeta birbirleriyle gösteriş yarışına girmişçesine misafirlerine etkilemek adına sıra dışı gösteriler yaptı.

ABD başkanı da, ev sahiplerine övgüler yağdırarak karşılık vererek onlara iltifat etmekten geri durmamış, Körfez ülkelerindeki insan hakları ihlallerini de hiç gündeme getirmemiştir.

Trump’ın Körfez turu, ABD’nin Ortadoğu politikasında ekonomik iş birliklerine ve pragmatik diplomasiye öncelik veren stratejik bir dönüşümün işaretlerini taşıyor.

Pragmatizmin ilkelerin önünde olduğu bu gezide ABD için önemli olanın kimin dost ya da düşman olduğu değil kimden ne kadar kazanılır sorusunun daha belirleyici olduğu bir denge stratejisini temel aldığını söyleyebiliriz.

İsrail’e sınırsız destek verirken, Ahmet eş-Şara’yı övgü dolu sözlerle tanıyabiliyor.

Bir yandan İran’a nükleer anlaşma teklif ederken diğer yandan Körfez ülkelerine milyarlarca dolarlık silah satışı yapabiliyor.

Bu dış politik yaklaşım Washington’un çıkar merkezli çoklu diplomasi anlayışını gözler önüne seriyor.

2018’deki Körfez gezisinde “bizim korumamız olmadan bir hafta bile dayanamayacak ülkeler var ve onlar bunun bedelini ödemek zorundalar" şeklinde bir üslup kullanan Tramp’ın bundan vazgeçtiği bölgesel gerçeklere uygun daha eşitlikçi ve iletişime açık yumuşak bir dil kullandığı görülüyor.

Trump’ın al-ver şeklindeki dış politika yaklaşımının bölge ülkeleri tarafından da benimsendiği söylenebilir.

Biden yönetimi ile zaman zaman gerginlikler yaşayan Körfez liderlerinin Trump ile daha olumlu bir frekans yakaladıkları görülmekte.

Sonuç olarak, Trump’ın milyarlarca dolarlık anlaşmalar ile ülkesine dönerken İsrail bu bugün dahi Gazze’yi bombalamaya devam ediyor. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU